Dönüştüremeyecekler

Çanakkale ve sonrası savaşlarda taktiği belliydi: 'Rütbeli subayları vurursak o güçlü orduların askerlerini felç ederiz.'Demişti.

Çanakkale ve sonrası savaşlarda taktiği belliydi:

'Rütbeli subayları vurursak o güçlü orduların askerlerini felç ederiz.'Demişti.

Ve engereği dilinden bir atımda vuran keskin nişancılar Çanakkale'de bir dalga gibi yükselen düşman saldırılarını rütbelileri vurarak yavaşlatmış, savunma durumundaki Mehmetçik'e moral ve zaman kazandırmıştı.

Gel zaman git zaman içinde Mustafa Kemal'in bu taktiğini günümüzde iç ve dış alçaklar kullanmaya başladı.

Balyoz, Ergenekon kumpaslarıyla Türk Silahlı Kuvvetlerinin cemaatlere teslim olmayan, satın alınamayan subayları Silivri mahpushanesine doldurularak ordu etkisiz hale getirilmeye ve saygınlığı yok edilmeye çalışıldı. En son da hala üzerinde onlarca soru işareti olan 15 Temmuz Darbe Girişimi sahneye konuldu ve bir kez daha ordunun güvenirliği gündeme getirildi. Yani Atatürk'ün o askeri deha yöntemi bu kez içimizdeki alçaklar tarafından ülke bütünlüğümüze uygulanmaya çalışılmıştı.

Her şey bir kurgu içinde planlanmıştı… Altın yumurtlayan devlet kurumlarının özelleştirilmesi, TC gibi ulusal değerlerin temel yapısındaki değişimler içte nüveleşmiş ve ülkemizin hayat damarlarına nüfuz etmiş o habis ur Türkiye Cumhuriyeti'nin yok edilmesi için en ince ayrıntısına kadar konuşlandırılmıştı.

Daha gerilere gidelim…

Değerlerimiz için başlatılan saygısızlık propagandaları… Okullardaki Atatürk köşelerinin çöplüklere atılması… Cumhuriyet'in kurulmasında başrol oynamış Mustafa Kemal ve İsmet İnönü için ayyaş yakıştırmaları… Cumhuriyetin sayesinde devletin en üst makamlarına gelenlerin ulusal bayramları es geçmeleri ve törenlere katılamama bahaneleri dönüştürülmeye atılan adımlar olmuştu. Bütün bunların mükâfatı da iktidarda kalma, yapılanlara ses etmeme olarak sunulmuştu.

Ancak oyunları o iğrenç çıkar çatışmasında bozuldu. Ortaklıklar çözülünce de Allah'ın kitabını seçim meydanlarında sallayanlar, ağızlarından Allah kelamı düşürmeyenleri birbirine düştü. Karşılıklı çamur atmalar, ortalığa saçılan kayıtlar dönüştürerek ülkenin rejimini değiştirmeye çalışanların yolunu tıkadı.

Tarihler 15 Temmuz 2016 yı gösterdiğinde ise takke düştü kel göründü… Vatana ihanet suçu olan darbe bütün bir ülkeyi sarstı. Ve görüldü ki her beş vakit Allahsız, kitapsız, vatan haini dedikleri laikler, sosyal demokratlar, ulusalcılar, solcular tertemiz, ama Allah'la aldatanlar vatan haini çıktı.

Bizler buna ilahi adalet adını koyduk! Ve geldik mi Zafer Haftasına…

30 Ağustos her zaman bizim ülkemizde sağ tarafından askerin bayramı diye burun kıvrılan milli bayram olarak değer görür. Bunun bahanesi de 29 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbeler olarak lanse edilmeye çalışılır. Oysa 30 Ağustos varını yoğunu ortaya koyan, namus ve şerefini silaha dönüştürüp emperyalizme baş kaldıran bir ulusun zafer günüdür. Bu zaferin içinde Çanakkale, Sakarya, Dumlupınar, İnönü zaferlerinin toplamı yatar.

Son darbe girişimi sonucunda Atatürk ve silah arkadaşlarına, laikliğe küfredenler sanki akıllarına ve yüreklerine sihirli bir değnek dokunmuş gibi birden Atatürkçü kesildiler, laiklik için zaten hakkı olan övgüleri sıralamaya başladılar. Bu da halkımızın gözünden kaçmadı ve siyasi literatürümüze 'g..t korkusu olarak yazıldı.

Şimdi 30 Ağustos Zafer Haftasındayız… Afyon sırtlarında yurtseverler bize zafer günlerini yaşatanlara saygı duymak için nöbet tutuyorlar.

Bakalım her öğün Türkiye Cumhuriyetini aşağılayanların akılları başlarına gelmiş mi? Gelmişse 30 Ağustos için bütün bir ulus görkemli bir bayram olarak mı kutlayacağız yoksa terör var, hasta oldum törenlere katılamayacağım bahaneleriyle bu muhteşem gün savsaklanacak mı?

Demokrasi adına meydanları dolduran ve dünyaya darbeye karşı göğsünü siper eden bir halk olarak adını yazdıranlar 30 Ağustos Zafer Bayramında da ellerinde bayraklar, dudaklarında dua ve marşlarla yeri göğü inletecekler mi?

30 Ağustos 2016 Türkiye'nin birlik ve beraberlik gücünün altına imza atacağı gündür.

Bir yurttaş olarak o meydanda yerimi alacağım… Ülkemin birliği, beraberliği için dimdik.

Varlığımla bir kez daha emperyalist güçlere ve onların aşağılık uşaklarına haykıracağım:

-Bizi dönüştüremeyeceksiniz!

30 Ağustos Zafer Bayramını anlamlaştıran Nazım Hikmet'in o güzel şiirini yurtseverlere armağan ediyorum.

Büyük taarruz

Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.

Ve yıldızlar öyle ışıltılı öyle ferahtılar ki sayak kalpaklı adam nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere inanıyordu ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında, birden bire beş adım sağında onu gördü.

Paşalar onun arkasındaydılar.

O, saati sordu.

Paşalar `üç' dediler.

Sarışın bir kurda benziyordu.

Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.

Yürüdü uçurumun kenarına kadar, eğildi durdu.

Bıraksalar ince uzun bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak

Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlayacaktı.

Nazım HİKMET

Bakmadan Geçme