Güven bunalımının yarattığı tahribatlar

Bütün sağlıklı ilişkilerin temelinde güven yatar. İki arkadaş arasında, karı koca arasında, müşteri ile satıcı arasında, hoca ile öğrenci arasında ve yönetenle yönetilen arasında ilişkinin düzeyini belirleyen güvendir. Güvensizliğin başladığı yerde her şey biter, güven bunalımı başlar.

Bugün Türkiyede vatandaşla iktidar arasında bir güven bunalımı yaşanıyor. Çünkü söylenenlerle olup bitenler çoğu zaman birbirini tutmuyor. Hal böyle olunca vatandaş yukarıda yer tutmuş yönetenlerin söylediklerine inanamıyor.

Basiretsiz yöneticiler çıkarları uğruna halkı aldatabilirler

Yönetenler bu bunalımı düzeltmek için kendilerine çeki düzen vermezlerse buna devam ederlerse hem kendilerini hem de toplumu uçuruma sürüklerler. Çünkü toplum yönetenlerin söylediklerinin doğru olduğu kanatı ile idareye rıza gösterir, eğer bir şüpheye düşerse bu onaylama ve benimseme kaybolur, yerini kuşku alır. Kuşkunun hakim olduğu bir iklimde ise düzgün işleyen bir yönetim sözkonusu olamaz. Giderek hem içerde hem dışarda itibar kaybeder, bunu örtmek için felaketler bataklığına sürüklenir. Gün gelir kendi söylediği yalanlara inanır, herşey tahrip olduğunda iş işten geçmiş olur.Son günlarde yaşanan bir kaç örnekle ne ifade ettiğimi açıklayayım.

Ankara patlamasının faili

1. Ankara patlamasının hemen ardında başbakan başta olmak üzere hükümet yetkilileri ortaya çıkıp, 'intihar bombacısını kesin biçimde tespit ettik, adı M. Nacar, Suriye uyruklu, YPG üyesi, bu eylem YPG ve PYD tarafından gerçekleştirildi', dediler.

Peki, daha ölen ve yaralananların bile kimliği tesbpit edilmeden, parmaparça olmuş bir cesetten failin kimliği nasıl bir çırpıda tespit edildi? Daha bu soruya cevap verilmeden PYD lideri Salih Müslim,'bu eylemle bizim uzaktan yakından bir ilişkimiz yok, söylenen kişiyi de tanımıyoruz, bugüne kadar Türkiye'ye de tek bir kurşun atmış değiliz' diye açıklama yaptı.Hemen ardından, bombacının hükümetin ısrarla açıkladığı Nacar olmadığı ortaya çıktı, failin Abdülbaki Sömer isminde biri olduğu belirtildi, eylemi de Tak diye bir örgüt üstlendi.

Bu gelişmenin ardından yanlış beyanda bulunduk, halkımızdan özür dileriz demek yerine,hükümet sözcüsü çıkıp pişkince, 'ismin, failin, örgütün değişmiş olması hiçbir şeyi değiştirmez' dedi. Nasıl değiştirmez? O zaman sizin Suriye bataklığına girmek için bahane aradığınız seneryosu ortaya çıkmaz mı? Bu durumda vatandaş size nasıl inanancak? Bu güven bunalımı nasıl aşılacak?

Erdoğan Obama görüşmesi

2. Cumhurbaşkanı Erdoğan ABD başkanı Obama'yla telefonla görüştükten sonra kamuoyuna bir açıklama yapıldı. Bu açıklamada tez cümle dendi ki, 'PYD dizginlenecek, Türkiyenin meşru müdafaa hakkı var, gerektiğinde bu kullanılacak.' Yani ABD'nin PYD ve Suriye konusunda Türkiye tezlerini kabul ettiği ima ediliyordu.

Ne var ki hemen ardından ABD'den konuşmanın içeriği ile ilgili bunları yalanlayan bir açıklama geldi. Yapılan resmi açıklamada bunların hiç birinin ABD tarafından söylenmediği anlatılıyordu. Üstelik Beyaz Saray yetkilisi ve Dışişleri bakanlığı sözcüsü 'PYD terör örgütü değil' diyor; yanısıra meşru müdafadan bahsedilmiyordu,yani böyle bir şeyin Obama tarafından dile getirilmediği söyleniyordu. Üçüncü olarak da bu konuşmada Türkiyenin top atışlarına son verilmesi gerektiğinin altını çiziyor. Şimdi biz hangi metne ve kime inanacağız. Ortada bir güven bunalımı olduğu için bu konuşma sorgulanıyor; o zaman doğrunun ortaya çıkması için konuşmanın tutanaklarının yayınlanması isteniyor haklı olarak. Bakalım yayınlanacak mı?

Dolayısyla Türkiye südürdüğü yanlış suriye politikası sadece onu yanlızlaştırmıyor aynı zamnda mütefikleriyle karşı karşıya getiriyor, yalancı durumuna düşürüyor ve itibarını zedeliyor. Şimdi söyleyin bakalım bu büyük ülke dış politikası bumu itibar? İçi boş büyük hayaller peşinde koşacağınıza, Şamda Emevi camiinde namaz kılma hayallerini kuracağınıza ülkemizde doksan bin cami var, sorunlarını çözüp buralarda namaz kılmak neyinize yetmez söylermisiniz?

Cerattepe olayı

3. Bir başka örnek Cerattepe olayıdır. Başbakan hafta sonu ekranların karşısına bir çok bakanla geçip Cerattepe için şu açıklamayı yaptı:'Biz de doğanın korunmasından yanayız, vatandaşlarımızın itiraz hakkı var elbette, kalkınmanın doğayı tahrip etmeden yapılmasından yanayız, bir yanlış varsa düzeltiriz.'Amenna. Peki ne oldu bu açıklamadan sonra?

a) Doğanın katline devam edildi. b) İtiraz eden vatandaşa onun vergileriyle memur edilmiş polislerce ve gene vatandaşın vergileriyle alınmış gaz sıkıldı, bir çok insan yaralandı, kolu bacağı kırıldı, gözleri oyuldu, dövüldü. Yani halkın tercihleri hiçe sayıldı. c) Üstelik bütün bunlar devletleşmiş bir şirket için yapılıyor. Bu şirketin başındaki adamın millete ettiği hakaret belleklerde ve cezasız kalmış durumda. Bu da hükümetin bu kişiyi ve şirketini koruduğunu, kolladığını ayan beyan göstermiyor mu?. d)Demokrasi kalkınma dengesinde AKP hükümeti hep demokrasiye vurgu yaptı ama kalkınma adı altında doğayı tahrip etti.

Sonuç

Burada Kızılderili şefin şu sözünü hatırlatmak isteriz: 'Son ağaç kesildiğinde, son ırmak kuruduğunda, son balık tutulduğunda, beyaz adam paranın yenmeyecek birşey olduğunu anlayacak, ama ozaman iş işten geçmiş olacak.' Millete hakaret edenleri halkın gözü içine baka baka milletin değerlerini peşkeş çekmek, buna itiraz edenleri de coplayıp hangi hakka, hukuka ve demokrasiye sığar?Şimdi siz söyleyin, bir güven bunalımı var mı yok mu?

Bakmadan Geçme