70'li Yıllarda Van'da İçtimai Hayat
Yunus Türkoğlu yazdı...
Yetmişli yıllarda şehrimizde hayat bugünkü şartlarla mukayese kabul edilmeyecek şekilde üstündü. Bunu hem maddi, hem manevi hem de asayiş, huzur, sevgi, saygı ve kültürün yaşatılması bakımından söylüyorum.
Van'ın içtimai hayatındaki ahlak; anne-babaya itaat temeline dayanmaktaydı. Bu itaat korku ve zorlama eseri değildi. Bilakis, terbiye, anlayış ve nesilden nesile aktarılan kültür birikimiydi. Ailenin başındaki babanın fikri genellikle ön planda tutulur, iradesi münakaşa edilmezdi. Tecrübeye kulak verilir ve aile reisinin otoritesi tartışılmazdı…
Van insanının terbiyesinin ilk kuralı nezaketli olmasıydı. İnsanımızın terbiyesi, saygısı, güler yüzü ve tatlı dili gönlünün güzelliğindendir. Nezaketini kaybeden, terbiye sınırlarını aşan kişiler makbul sayılmazdı. Bizim mahallelerde kavga ve diğer asayişsizliklerin esamesi okunmazdı.
İlim sahibi olmak değil, irfan sahibi olmak gerekirdi.
İnsanımız, gürültü-patırtı, şiddet ve kabalıktan hoşlanmayan bir yapıdaydı. Bu tür hareketler, aynı zamanda derinden hissettiği İslam ahlakına aykırıydı…
Birkaç mahalle ile mahallemizin de bağlı olduğu Memi Tepesi'ne varmadan malumunuz Erek Karakolu vardı. Mümkün olsa bugün vukuat defterleri incelense; kavga, gürültü, şikyet gibi olayların pek nadir olduğu görülecektir.
İnsanımızın karakter yapısı; karşılıklı saygı, sevgi, hakkaniyet ve ahlak kaidelerine dayanırdı. Ahalimiz tok gözlü ve kanaatkrdı. Bunun yanında ibadetler terk edilmez, camiler her vakit dolar taşardı...
Aile içinde alış-verişi çarşıdan erkek yapardı. Mahalleye gelen seyyar satıcıdan ise evin hanımı yapardı. Erzak, kışlık sebze ve yağ gibi şeyler kilo ile değil toptan mevsimlik alınırdı.
Torba ile un, kesme şeker, telis ile patates-soğan, teneke ile bal ve ceviz, şişede ve kutuda katı pekmez alınırdı. Evde kavurma ile cızlık yapılır, Küplere Van balığı basılırdı. Erişte kesilir, çeşitli reçeller yapılır, turşu kurulur, el değirmeninde bulgur ve kavut çekilirdi.
Biz, ağuz sütünün üstüne pekmez döküp yemeyi severdik.
Peynir, küp veya gedele ile evin bahçesinde uygun bir yer kazılır gömülürdü. Kışın zemheride-boranda çıkarılır bahara kadar yenirdi. Küpün ya da gedelenin ağzına acı sivri biber veya iğde ağacının dalları yapraklarıyla beraber bırakılıp gömülürdü. Acı sivri biber, iğde ve toprak kokusu, otlu Van peynirine ayrı bir lezzet katardı! Anlatılmaz bir tattır bu…
Biz, gazocağı üzerinde yapılmış peynir helvasını severdik.
Van balığı; tandırda, pide fırınında ve yağda kızartma şeklinde pişirilirdi. Daha çok ayran aşı ve bulgur pilavı ile tüketilirdi. Sonbaharda bulgur pilavı ile balığın yanında kara üzüm olması ve bahçede ağaçların altında ailece yenilmesi adettendi.
Biz, balığı ayranaşıyla beraber severdik.
Van mutfağında bulgurdan; mercimekli bulgur pilavı, bulgur aşı ve kurutlu Kürt köftesi yapılırdı. Yine bulgurla yapılan bol tereyağlı şile yemeğimiz vardı! Cılbır ve asude gibi ne yazık ki oda unutuldu gitti!
Müküs ve Hakkri'nin Şemdinli ilçesinden gelen ballar bir numaraydı.
Normal eriştenin yanında su eriştesi ayrıca kesilirdi. Su eriştesi ve yeşil mercimek ile yapılan sarımsaklı, kurutlu erişte aşı pek nefis olur.
Kuyruk yağının kavrulup yağı alındıktan sonra geri kalanıyla cızlık yapılırdı. Ve bunu sabah kahvaltısında sıcacık yemenin tadı da bir başka olurdu hani…
Bolluk, bereket ve ucuzluk vardı. İhtiyaçlar günümüze nispetle kabul edilmez şekilde sınırlıydı. Lüks ve israf yok denecek kadar azdı. Evlerin ekserisi bahçeliydi, ihtiyaç oranında sebze ve yeşillik yetiştirilirdi. Bahçelerde bol meyve ağaçları olurdu. Ayrıca her renkten çeşitli gülfidanları mevcuttu. Kışlık elma, mellaki armut, ceviz, kuru kaysı ve ayva gibi meyveler ise evlerin bodrumunda kasalarla istiflenir soğuk kış gecelerinde hedik ve çayın yanında afiyetle yenirdi.
Damakta unutulmaz tatlar bırakan kaysı ve gül reçeli daha çok murtuğa ile kavutun yanında kahvaltı sofralarını süslerdi.
Biz Vanlılar, bahçemizde yetiştirdiğimiz gülü seyretmekle, koklamakla kalmaz, aynı zamanda yerdik. Sabahları kahvaltıdan önce veya kahvaltıda gül reçelini sıklıkla tüketirdik. Ayrıca sıcak suyun içine reçellik gül yapraklarını atar, azıcık limon tuzu ekleyip şurup yapardık. Şekeri bu şuruba batırıp kıtlama çay içerdik…
Biz, çayı limonlu, kuru üzümlü ve güllü severdik.
Kış gecelerinde evin bodrumundan çıkarılan elmanın nefis kokusu evin her tarafına yayılırdı. Daha yemeden o mis koku bizi mest ederdi, inanın.
Hele güzden beri somyanın altında bekletilen Diyarbakır kavunun kesilip ortaya getirilmesi müthiş bir ziyafetti.
Sosyal dayanışma üst seviyedeydi. Mahalledeki fakir-fukara görülüp gözetilirdi. Herkes yorganına göre ayağını uzatmasını bilirdi…
Riya, gösteriş, haset, cimrilik bizim semte uğramazdı. Hali vakti yerinde olanlar, fakirlerin kapısına yiyecek, içecek iaşelerini gece karanlığında bırakır ve sessizce ayrılırlardı!
Kerpiç Van Evlerinin tek veya iki katlı olması bile, zengin ile fakir arasında somut bir farkın olmadığı gerçeğini bize anlatır gibiydi sanki…
Örf-adet ve alışkanlıklarımızı yeniden değerlendirme, yeni nesillere anlatma/aktarma hakikati bizim için kaçınılmazdır…
Allah'a emanet olunuz.