Dil ve din

Duygusallık her iki olguya da zarar verir.

İlki dil.

İnsanların düşüncelerini ortaya koydukları en önemli araçtır dil. İster konuşma, ister yazma ve ister vücut dili olsun en küçük yanlışlık dilin sahibinin değerini ortaya koyar.

Türkçe dünyadaki en zengin diller arasında yer alır. İslam dini ve Osmanlı İmparatorluk Dönemi süreç içinde Türkçeyi farklılaştırsa da Atatürk Devrimleriyle dilde özgünleşme ve arılaştırma çalışmalarıyla Arapça ve Farsça sözcükler ayıklanmaya çalışılmıştır. Ancak hayatın devingenliği ve kültürel etkileşimler arılaştırma çabalarını başarılı kılmamıştır.

Dilde yozlaşma, ekonomik yapının durumuyla ortaya çıkar. Güçlü devletlerin ülkelere ihraç ettikleri ürün ve malların yani oluşan pazarların etkisiyle ana dile karşı yeni sözcükler ürer. Kapitalizm denen sistem güçlü ülkelerin dillerini baskın duruma yükseltir.

Bütün bu sosyal ve ekonomik durumlar bir kenara biz bugün Türkçedeki sözcüklerin ve deyimlerin kullanılmasını değinelim.

Türkçede kullanılan sözcüklerin çoğunluğunda durum göre anlamlar yüklüdür. Bazen sizin yerinde söylediğiniz bir söz o anın durumuna göre farklılıklar gösterebilir. Tıpkı C.H.P Genel Başkanının kullandığı ve farklı yorumlamalara neden:

'Önüne yatmak.' Deyimi gibi.

Türkçede korumak, kalkan olmak yerine geçen bu deyimi siz ahlaki değerlerin tartışıldığı bir sırada özellikle muhatabınız bayan biriyse söylediğiniz zaman anlamının farklı alanlara çekilmesinden kendinizi kurtaramazsınız.

O halde dilin dikkatlice kullanılması siyasi liderler, sanatçılar için çok önemlidir.

Söz ağızdan bir kez çıkar. Tıpkı bir kurşunun silahın namlusundan çıktığı gibi… Geri döndürülmesi olanaksızdır. Dilde özür dilemek olsa da yarasını kapatmak çok güçtür. Onun içindir ki halkımız arasında dil yarası terimi oldukça önem taşır.

Ana Muhalefet Genel Başkanı söylediği sözün anlamının farklılaştırıldığını söylese de şunu unutmamalıdır ki liderler söyledikleri her sözün öncesini ve sonrasını düşünmek zorundadırlar. Bir lider eğer söylediği bir söz yüzünden ardındaki milyonlarca destekçisini kendisini savunur hale getiriyorsa siyasi satrancı unutuyor demektir.

İşte o zaman öyle bir duruma düşer ki:

'Ananı da al git.'

'Yan gelip yatıyorlar.'

'Şehide kelle.'

'Makyaj yapan kadının kaportası bozuktur.'

'Bu milletin a….ına koyacağız.'

'Bir defadan bir şey olmaz.' Diyenlerin eleştirisiyle yüz yüze kalır.

Demek ki dil şakaya gelmez tıpkı din gibi.

Bugün dinimizin de siyasi araç yapıldığını görüyor, yaşıyoruz.

Oysa din Allah ve kul arasındaki değerdir.

Siz onu ticari bir metaya dönüştürür, seçim sandıklarına oy gelsin diye tuzaklar, namussuzluklarınıza kılıf olarak yapmaya çalışırsanız şarlatan olmaktan öteye geçemezsiniz.

Alevi felsefesinin bel kemiği üç sözcük vardır:

'Eline, diline, beline sahip olacaksın.'

Bu ilkeye EDEP diyoruz.

Ve görüyoruz ki bu ülkeyi yönetenlerle, yönetmeye adayım diyenler duygusallıklarının zirvesine çıkarak bu ilkeyi önemsemekten uzak duruyorlar.

Bu tüm yaşananlar da ne yazık ki huzur ve mutluluk arayan kitleleri strese, güvensizliğe sürüklüyor. Ortaya da imam ne ederse, cemaat onun mislini eder özeti çıkıyor.

En üzen de; zirvede ve tarafsız olması Anayasa tarafından tarif edilmiş gücün uzlaşmacı olması gerekirken tarafgir tavrını sürdürmesi oluyor. Yüzde yüzün lideri olmak yerine yüzde kırk dokuzun lideri olma yazgısı da sürüp gidiyor…

Bakmadan Geçme