Göğün ikiz kardeşiydi Van Gölü
Van Atatürk Lisesinin 6 Edebiyat A sınıfı öğrencileriydik. En sevdiğimiz dersti Edebiyat. Ve çok şanslıydık ki öğretmenlerimiz de edebiyata tutkundular ve ders verirken bizi alıp kendi hayal dünyalarına taşımayı başarırdılar.
Uzak Ege kentinden tayini çıkıp ta Van'a gelen öğretmenlerimizden biri dersten arta kalan bir buklelik zaman içinde tayinin çıktığı günlerdeki ruh halini anlatmıştı. Öyle güzel anlatmıştı ki sınıfımızın ele avuca sığmayan bir avuç şeri rahmetli Bekir Kartal'da onu dikkatle dinlemişti.
Şöyle başlamıştı o günleri anlatmaya:
“İki gece anneme sarılıp ağlamıştım. Yahu ben oralara nasıl kalkıp giderim kız halimle. Allah'ın unuttuğu yerler. Hem de sürgün yerleri. Babamla Konuşta gidip bir hal çaresine bakalım başka yere tayin olayım. Korkuyorum anne demiştim. Annem de Altan alarak bana armağan ettiği Çalıkuşu romanını anımsatmıştı. Hani sen Feride öğretmeni ne kadar sevdiğini söylemiştin. Bak şimdi gerçek hayatta sen Feride olacaksın. Ya bismillah de ve nasibini geri çevirme kızım demişti.”
Bir ara soluklanan öğretmenimiz sınıfta hepimizin soluksuz kulak kesildiğimizi görünce devam etmişti:
“Neyse hazırlık yaptık ve babamla yola çıktık. İçim nasıl sıkılıyor anlatamam. Şanlıurfa'dan sonra gün ağardığında Siverek'i geçerken ben tırnaklarımı kemiriyorum, babam da teselli ediyor. Buraları yol boyları kızım sen şehir merkezinde bir okulun öğretmeni olacaksın. Hem biliyorsun Van bir bölge ili. Sorunsuz bir şehir diyor. Ama benim gözlerim giderek yeşili azalan dağlarda. Git git bitmiyor yol. Bitlis'ten geçerken artık kendimi tutamayıp babamın eline sarıldım. Baksana baba buraları toprak ve dağdan şekillenmiş. Babamın da artık sesi soluğu yok o da farkında giderek büyüyen huzursuzluğumun sadece sabır diyor başka bir şey demiyor. Otobüs şoförümüz Hacı Bey upuzun düzlüğü aşarken sol yanımdaki dağı gösteriyor burası Nemrut Dağı. Üzerinde gölü var diyor. İçimden dağdan başka zaten neyiniz var diye mırıldanıyorum. Ve tatlı bir yokuşu usul usul tırmanıyor otobüsümüz. Sonra şaşırtıcı bir manzara ile koltuğumda dikleniyorum. Önümüzde masmavi bir deniz! Sanki gökyüzü yeryüzü ile birleşmiş. Dikiz aynasından heyecanımı gören şoför bakın işte bu da Van Gölü. Dağların mavi kraliçesi...”
Öğretmenimiz heyecanlanıyor. İliştiği öğretmen masasından doğrulup sınıfın içinde voltalar atıyor. Sanki o anı yaşıyormuş gibi sevinç içinde:
“Yaklaşık yirmi dört saati geride bıraktığımız bütün o sıkıntılı zamanı sanki bu görkemli mavilik eritip yok ediyor. Tatvan'da duruyor otobüsümüz. On beş dakikalık bir mola sonunda yolculuğumuz yeniden devam ediyor. Babama Halikarnas Balıkçısı'nın Mavi Sürgün'ünden söz ediyorum. Baba o da öyle demiş sürgün giderken. Birden önünüze deniz çıkarsa şaşırmayın. Bak aynısı diyorum. Ve çocuklar işte benim sizin memleketinizdeki dört yıllık maceram böyle başlamıştı. Tam da pes etmişken Van Gölü, düştüğüm karamsarlık duyguları içinden çekip almıştı beni. Sevincim, koca babamı bile etkilemiş, gözlerinden yanaklarına düşen gözyaşlarını elinin tersiyle silerek, bak kızım sabır her şeyi güzelliğe çıkarıyor demişti.”
Öğretmenimizin o yıllarda gerçekten sürgün yerlerinden bir olan memleketimizle ilgili anısı sadece Van Gölü'nün görüntüsü ve muhteşem kıyılarıyla bitmemişti.
“Ne çok çay seversiniz. Selam verdiğimiz her yerde çay. Birde çaycılar çok zeki ve akıllı. O lezzetli çaylarını, ellerindeki aynalı terazilerle size getirip sunduklarında, başka kentli olduğunuzu anlayıp hemen tabağın yanına kaşık konduruyorlar. Ama ben zaman içinde kırtlama geleneğinize de alıştım. Tekel binası önünde kartpostal alırken, öğrencilerimin babalarından biri cebindeki kuru üzümü avuçlarıma bırakıp, Hoca Hanım bununla dene demişti. Ve bende kırtlama şeker yerine hep kuru üzümü tercih ettim. Bir tanesiyle bir bardak çay içebiliyorum.”
Van Gölü sadece iklimi etkileyen ve Yüksek Deniz olarak adlandıran yanıyla sevimli kılmamış memleketimizi. Demek ki öğretmenlerimiz de sevdalanmış ona. Ve o güzellik beğenmezsem istifa edip giderim diyen öğretmenlerimize de gönül bağı olmuş.
Öğretmenimizin çok haklıydı. Bitlis Ovasının bittiği, Tatvan'a tırmanan o yokuşun ardında birdenbire Van Gölü sere serpe serilir önünüze. Ve Halikarnas Balıkçısı adıyla ünlenen yazarımız Cevat Şakir Kabaağaçlı'nın:
“Birden karşınıza deniz çıkarsa şaşırmayın.” Betimlemesini hatırlatır Van Gölü.
Dağ görüntülerinin uzun kara yolu yolculuklarınızda boğup karamsarlaştırdığı bir sırada karşınıza çıkar ve sizi mutlandırır.
Ve ben tam o noktada her zaman içimden:
—Göğün ikiz kardeşi Van Gölü! Çığlığı atarım.