Ceylan
Çocukları uyuyup, eşi mutfakta günün son işlerini sonuçlarken, yüklükteki tüfeğini salondaki masanın üzerine yaydığı örtüye yatırıp o her zamanki bakım ve temizliğini yaptı. Sonra da fişeklikteki mermileri tek tek kontrol edip tüfeğini ve fişekliği yattığı odaya bırakıp, mutfağa geçti.
'Gün doğmadan çıkacağım. Yokluğumu fark edersen merak etme.'Dedi.
Eşi sadece dönüp baktı. Gözlerindeki:
'Gitme!'Diyen ifadeyi görmezden geldi adam.
Henüz gökteki yıldızlar sönmemişken kalktı ve giyindi. Üç çocuğunun yan yana uyuduğu döşeğe eğilip birer birer yanaklarına öpücük kondurdu. Sonra da eşinin bez torbaya hazırladığı azığını aldı; fişekliğini kuşanıp, tüfeğini alarak evden çıktı.
Seherin haberini alan kuşlar, ondan önce uyanmıştı. Canlıların rızk telaşına aldırış etmeden, köyünün dik yamacını aşıp, serin derenin aktığı söğütlüğe ulaştı.
Yemyeşil doğa, usulca görünen güneşin ışıklarında bin bir renge bürünmüştü. Birazdan umdukları geleceklerdi.
Azık torbasından birkaç lokma yiyecek aldı. Kuş sesleri kesilmişti. Demek ki geliyorlardı. Hemen pusuya yattı, yeşil uzun otları üzerine doğru çekip görünmez oldu.
Daha iki gün önce eşiyle tartışmıştı.
'Yakma canlarını. Bırak yaşasınlar sen, ben gibi. Vebale girme.'
Tüfeğinin namlusunu uzun otların arasından derenin hız kestiği, sularının koca çınar gövdesinde havuza dönüştüğü noktaya çevirdi.
Sesler çoğaldı… Önce dişi bir ceylan göründü. Tam çınar ağacının gölgesinin düştüğü yerde durdu. Etrafına bakındı. Sonra geri adım attı. Sürekli etrafını gözlüyordu.
Adam tüfeğini ceylana doğru çevirdi. Nefes bile almıyordu. Artık ceylan tam namlusunun ucundaydı. Birden sesler çoğaldı. İki ceylan yavrusu hedefteki ceylanın yanına gelip ayaklarının dibine çöktüler. Anne ceylan boynunu uzatıp yavru ceylanları boyunlarından yalamaya başladı.
'Kıyma onlara. Çocuklarını düşün. Bak birinin saçının teline dokunulsa dünyaları yıkmaz mısın?' Diye sormuştu eşi.
Sımsıkı tuttuğu tüfek elinden sanki kayıp gidecekmiş gibi oldu. Yılların avcısıydı ve tetik çeken parmağı şimdiye kadar asla titrememişti.
'Can almak vebal! Kıyarsan gün gelir sevdiklerine de kıyarlar unutma.' Demişti karısı.
O da:
'Bir avcı karısı böyle konuşmaz. Cesaretimi kırma.' Yanıtını vermişti.
Önce anne ceylan yürüdü çınarın altından akıp giden suya. Yudumladı suyu. Sonra dönüp yavru ceylanlara baktı. Onlar da yanaştı suya.
Avcı alnından ve boynunun dibinden akan terle ıslanmıştı. Eliyle alnındaki teri silerken yanına düşmüş dal parçasına takıldı küçük bir hışırtı çıktı.
Sesi önce anne ceylan duydu. İrkildi… Tedirginlikleri yavru ceylanlara da geçti.
'Hadi oğlum çek şu tetiği.' Diyordu içindeki bir ses. Öte yandan karısının:
'Hayvan da olsa can candır. Artık kıyma onlara.' Sesi kulaklarında çınladı.
Anne ceylan tehlikeyi sezmişti. İki yavrusunu arkasına alarak avcının namlusunun önünde adeta kımıltısız bir siper olmuştu.
Tetikteki parmağına söz geçiremiyordu avcı. Sabahın alaca karanlığında yanaklarına buse kondurduğu çocukları geldi aklına. Tüfeğinin namlusunu ceylandan alıp gökyüzüne çevirdi ve bastı tetiğe. Patlayan silahından çıkan mermi göğün derinliklerine doğru kaybolurken; anne ceylan ve yavruları çoktan yemyeşil dalların sarıp sarmaladığı doğanın içine kaybolmuş, ağaçların dallarındaki seyirci kuşlar korkuyla etrafa uçuşmuşlardı.
Avcı tüfeğini azık torbasını koyduğu yere fırlatıp attı. Dakikalar önce ceylanların su içtiği suyun kenarında terden sırılsıklam olan yüzünü, saçlarını yıkadı.
Kendine gelmişti. Acıktığını fark etti. Azık torbasına özenle yerleştirilen yiyecekleri çıkarıp yeşil otların üzerine koydu. Bir gün önce kasabanın marketinden aldığı helvanın sarılı olduğu gazeteyi açtı.
Gazetenin yağlanmış sonra da yırtılmış kenarındaki fotoğrafında Şırnak'ta hastaneye götürdüğü eşi ve çocuklarıyla pusuya düşürülmüş ama Şırnak halkının can siper kalkan olup koruduğu uzatmalı çavuş ve ailesinin haberi vardı.
Düşündü… Şimdi kim bilir ne ana yavruları düşecek bir tetikle can evlerinden vurulacaktı. Ve yankılanacaktı başı göğü yaran dağların içinde çığlıklar. Kimi:
'Yandım anam!' Olacaktı.
Kimi de:
'Uy havar!'
Bir tüfeğine baktı bir de yamaçların gölgeliklerindeki karaltılara. Utandı.
Karlı dağlardan kaynayıp; yamaçları, vadileri aşarak geçen derenin suları; kim bilir ömrü kaç on yılları geride bırakmış koca çınarın köklerini ve gövdesini yalayarak akmaya devam ediyordu.