ALÜFTE GONCA GÜLLER VE KIRIK HAYATLAR
Ümit Kayaçelebi yazdı...
Bu gün Van’ın görünmeyen ve bilinmeyen arka yüzü olan geçmişteki hovardalık şimdiki söyleniş şekliyle çapkınlık ve çapkınların dünyasını yazmaya çalışacağım. Belki sizce hiç yazılmaması gereken bir konu ve yazı olabilir. Ama gerçek olan şeyleri de yok saymak ve tarihin karanlıklarına bırakmak da doğru olmazdı diyerek sizlere hatırlatma mecburiyetini duyarak kaleme aldım. Eğer Reşat Ekrem Koçu İstanbul’un bu farklı alemini alıp yazmışsa bizde Van’ın bu bilinmeyen yüzünü neden yazmayalım düşüncesi ile yazma zaruretini hissettim.
Alüfte nedir diye merak ettiyseniz hemen söyleyeyim.Osmanlıca sözlüğe baktığınızda alışık,alışkan,fahişe.Doğru yazılışı "âlüfte"dir.
Eski yıllarda ve bu günde devletin denetimi ve gözetimi altında Alüftelerin malum yerlerde muhibban-ı muvakkat'i olanlara hitap ederken kullandıkları bazı özel tabir ve kelimeler:eşim, yosmam, sevdalım, belalım, ömr-ü hayatım, aman bayılırım, nerde idin a hıyanet, artık bittim civanım..."
Her yerde olduğu gibi Van’da da malum evler vardı. Nerde idi derseniz Hacı Bekir kışlasına doğru giderken o zamanlar Mercimek mahallesine giderken yolun sol tarafında derenin altında iki hane ev bu alüfteler ile iştigal etmekteydi.
Zaten ellili yıllarda Van’ın iskan mahallinin bittiği en son noktaydı o evler. Ondan sonra her yer buğday, yonca tarlaları ile doluydu.Zaten o malum evlerde Van’ın en ücra evleriydi.
Orası şehrin bittiği yerde ayrı hayatların yaşandığı apayrı bir dünyaydı. Belalısıyla, sevdalısıyla, kabadayısıyla , paralısıyla, çulsuzuyla türlü insanların girip çıktığı o evler halk arasında <Umumhane>, <Kerhane> gibi isimlerle anılırdı.
Orası kötü kadınların mekanı olarak bilinirdi. İlginçtir Mercimek, Erek , Ğaraba mahalleye gidenler yol ayrımına geldiklerinde hemen yolun sağına geçerlerdi. O tarafta yürüdüğünüz zaman sanki oraya gidiyormuşsunuz sanılırdı
Zaten köprüden aşağı inmeye kalksanız pek muteber insan da göremezdiniz. Hırlı, belalı, kabadayı, şergada, deli dolu, kırık, kopuk takımı hep oralarda dolaşırdı.
Van’ın kabadayıları belliydi ve çoğu da o alemin birer parçasıydılar.
Çekerler kafayı daha sonra ver elini malum haneye kimisinin dostu var kiminin parası var kimin de sevdalısı var giderler ve sonrası şirret vs. gırla gider.
Hatta bazıları çeker kafayı köprünün başında durur kaldırıma bir çizgi çeker:
Buradan geçenin der dümdüz söverlerdi!
Ama kimin haddine o çizgiye yaklaşmak ve geçmek ve hemen oradan karşı yola geçerlerdi.
Aşağıda iki hane ev biri daha konforlu hemen yolun karşısında kapıda bir polis, bekçi zaman zaman askeri inzibat orayı belirli bir saate kadar beklerlerdi. Ve zaman zaman olay çıkaran olursa derdest ederlerdi.
Orada vazife verilen polis ve bekçilerde seçme olurdu. Çünkü umumiyetle şergada takımının oraya gelindiği bilindiğinden bele kalburüstü onların halinden dilinden anlayan polis ve bekçiler oraya vazifelendirilirdi . Burada vazifedar olan bir takım polis ve bekçilerin isimlerini de biliyoruz. Ama bu hoş olmayan bir mekanda onlar vazife icabı burada olduklarından isimlerini yazıp geride kalanlarını rencide etmek istemediğim için yazmadan geçmek istiyorum..
Çünkü el ayak takımı oradan eksik olmazdı. Hırlı gürlü takımının ne yapacağı belli olmazdı. Bir çoğunda kama, sustalı bıçak, saldırma vardı kafalarda bulutlandı mı hemen efe kesilirlerdi.
Eskiler çok iyi bilirler ki o namlı ve şanlı kabadayılar buranın hem müşterileriydi ve aynı zamanda hem patronlardan hem de alüftelerden haraç ve harçlık gibi isimlerle nemalanırlardı.
Bunu nerden biliyoruz buraya çok gidip gelmek hiç önemli değil burada olup bitenler hep şehirde kahvelerde, berberlerde, kulüplerde, veya bir araya gelindiğinde anlatılırdı.
Müdavim olmaya hiç gerek yok. Oradaki patronlar ve alüftelerin hepsinin isimleri bilindiği gibi adeta resimlerini çizer gibi ballandıra ballandıra anlatırlardı.
Bu alemi Van’da hiç kimse yazmadı veya yazmak istemedi ama ben bütün her şeyi göze alarak bu Van’ın bilinmeyen alemini de kaleme almadan edemedim. Eğer Reşat Ekrem Koçu bir yazar olarak İstanbul’un bu apayrı alemini yazmışsa bende bir yazar olarak bu alemi neden yazmayayım dedim.
Orası ayrı bir dünya ayrı bir alemdi. Ve insanların tiksindikleri bir yer olmasına rağmen bazılarının açıktan bazılarının ise gizli gizli gittikleri yerdi.
Ne patron, ne de vekil “Ben pezevengim” demez. Orada ya patron oturur ya da vekili.Ondan birinin adı patron, diğerininki vekildir. Kadının oradaki konumu ise Alüfte olmaktır. Kadın değilsin sermaye. Orada acıma yoktur Gelen keyfine bakar önce Allah seni bu bataktan kurtarsın der ama keyfinden de vaz geçmez sonra ise vah vah nasıl alüfte oldun der çıkar gider. Herkes buraya nasıl düştün, abla nasıl düştün der ama çareye gelince orada susar kalır.Buradaki alüfteler durmadan çalışırlar sabah başlarlar gece son müşteriye kadar ha babam de babam koşar dururlar daha çok para kazanayım diye.
Hani bu alemde aldığınız paraya vizite diyorlar ve siz her müşteriye çıktığınızda siz marka alıyorsunuz akşam iş bittiğinde marka sayınca payınıza düşeni alıyorsunuz! Payınız ne? vizite 50 lir ise size düşen 10 lira gerisi patron veya vekilin. Azda çalışmış iseniz Parayı alanda kendine gel der ve bu size yapılan uyarıdır. Çekilir odasına alüftenin iki yatağı vardır birinde geceleri kendi yatar diğeri ise müşterileri ağırladığı yataktır.
Kimi hap kullanır kimi alkol vesaire derken kendilerini böyle avutmaya aldatmaya çalışırlar. Arayanları yoktur, soranları yoktur. Onları herkes defterinden silmiştir. Onlar ne anadır ne bacıdır onlar sadece sermayedir. Biri veya birileri onları bu yola düşürmüş ve belli bir fiyata buraya satıp çıkmıştır işin içinden hangi vicdana dayanmışsa!
Artık sermayenin işi çok yatıp kalkıp çok para kazanmak. İşte bu da ne zaman olur. O şehre askeri sevkiyat geldiği zaman veya bir maç münasebetiyle deplasmana gelenlerin ilk uğrak yeri bura olunca alüftelere gün doğar.
Neticede hiçbir kadın buralarda olmak buralarda mal gibi satılıp itilip kakılmak istemez. Üç kuruş para için olur olmaz herkesle işrette bulunmak o kadar kolay değil. Ama düşenin dostu olmaz derler ya. Bu alemde de acıma yoktur.
O zaman kadının yapması gereken şey çok kazanırken birde olması gereken üç şeyi de arardı.Bunlar neydi derseniz bu alemin insanlarından çok sıkı müdavimlerinden duydum. O şöyle derdi;Her alüftenin bir belalısı vardır. Bir sevdalısı vardır ve birde paralısı vardır.Belalısı onu iç ve dış tehlikelerden korur ve alüfte ona haraç değil de gönlüyle para verir. Ve böylece kendini korumaya almış olur. Sevdalısı ise onun sevdiği beğendiği insandır. Onun koca adına sevdiği saydığı kocası gibi itaat ettiği sözünden çıkmadığı kişidir sevdalısı. Onunla cilveleşir halleşir ama para söz konusu değildir ve özel bir geceyi de ona ayırır ve birlikte olurlar. Paralısı ise o şehirde yaşayan eşraftan, tüccar, esnaf, fabrikatör, iş adamı veyahut çok parası olan biridir. O ona bol para verir her şeyini karşılar ve alüftede bir gecesini de ona ayırır.
Böyle derlerdi ama şimdi bu düzen ve nizam var mı onu bilmiyoruz. Artık Van gibi yerde kötü ev diye bir şey yok!Öyle diyorlar kötü evler kapandı ama kötü işler bu gün Vanda artık apartmanlarda apartlar da otellerde sürmekte. Onlara alüfte de diyemezsiniz kibarca bir isimle eskort hanım efendiler diyorlar onlara!
Hasılı kelam çocukluk ve gençlik yıllarımızda gitsek de gitmesekte orada olup bitenler anlatılırdı. Gençlik heves heyecanıyla anlatılırken gidemeyenler de içten ah of çekerlerdi. Bazen biri çıkar ben gittim falanla kahve içtim dediğinde arkadaş ah ulan ah keşke bizimde ahbabımız olsaydı da bide gidip bir kahve içseydik derdi.
Van eşrafından da gidenler vardı ama işin içinde tanınmışlık olunca onlar değmelerden gidip gelirlerdi. Onları himaye eder ve onların hep madden yanlarında olurlardı. Ama çoğu zaman bunlarda gizli kalmaz ve halk arasında söylenirdi. Falan kes filan kesin dostudur diye etrafta konuşulurdu. Malum küçük yerde hiçbir şey gizli kalmazdı.
Alüfteler izin günlerinde şehre indiklerinde belli malum fotoğrafçıları olur ve ona fotoğraf çekmeye gelirlerdi. Ve o gün etraftaki komşulara da gün doğardı. Adeta tribün seyircisi gibi herkes kaldırıma doluşur ve gelene hayran hayran bakar ve keşke bizde fotoğrafçı olsaydık diye içlenirlerdi. Fotoğrafçıda poz üstüne poz verilir izzeti ikramlar çaylar, kahveler, pastalar gırla giderdi.,
Alüftelerin ilk zamanlar belli faytoncuları vardı. Daha sonra şehirde taksiler bollaşınca taksicileri oldu. Her birinin ayrı ayrı faytoncusu vardı ve izin gününde getirir ve götürürdü. Gelip giderken en güzel giysilerle allanır pullanır süslenirlerdi. Gençlerde bakarken ağızlarının suyu akardı neredeyse ayıptır söylemesi aynen böyle.
Fotoğrafçıdan sonra ver elini kuaför! Koca şehirde o yıllarda onlarca kuaför mü var tek Kuaför Kervansaray Kuaför. Van’ın tek hanım kuaförü şimdiki intervan çarşısının yerindeydi.
Ona da kervansaray Saniye derlerdi. Müşterisi çoktu herkes ona gelirdi Faytonlar sıralanırdı mekanın önüne. Mekan dediğimiz de hanım efendinin evi.
Alüfteler ona gelir gelinler ona gelir çünkü o bir marka Kervansaray Saniye hanım şu anda Elazığ da ama sağ mıdır bilmiyorum.
Ve kuaförden sonra ver elini hamam ya Soydan hamamına gidiş veya Türkoğlu hamamına çünkü o yıllarda en ünlü hamamlar onlardı. Hamamda ayrı bir curcuna faytondan indimi bütün gözler üzerinde! Neredeyse milletin ağzının suyu akacak.
İşte böyle bir izin günü alüfte yer içer fotoğraf çektirir, kuaföre gider, hamama gider bir güzel paklanır ondan sonra Sevdalısıyla halleşir ..
İşte o alemin patroniçelerinden biride Gonca Güldü. Kimdi nereden gelmişti. Bu yola nasıl düşmüştü. Onu tam bilemiyoruz ama düştü kelimesi yerine düşürülmüştü kelimesi daha uygun olur. Çünkü hiç kimse böyle bir yola düşmek veya yürümek istemez.
Bu gün aramızda değil . Allah yaptığı günahlardan dolayı taksiratını affetsin ve bu yola düşenleri de Allah ceza evi mahkumları gibi kurtarsın.İnsanların süfli emellerine ram olan bu kadınları tenkit etmek kınamak çok kolay. Ama ben gerçekten düşenlere acıyor ve onların doğru yola girmelerini yürekten diliyorum.
Bu düşüncelerimi ifade eden Gonca Gül adlı şiirle yazımı noktalamak istiyorum.Bu yazıyı yazmak kolay olmadı ama kim ne derse desin sadece Van’ın değil ülkemizin nice Gonca Gülleri elimizin altından yıldız gibi kayıp kayıp gidiyorlar. Ama biz tutamıyoruz.
Nice Gonca güller dönüp dönüp sana bana bize size ;
Bize nasıl kıydınız diyorlar.?...
GONCAGÜL
Hayal edip kurduğum dünyam vardı
Beyaz atlı prensli hülyam vardı
Bitmeyecek sandığım rüyam vardı
Dünyamı yıkıp beni bitirdiler
Gonca Gül kız yosma oldu dediler.
**
Bir kere düştün mü acıyan olmaz
Bataklık yerinde çiçekler açmaz
Selam versem kimse selamım almaz
Al dediler sana işte vesikan
Sana senden başka olmaz acıyan
**
İçki ve sigara etmez teselli
Bir kere düşenin doğrulmaz beli
Burdan gelin çıkmaz duvaklı telli
Adımız alüftedir soyadımız yosma
Ölünce çıkar boynumuzdaki tasma
**
Ummadık bir anda takıldık ağa
Dün hanımken bu gün düştük ayağa
Geceler boyu kucaktan kucağa
Sözde erkeklere sarılmışım ben
Mal gibi alınıp satılmışım ben.
**
Dün ayşeydi bu gün oldu Gonca Gül
Güz gülleri gibi soldu gonca Gül
Anne baba demez noldu Gonca Gül
Nerde eski dostlar hani nerede
Kadınlar maldır bu malum hanede
**
Bizlerinde bir yuvası olsaydı
Her yan çocuk sesleriyle dolsaydı
Tek kocam saçlarımı okşasaydı
Heyhat tükendi hayal hülyamız
Gamla kederle demlenir çayımız
**
Bozuk düzende bir kenara atıldık
Para için haraç mezat satıldık
Bir çoğumuz nasıl da aldatıldık
Düştük bu batağa kim alır bizi
Azat ettim deyip kim salar bizi.
**
Tertemiz güllerdik ne yazık solduk
Neşeyi kaybettik hicranla dolduk
Damgalandık işte sermaye olduk
Gelen erkek zevkinde sefasında
Gonca Gül de hep ekmek tasasında