Benim Evlerim
Benim Evlerim
Mühacir Sokak diye bir yer var, bilir misiniz? Sokağın hepsini hatırlamam…
Zaten hatırlasam içimdeki sızı daha büyük olurdu, eminim. O sokağın hemen başında iki küçük Van evi vardı… Daha doğrusu yüzleri birbirine dönük ve naçar birkaç evin ikisinden bahsedeceğim.
Biri pembe boyalıydı, diğeri beyaz badanalı.
Pembe boyalı evin bir resmini yapmış idim. Belki bu yüzden biraz da içim daha bir buruk… Üç basamaklı bir merdivencik ile eyvanına çıkıverdiğiniz, kapısı fildişi renginde bir evdi. Hayır… Elbette ben bulduğumda, çoktan terk edilmişti. Kapısında bir ince işçilik vardı.
Bir kere daha hayır… Hayır, sanmayın ki kerpiçtendir diye bir köy evi gibi rastgele kuşanmıştı kapısını penceresini… Üstüne ne bulduysa onu geçirmemişti. Pencereleri güne bakan, ışığı ta içine alan bir evdi. Sırtı yemyeşil ağaçlara dayalıydı. Eyvanı, kim bilir kaç yaz öğleden sonrası, ıslatılmış, serinletilmiş ve ahbap kahvelerinin neşesine ev sahipliği yapmıştı?
Ve hemen arkasında, tek katlı beyaz badanalı ev… Alabildiğine şehirli ve uygardı. Pencerelerine ve kapılarında yerleşik bir sanatın ve kadim bir geleneğin devamını taşıyordu. Teni teninize değer, kapısının üstünde parmaklıklı camlarıyla aydınlıklı bir evdi.
Bu iki evin arasındaki arsa Maraş'tan görünmeyen ama kendi içinde çocuk neşelerine açık ve tasasız bir ferahlığın alanıydı. Bu alan, komşuluğun ve nefes almanın alnıydı.
İkisi de yıkıldı… İkisi de yokluklardan bir ev yaratan bir ulusun sessiz tanıklarıydı… ikisi de yıkıldı… İkisi de benim evlerimdi…
İkisi de artık hayalimde ve resimlerimde yaşayacak…
Benim evlerim… vanhaber,haberlervan,afşar çelik,köşe yazıları
Mühacir Sokak diye bir yer var, bilir misiniz? Sokağın hepsini hatırlamam…
Zaten hatırlasam içimdeki sızı daha büyük olurdu, eminim. O sokağın hemen başında iki küçük Van evi vardı… Daha doğrusu yüzleri birbirine dönük ve naçar birkaç evin ikisinden bahsedeceğim.
Biri pembe boyalıydı, diğeri beyaz badanalı.
Pembe boyalı evin bir resmini yapmış idim. Belki bu yüzden biraz da içim daha bir buruk… Üç basamaklı bir merdivencik ile eyvanına çıkıverdiğiniz, kapısı fildişi renginde bir evdi. Hayır… Elbette ben bulduğumda, çoktan terk edilmişti. Kapısında bir ince işçilik vardı.
Bir kere daha hayır… Hayır, sanmayın ki kerpiçtendir diye bir köy evi gibi rastgele kuşanmıştı kapısını penceresini… Üstüne ne bulduysa onu geçirmemişti. Pencereleri güne bakan, ışığı ta içine alan bir evdi. Sırtı yemyeşil ağaçlara dayalıydı. Eyvanı, kim bilir kaç yaz öğleden sonrası, ıslatılmış, serinletilmiş ve ahbap kahvelerinin neşesine ev sahipliği yapmıştı?
Ve hemen arkasında, tek katlı beyaz badanalı ev… Alabildiğine şehirli ve uygardı. Pencerelerine ve kapılarında yerleşik bir sanatın ve kadim bir geleneğin devamını taşıyordu. Teni teninize değer, kapısının üstünde parmaklıklı camlarıyla aydınlıklı bir evdi.
Bu iki evin arasındaki arsa Maraş'tan görünmeyen ama kendi içinde çocuk neşelerine açık ve tasasız bir ferahlığın alanıydı. Bu alan, komşuluğun ve nefes almanın alnıydı.
İkisi de yıkıldı… İkisi de yokluklardan bir ev yaratan bir ulusun sessiz tanıklarıydı… ikisi de yıkıldı… İkisi de benim evlerimdi…
İkisi de artık hayalimde ve resimlerimde yaşayacak…
Benim evlerim… vanhaber,haberlervan,afşar çelik,köşe yazıları