Gün Olur Asra Bedel
Yavuz Yıldızbaş yazdı...
Üniversite yıllarımdı..
Öğrencilik garibanlığı üzerimizde; yiyeceğe içeceğe, giyeceğe, kiraya, yakacağa, yola, para yetiştirelim derken, kitaba para ayırmak hayli güçtü. Tam bu esnada kütüphane imdadımıza yetişiyordu.
Cengiz Aytmatov kitaplarıyla tanışmam da kütüphane raflarında nasip oldu.
Beyaz Gemi, Toprak Ana, Cemile, Dişi Kurdun Rüyaları, Gün Olur Asra Bedel kitapları rafta yan yana dizilmişti.
Bu dizilişte elime aldığım ilk kitap, Gün Olur Asra Bedel romanıydı.
Kitabı büyük keyifle okuduğumu hatırlıyorum.
Ki aradan 20 yılı aşkın süre geçmesine rağmen kitabın içinde geçen çoğu hikayeler aklımda kalabilmiş.
O günlerden bu günlere kadar binlerce kitap okumama rağmen, okuduğum romanlar içinde sıralama yap derseniz ilk beşe alacağım kitaplardan biri Aytmatov'un 173 dile çevrilen bu romanı olur.
Hatta yazarın hayat hikayesini kendime yakın bulduğum için 1. Sıraya yerleştirebilirim bile..
Bu kadar övgü yaptığım bu romandan kısaca bahsedip, okumayanları teşvik ve tavsiye etmek de bir nevi hediye yerine geçmeli bence.
...
Bu eseriyle tabiri caizse edebiyatın zirvesine çıkan Aytmatov, olayları olağanüstü bir şekilde işleyerek muhteşem kurgusuyla Kazakistan'ın Sarı Özek Bozkırında yer alan Boranlı tren istasyonunda çalışan Yedigey ve onun dostu Kazangap'ın hikayesini anlatmakla başlıyor.
Yedigey dostu Kazangap'a verdiği sözü tutmak için onun cenazesini Ana Beyit mezarlığına defnetmeye götürürken geçmişi iyi-kötü, acı-tatlı yönleriyle gözünün önünden geçirir ve bir çeşit ruhu ile dertleşme gerçekleştirir. Belki de o gün ona asra bedel bir gün olur..
Yazar, Yedigey'in hikayesinde insana ait sevgiyi, saygıyı, aşkı, vefayı, dostluğu, arkadaşlığı, iyiliği-kötülüğü barındıran birçok duyguyu nakış nakış işlediği hikayelerle gözümüzün önüne getiriyor.
Bu hikayelerde yaşadığı toplumun, örf anane, gelenek göreneklerini, kültürlerini, işleyerek anlatan yazar; Nayman Ana destanıyla da savaşların kötülüğünü anlatırken; uğradıkları haksızlıkları, adaletsizlikleri, baskıları işliyor.
Bu destanda insanların nasıl kendi değerlerinden, milletinden, ailesinden, tarihinden uzaklaştırılırak "Mankurt"laştırıldığını tarihsel gerçeklerle ortaya koyuyor.
Burda kısa bir paragrafla Mankurtlaştırılmayı açıklama gereği hissediyorum.
"Savaş esirlerinin başlarına, yeni kesilmiş deve derisinden bir şire geçirilir ve kızgın güneşin altında bekletilen bu esirlerin kafa derileri değişir, alttan gelen saçlar beyne baskı yapar. Böylece çoğu ölse bile kalan esirler, geçmişini bilmeyen, efendisine köle olan, hafızasız ve duygusuz bir robot-insana dönüşür."
Aytmatovun bu romanı sayesinde sosyopsikolojiye "Mankurt" kavramı girmiştir.
Nayman Ana efsanesi ve mankurtlaşma hikayesinden başka, Abutalip Kuttubayev isimli öğretmenin, aynı zamanda bir babanın yaşadığı trajediyi anlatıyor. Daha sonra ise Ana Beyit mezarlığının olduğu yere yapılan uzay üssüyle ilgili olaylar anlatılıyor.
Bunların devamında anlatılan ayrı bir kitap konusu olan ve aynı yerde geçen "Cengiz Han'a Küsen Bulut'da" idam edilen aşıkları ve Cengiz Han'ı terk eden bulutu anlatıyor.
Bu kadar yoğun ve farklı zamanlarda gelişen olayları mazlum-zalim ilişkisiyle bir arada buluşturuyor.
...
Yazar her eserinde olduğu gibi bu kitabında da okuyucuyu romanın içine öylesine çekiyor ki, adeta kahramanlarla buluşturuyor.
Yedigey'in ailesi ve çevresiyle yaşadıklarını okurken bunu daha net hissediyorsunuz.
Bununla bitiyor mu?
Tabiki hayır.
Boranlı'nın havasını, yazın serin çağını, kışın soğuğunu, öyle betimliyorki, onlarla beraber donuyor, onlarla beraber ısınıyorsunuz adeta..
Olayları anlatış şekli oldukça samimi ve yaptığı betimlemeler sade abartısız olduğu halde çok etkileyici bir yazım tarzıyla kendinizi birden hikayenin içinde yaşayan birey olarak görüyorsunuz.
...
Aslında, romanı daha uzun anlatabilirdim. Lakin merak edip okumanız için bu kadarlık değerlendirme yeterli diye düşünüyorum.
Son olarak kitabın arka kapağında aklımda kalan cümleyle yazıma nokta koyuyorum.
"Cengiz Aytmatov' un bütün dünyada geniş yankılar uyandıran bu romanı, yürek paralayan, tüyler ürperten bir haykırıştır. Fakat umutsuz bir çırpınış değil, tutsaklığa, baskılara ve sürgünlere karşı umudu hep diri tutan bir meydan okuyuştur."
Bol kitaplı, bol okumalı günler...