Hani ağlamak ister ağlayamazsın ya
Bahar yağmurları bereketli Anadolu topraklarına rahmet olup yağdığında geldi kanlı gün.
Hem de Ankara'da!
Yahu Ankara neresi?
Ankara bir ülkenin başkenti…
Ve üçüncü kez ölümü satanların uğrak yeri oldu.
Bence bunun adı kader değil… Tanrıya suçu yıkmak ise hiç değil…
Bu bal gibi liyakatsiz ve metelik etmez yönetenlerin affedilmez aymazlığı.
Bir değil… İki değil… Üçüncü kez ve göstere göstere geldi ölüm tuzağı.
Üç gün önce eli kimin cebinde belli olmayan o süper ülkenin konsolosluğunun sitesinde yayınlandı cehennem yaratacakların ayak sesleri. Yurttaşlarına:
'Aman dikkat!' Uyarısı yapıldı.
Hayatını yitirenlerin cenaze törenleri naklen yayınlanıyor televizyon kanallarında.
Öğrenci, memur, çoluk çocuğunu Pazar gezmesinden sonra yuvasına taşımaya çalışan anneler, babalar…
Paramparça oldular bir Ankara gününde. Dağıldı parçaları yağmur yemiş ıslak caddelere.
Elbette sadece Ankara değil. Ölümün olduğu her yer için kanıyor yüreklerimiz. Ahmet Arif'in:
'Nerede bir insan ölürse oralı olur yüreğim.' Dizeleri yankılanıyor içimizde.
Ve Ataol Behramoğlu'nun:
'Ne kadar yağarsan yağ yağmur yurdumun gözyaşları gibi ıslatamazsın.' Sesi.
Berbat günleri yıkıyorlar önümüze. Tam da ağaç dallarında baharın deli suları yürüyüp, tomurcukların çiçeğe dönmeye başladığı günlerde.
'Bahar sizin neyinize? Alın size kanlı günler. Hak ettiğiniz bu!' Diyorlar.
Terör, serseri kurşunlar gibidir adres sormuyor. Kimlik, din, milliyet sorgulamıyor. Amaç yaşam alanlarına korkunun gölgesini buzdan bir örtü gibi sermek…
Ve zor olan ne biliyor musunuz?
Bütün bu yaşananların teşhisini koyup da dermanını yaratamamak… Kendi iç dünyasında barışık olmayan, öç duygularını geçmişin karanlıklarında besleyip büyüterek, halkının huzuruna taşımaya devam edenlerin uzatılan ömürleri…
Nazım Hikmet'in de dediği gibi:
'Kabahat senin demiyorum, kabahatin çoğu senin kardeşim.'
Her gün ölüm…
Sokaklar, caddeler, dolmuşlar, otobüsler ve tüm yaşam alanları tehdit altında.
Hayatlarımız Rus ruletine dönüştürüldü.
Birileri:
'Bundan böyle helalleşmeden zinhar sokağa, caddeye, çarşıya, pazara çıkmayın.' Dedirtmeye çalışıyor.
Gazeteler ölenlerin öyküsünü yazıyor sayfa sayfa…
Hani ağlamak ister ağlayamazsın ya, işte öylesine dondurup bırakıyorlar gözyaşlarınızı gözkapaklarınızın içinde. Sessiz ve umarsız içine akıtıyorsunuz çoğalan acılarınızı.
Ancak unutmayın ki sessizliğinizi korktu bilenler daha bir azgın saldırılarla kuşatacaklardır her bir yanınızı.
Silkinin!
Sesinizi seslere katın ve çığlığa dönüştürün.
Tek başına değil… Yüz binlere, milyonlara dönüşerek yürüyün ki zebanilerin alçak oyunları bozulsun.
Çare bu!