Bizim dağların meyveleri
Mayıs sonu dediniz mi o büyüleyici elin fırçasından dağlar, ovalar, vadiler yeşile boyanır. Sanki hiç yok olmayacak gibi görünen beyaz, güneşin sıcaklığıyla paramparça olur. Alacalı bulacalı tek rengin içinden çıkan ince dereler büyür birer gümüşten arklar yaratarak akıp gelir.
Mayıs sonu dediniz mi o büyüleyici elin fırçasından dağlar, ovalar, vadiler yeşile boyanır. Sanki hiç yok olmayacak gibi görünen beyaz, güneşin sıcaklığıyla paramparça olur. Alacalı bulacalı tek rengin içinden çıkan ince dereler büyür birer gümüşten arklar yaratarak akıp gelir.
Böyle bir zamanda öğrencilerimle Gürpınar köylerinin birinde tepelere tırmanırken çocukların eğilip okşadığı henüz yeni boy atmış çiçekleriyle ben de varım diyen uşkunu fark edip:
-Sakın koparmayın henüz yeni boylanıyorlar. Diye uyardım.
Hani Doğu ya da Kürt muzu dedikleri o ekşimsi bitki her yana saçılmış, çiçekleriyle renk cümbüşüne katılmıştı.
Doğa ne kadar cömertti. İstediği zaman hiçbir emek verilmeden, ilaçlanmadan, toprağı sürülmeden meyvelerini kendisi yaratabiliyordu. O çiçekler bahar ve yazın buluştuğu sürede tohuma dönüşüyor her bir yana rüzgarın etkisiyle savruluyordu. Toprak ananın yüreğinde yerini alan binlerce, yüz binlerce tohum bir başka baharda yeniden yeryüzüne uç verip merhaba diyerek türünü devam ettiriyordu.
O gün dokunmadığımız uşkunlara on gün sonra döndüğümüzde hayli boylanmış, artık sizinim demeye başlamıştı. Topladığımız, bir düzinelik desteleri ince yaban sarmaşıklarla bağlayıp köye dönmüş ve köyün çocuklarına armağan etmiştik.
Son zamanlarda söylenceler duyar oldum. Uşkun kan hastalıklarına karşı koruyucu kimyasallar içeriyormuş. Çağımızın belası kanser için umut olarak görülüyormuş. Dağların,tepelerin üzerinden derilen uşkunlar yerleşim merkezlerine getirilerek hem para kazandırıyordu, hem de hastalıklara karşı koruyucu özelliğiyle umut veriyordu.
Dağların bu yaban meyvesi baharın armağanıydı.
Bizim dağlar sadece uşkunu göğertmiyordu bağrında. Bir başka meyve daha bir başka mevsimde selama duruyordu. O meyvenin adı da yumuşandı. Hani Batı Anadolu'da adına alıç denen çekirdeği bol bu meyve yaz sonunda ve okullar henüz yeni açılmışken sepetler dolusu yaşam alanlarında pazarlanıyordu.
Yumuşan bardak bardak satılırdı çocukluğumda. Okul önlerine sepetler içinde getirilir, kapış kapış giderdi. Okulumuzun yardımcı personelini, idarecileri alarma geçirirdi. Bazen biz hınzırlar ceplerimizden ya da kağıt külahlardan taşırdığımız yumuşanlarla çevre temizliğine zarar verirdik.
Yumuşan ağacının da özel bakıma ihtiyacı yoktur. Dağların serin yamaçlarında bütün bir yaz yüzünü güneşte kızartır ve sonbahar geldiğinde tatlanır, bulundukları köylerin insanları tarafından özenle toplanarak tüketime sunulur.
Şimdilik bu doğa armağanları sevenleriyle buluşmaya devam ediyor. Bakalım hızla kirlenen hızla kirlenen dünyamızda ömürleri nereye kadar sürecek?
Ne dersiniz?