1 MAYIS İŞÇİ BAYRAMIYMIŞ!

Sevsinler işçi bayramınızı...

134 yıl önce çalışma süresinin 8 saatle sınırlandırılması talebi ile Şikago’da başlatılan grev sonunda (dört işçi ve yedi polis memurunun ölümüyle sonuçlanan eylemde) çalışma süresi sekiz saat olarak belirlenmiş oldu.

İşçilerin o günkü şanlı direnişi tüm Dünyadaki işçiler tarafından taktirle karşılandı. Ve; her yıl, bir mayıs, işçi bayramı olarak  kutlanmaya başladı.

Ülkemizde de bu süreç 1923 yılından itibaren gündemimize girdi.

Hepinizin bildiği üzere; 1917 yılında Rusya’da sosyalist devrim yapılarak sözde Proleterya Diktatörlüğü kurulurken, acımasız kapitalist sisteme bir alternatif oluşturulmuştu…

Tüm dünya emekçilerinin kurtuluş umudu olarak gördüğü bu sistem, sonrasında Sovyetler Birliği’nin kurulumu ile yeni bir safhaya geçti.

Artık, dünyada, iki ekonomik sistem oluşmuş, bu iki sistemin taraftarları arasında da kıyasıya bir yarış başlamıştı.

Koministler ve anti koministler diye ikiye bölünen toplumlar arasında, biribirilerini yok etme pahasına, çatışma ortamları başlamıştı artık….

Ne yazık ki sosyalist sistem kendi içinde bir çıkmaz yaşadı.

Sistem sorunlarını çözemedi ve işlerliğini kaybetti.

Çünkü iddia edildiği gibi Proletarya Diktatörlüğü kurulmamış, yönetenler Proletarya’ya diktatör olmuşlardı.

Bu sistem baskı, şiddet, korku ve zülüm ile 60 yıl gibi bir süre varlığını devam ettirmesine rağmen sonuçta fiyasko ile süreci tamamladı.

Gelelim 1886 yılında başlatılan şanlı işçi eylemine ve bir Mayıs işçi bayramlarına…

Çalışma süresi ile ilgili iyi bir kazanım elde eden direnişçi işçilerin kazançları üzerine hiç bir şey eklenememiş, aksine işçiler hem sistem tarafından sömürülmüş hem de sendika ağaları tarafından sömürülmeye devam etmişlerdir.

Kelimenin tam anlamı ile modern köle durumuna getirilmişlerdir.

         Herkese soruyorum; 134 yıldan bu güne kadar işçiler ne kazanmışlar?

Refah içinde mi yaşıyorlar?

Her işçinin evi, arabası mı var?

Çocuklarını diledikleri okullarda okutabiliyorlar mı?

İstedikleri her şeyi yiyebiliyorlar mı?

Cevabını, ben vereyim.

Ne yazık ki hiç bir şeyleri yok.

Çalışmadıkları gün açdırlar.

En yoksul kesimdirler.

Sendika ağaları bir de utanmadan bir mayıs bayramı kutluyorlar.

Bayramı kutlayanlara bir bakın Allah aşkına!

İşçi Sendikaları.

Kim bunlar?

İşçilerin sırtına yapışmış kenelerdir.

Sendika başkanlarının ve yöneticilerinin maaşları, bakan maaşlarının üstündedir.

Harcamalarında sınır yoktur.

Çok ciddi bir denetime tabi değildirler.

Daha işçinin cebine girmeden kaynağından kesilen aidatlar ile hiç sahaları olmamasına ragmen turizme soyunurlar…

Yurt içi ve yurt dışında; otel yaparlar, sosyal tesisler yaparlar, kamp yerleri oluştururlar..

Ne için?

Kendi konforlarına, konfor katmak için…

İşçiye değil de, rantçılara kapılarını açmak için…

Hiç bir işçinin, buralardan, hak ettiği şekilde yararlanamadığını, düşünenlerdenim.

İşçi sendikaları böyle de memur sendikaları farklı mı?

Asgari ücret belirlemelerinde, sadece yer işgal edip, işçinin hakkını savunamayanlar, hükümetlerin belirlediği rakamlarla “işlerine devam ederlerken”, patronların “bir eli yağda, bir eli balda”…

Kimmiş işçi?

Kimmiş memur?

Yöneticiler adeta “kan emici kene” pozisyonundadırlar.

Yemlikhanelerinde “karın kaşımaktan başka hiçbir iş yapmamaktadırlar”.

Bu konuda onlarca yazı yazdım…

Sendikaların, odaların mevcut durumlarını aktardım.

Bunları çalışanların yararlanacağı bir şekle sokalım, yararlı hale getirelim diye, dilimde tüy bitti…

Denetimlerini yapalım ki, “biz, bildiğimizi yaparız”, diyenlere maydanın boş olmadığını gösterelim, diye bas bas bağırdım..

Ama TIK YOK…

Ne ilgili bakanlıklardan, ne Cumhurbaşkanlığından…

Sesimizi duyuramadık!

Cumhurbaşkanımızın etrafını saranlardan kurtulup da, sorunumuzu Cumhurbaşkanımızın önüne getiremedik..

Bizim ulaşmamıza engel olanların bir işe yaramadıklarını cümle alem biliyor ama yaptıklarıyla, onlar, Cumhurbaşkanımıza büyük zararlar veriyorlar.

Üzülüyorum…

Yazık oluyor, ÜLKEMİZE…

Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde ikinci yıla giriyoruz… Ama “hızlanacağı ifade edilen iş ve işlemler” adeta durma noktasına geldi…

Sistemin düzeltilmesi noktasında herhangi bir çaba göremiyorum.

Odalar aynı odalar, Sendikalar aynı sendikalar, Bakanlıklar aynı Bakanlıklar…

Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Sayıştaş, Yargıtay ve diğer kurumlar farklı mı?

Parlamento ise var mı yok mu, belli değil…

Cumhurbaşkanlığında oluşturulan kurullar, atanan bürokratlar “nerde önerileriniz”…

Nerde, Cumhurbaşkanımıza sunacağız doğru bilgi ve belgeler…

Kendi içinizde, koordineli bir şekilde, aynı sazın aynı teline basıp duruyorsunuz…

Millet de bekliyor!

AKORD bitse de İCRAAT BAŞLASA diye…

Bunları niye mi yazıyorum!

CUMHURBAŞKANIMIZA SESİMİZ ULAŞANA KADAR yazacağım…

Bıkmadan, usanmadan…

Çünkü biliyorum ki, sesimizi duyan CUMHURBAŞKANIMIZ, sorunları da kökünden çözecektir.

Atanan, bürokratlara ve siyasetçilere ise hiç mi hiç GÜVENİMİZ KALMAMIŞTIR.

Tüm dünya gibi ülkemizinde yaşadığı bu salgın sonrası YENİ BİR DÜNYA DÜZENİ KURULACAK, kabul edelim, etmeyelim!

Biz, TÜRKİYE olarak en iyi yerlerde olmak istiyorsak, el ele vermeli, içimizdeki PARAZİTLERİ temizlemeliyiz.

Bu parazitleri temizleyemez isek, inanın ileride yaşayacaklarımız BU VİRÜSTEN DAHA BETER OLACAKTIR.

Saygılarımla…

Bakmadan Geçme