Gerçek bir öyküde kardeşliğimiz

Mehmet, Diyarbakırlı can arkadaşımdı. Ağrı'da askerliğini sıhhiye olarak yaparken Çorumlu Gülcihan ile yolları kesişmişti. Gönül bu ya, memleket dinler mi sevmişler birbirlerini.

Mehmet Kürt ve sünniydi. Durumu Diyarbakır'da hacı babasına açacak ama olur ya ters bir yanıt elini kolunu bağlar diye korkuyordu.

-Hadi Diyarbakır'a gidelim. Dedim. Yıl 1978'di…

Çocuklar gibi sevindi… Van Diyarbakır arası sekiz saatlik otobüs yolculuğu. Kestik Van Gölü yazıhanesinden Van Gölü otobüsüne biletleri ver elini Diyarbakır dedik.

Eski Diyarbakır mahallelerinden biriydi ailesinin oturduğu yer... Dar sokaklardan taş yapılı, içinde birkaç evin yer aldığı avluda çaldık baba evinin kapısını. Babası açtı kapıyı aldı: 'Selamın aleyküm!' Selamımızı, 'Aleyküm selam!' Diyerekten

Namaz vaktiydi. Abdest almaya yöneldi. Mehmet de yanına düşüp abdest almasına refakat etti.

Akşam yemeğini yedik. Kürtçe konuşuyorlardı. Anlayamadığımı anladığında Mehmet tercüme ediyordu. Sonunda anlattı derdini Mehmet.

'Türk ve alevi bir kız. İzin verirsen durumu ağabeylerime de açacağım baba.' Dedi.

Yaşlı adam düşündü. Sonra tane tane:

'Mademki siz karar vermişsiniz bana Allah hayırlısını nasip eylesin demek düşer.' Dedi Kürtçe.

Mehmet o çok önemsediği ve üzerine titrediği soruyu sordu:

'Aleviler!'Dedi.

Yaşlı adam gülümsedi, Mehmet'in elini tutarak Kürtçe:

'Allah bir ya! Benden izin oğul.'Diye sesini yükseltti.

Babasının eline sarıldı Mehmet, öpüp alnına koydu.

'Sağ ol baba… Yükümü kaldırdın.' Diye teşekkür etti.

Durumu ertesi gün ağabeylerine anlattık. Onlar da hayırlı yol verdi. Ve Van'a döndük.

Sıra Gülcihan'ın ailesine gelmişti. Gülcihan'ın babası yoktu. Annesi sözün sahibinin Urfa cezaevine olan kaza sonucu cinayet işlemiş ağabeyinin olduğunu bildirdi. Mehmet kederlenmişti. Urfa cezaevindeki ağabey hem suçundan dolayı, hem de bu ani gelişmeler yüzünden asabileşmişti.

'Ben oraya gidemem. Mutlaka olumsuz karşılar. Gel yardım et şuna bir mektup yazalım.'Diye Mehmet rica etti.

Eh serde yazmak var ya… İki üç sayfalık bir rica ve izin mektubu döşedik Ali'ye. Son noktayı koyarken de: 'Sevenleri kavuşturmak sevaptır.' Dedik.

Mektuba önce sert cevap geldi. O bilindik ön yargılara sarılmıştı kader mahkûmu Ali. Daha da ileri giderek Gülcihan'ı ölümle tehdit etmişti.

Ardı ardına mektuplar yazdık Mehmet'le. İçine tek bir öfkeli sözcük, kinaye koymadık. Ve yumuşadı Ali:

'Allah mesut etsin. Benim mahkûmiyetimin bitmesini beklemeyin. Usulüne erkânına göre yapılacakları yapın.' Mektubu geldi.

İki candan seven genç böylece dünya evine girdi. Zaman içinde bir oğulları oldu, bir de kızları. Oğullarının adını Azat koydular. Ama o sıralarda Azat ve benzeri isimler Kürtçe diye Nüfusa kaydı yapılmadı. Onlar da Özgür dediler oğullarına. Uhde kalmasın diye de biz hep kara gözlü yeğenimize hem Azat hem de Özgür diye seslendik.

Şimdi Azat da, Özden de üniversiteyi bitirdiler. İş güç sahibi oldular. Cüce sepet altında kalmaz diye bir söz var ya… Onlar da evlendiler. Daha geçen bayram Mehmet'le telefonda konuştuğumuzda; 'Bizimkiler gelecek, torunlarımızı seveceğiz. Darısı başınıza' Diyordu.

Sadece Gülcihan ve Mehmet mi? Aynı coğrafya da etnik kökenleri farklı olan nice arkadaşlarımız ve dostlarımız hayat arkadaşı oldular, evlenip barklandılar, çoluk çocuğa karıştılar. Kimi İzmirliydi gelinlerimiz, kimi Bursalı… Kimi İstanbulluydu damatlarımız kimi Konyalı… Sevgiydi bir mıknatıs gibi gönülleri birbirine yapıştıran

Yani dostlar, bu ülke baştanbaşa çok renkliliğin ülkesidir. Üç beş haytanın, birkaç sütü bozuğun ve nevri dönmüş siyasi manevraların ucuz kahramanlar asla kardeşliğimizi yok edemeyeceklerdir. Yaşananlar bizi bizden koparamayacak tam tersi birlik ve beraberliğimizi güçlendirecektir.

Hem bunlar kim oluyor da; sen şusun, ben buyum hesabını soruyor. Eğilsinler de sağırlaşan yüreklerine bir kez daha ve bin kez daha haykırayım:

-Biz ANADOLUYUZ! ANADOLU!

-Biz TÜRKİYE'YİZ

Kanıt mı istiyorsunuz?

Çanakkale'de mezar taşlarında adı ve memleketi yan yana yazanlara bakın

Kanıt mı istiyorsunuz?

Bin yıllık kadim kardeşliğimiz ve dostluğumuzu bir araştırın…

Bakmadan Geçme