Aklımızı başımıza toplamanın zamanındayız...
Toplumsal anlamda gerçekle yüzleşmeyi sevmiyoruz... Olumsuz bir olayla karşılaştığımızda hemen savunu rolüne soyunuyor, mazeretler/özürler/bahaneler yaratıyor/uyduruyor, bin dereden su getiriyor, konuyu kapatmanın yollarını arıyoruz.
Toplumsal anlamda gerçekle yüzleşmeyi sevmiyoruz... Olumsuz bir olayla karşılaştığımızda hemen savunu rolüne soyunuyor, mazeretler/özürler/bahaneler yaratıyor/uyduruyor, bin dereden su getiriyor, konuyu kapatmanın yollarını arıyoruz.
"Kabahat kürk olsa..." örneği bir durum...
Özür dilemek hiç akıllara gelmez nedense...
Belki gelir de; özür dilersek, olaydan doğan sorumluluğu üzerimize almış oluruz kuşkusunu beynimizden/benliğimizden bir türlü atamayız da ondan mı acaba?
Kendine güvensizlik işte bu olsa gerek...
Dikkatinizi çekmiştir mutlaka... Siyaset sahnesinde rol alanlar; kendilerine yönelik özeleştiri yapmaktan çok, radarlarını rakiplerine yöneltirler hep...
Hedefte olanın açığını/yolsuzluğunu, gafını, yanlış davranış ve söylemini saptayıp, yeri geldiğinde günyüzüne çıkarıp; "kirli çamaşır" pazarlaması yapma çirkin anlayışı öteden beri yaşanıyor bu ülkede...
Hesapta, ülkemin seçmenleri 16 Nisan günü halkoylamasıyla anayasa değişikliği konusunda görüşünü oy kullanarak belirtecek/bildirecek...
Bu, her seçmen yurttaşın anayasal hakkı..
Ama, anayasa değişikliğinden önce öyle bir hava yaratıldı ki...
"Evet" ve "Hayır" tercihlerinden birini sahiplenmesi gereken yurttaşı; anayasa gibi bir konuda siyasal dürtülerle partizanca bir tutuma/anlayışa çeken yanlış anlayış ülke demokrasisi için sorun olmaya devam ediyor.