Barışalım lütfen...
Yorumunu, nedenini herkes faklı yorumlasa da, 30 yıldır Türkiye'de düşük yoğunluklu da olsa bir savaş sürüp gidiyor. Bu savaşların dozunu kim ayarlıyor bilinmez ama devamlılığı hiç aksamıyor. Oysa bu savaşlarda neler kaybettik kimse bunun bilançosunu çıkarmıyor. Ne yazık ki, kaybedilen bizim hayatımız, bizim canımız, bizim malımız ve bizim geleceğimiz.
Bir ülkenin kendi içinde yaşanan savaşta kim kazançlı çıkabilir ki?
Barış sözcükleri her ortamda konu olmasına rağmen, her seferinde insanları birbirinden daha da uzaklaştırıyorlar.
Nedir bu inat?
Kim galip çıkacak?
Ölenlerin hepsi bizim çocuklarımız değil mi?
Bu savaşın kazananı maalesef olmayacak. Kendi halkının ölümü üzerinden kim kendini galip sayacak?
Siyasetin ortak bir dili olmalı, herkesi kucaklayan barış dili.
Siyasiciler işçilere ve emeğe karşı patronları ve sermayeyi, mazluma karşı ezeni, yoksula karşı zengini, aleviye karşı suniyi, Kürt'e karşı Türk'ü, güçsüze karşı güçlüyü, barışa karşı savaşı ilke edinen bir anlayışla siyaset yapmamalılar. Bu siyasi partinin ismi ne olursa olsun her konuda vatanını, vatandaşını seven koruyan ve barış ilkeleriyle yoluna devam etmelidir. Bu savaşların nedenlerinden biride, siyasetçilerin her biri kendi egemenliğini yaratmış ya da yaratmaya çalışmasından doğmuştur.
Savaştan öyle ya da böyle hepimiz zarar görüyoruz. Savaşın son bulması için illa en yakınımızın zarar görmesini beklememeliyiz. Sonuç olarak ölen ya da zarar görenlerde bizim kardeşimiz. Bu nedenle barışı hepimiz savunmalıyız.
Savaş demek yoksullaşmak demek.
Savaş demek ekmeğimizin eksilmesi demek.
Savaş demek hukuksuzluk demek.
Savaş demek sömürü demek.
Savaş demek paralı eğitim demek.
Savaş demek paralı sağlık demek.
Savaş demek gencecik insanların ölümü demek.
Savaş demek acı demek.
Savaş demek gözyaşı demek.
Artık yeter demenin zamanı…
Gözyaşlarımız dinsin, yüzümüz gülsün, acılar sona ersin.
Hadi barışalım…