Hayatı paylaşmak için
Parmağımızın ucuna bir diken batsa canımız yanar değil mi? Ağrıdan zonkladıkça her işimizi bırakır o dikeni çıkarmaya, bir an evvel ağrısından kurtulmaya çalışırız. Peki o parmağımızın kesildiğini, koptuğunu farz edelim bir de, ne kadar çok acı çekeriz, hayatımız kabus olur adeta. Ya o parmak çocuğumuzun parmağıysa. Allah korusun. Dünyada hiçbir şeyle kıyaslayamayacağımız yavrumuz, biricik evladımız.
Parmağımızın ucuna bir diken batsa canımız yanar değil mi? Ağrıdan zonkladıkça her işimizi bırakır o dikeni çıkarmaya, bir an evvel ağrısından kurtulmaya çalışırız. Peki o parmağımızın kesildiğini, koptuğunu farz edelim bir de, ne kadar çok acı çekeriz, hayatımız kabus olur adeta. Ya o parmak çocuğumuzun parmağıysa. Allah korusun. Dünyada hiçbir şeyle kıyaslayamayacağımız yavrumuz, biricik evladımız. Para, pul, mal, mülk hiçbir şeyle kıyaslanamaz onların sağlığı. Allah hiç kimseye evlat acısı vermesin, hiç kimseyi evladıyla imtihan etmesin. Evet, sağlık kadar büyük bir zenginlik yok şu kısa dünya hayatında. Kendi canımızı uğruna feda edeceğimiz evlatlarımızın sağlığı dünyanın en büyük zenginliğidir.
Oysa hayatın akışı içinde mutluluğumuzu bozan ne çok şeye takılırız. Daha fazlasını kazanma hırsı, başkalarından geri kalmama mücadelesi, eşya-giyim-kuşam takıntıları, makam-mevki hırsı, peşinden koştuğumuz arzularımız, ihtiraslarımız. Sahip olduğumuz zenginliğin farkında olmadan sahip olamadıklarımız için çırpınışlarımız. Silkelenip kendimize geldiğimizde ne kadar boş şeyler için dertlendiğimizi görürüz. Ellerimiz, ayaklarımız, parmaklarımız, gözlerimiz, tüm uzuvlarımız... Düşünme yeteneğimiz, hafızamız, dengemiz... Bize bahşedilen en büyük zenginlikler. Bunlardan herhangi birini kaybetmemiz tarifi güç buhranlara, bunalımlara ve bitmek bilmeyen güçlüklere iter insanı. Ama sahip olduğumuz değerlerin önemini ancak kaybettiğimizde anlıyoruz değil mi? Ve her gün, her an bu ihtimalle yaşıyoruz. Bir kaza, bir afet, bir ihmal sahip olduğumuz en büyük zenginliğimizi, "sağlımızı" kaybetmemize sebep olabilir.
Empati yapma yeteneği çok zayıf bir toplumuz. Ancak başımıza geldiğinde farkına varabiliyoruz. Daha kendi sağlığımızın, fiziksel ve zihinsel değerlerimizin farkında değilken başkalarının sağlık sorunlarını, bedensel sakatlıklarını nasıl görebilir, nasıl fark edebiliriz ki? Onların yaşadıkları zorlukları, duygusal sorunları, hayatta karşılaştıkları güçlükleri nasıl anlayabiliriz?
Doğar doğmaz fiziksel veya zihinsel rahatsızlıklarla doğan bebekleri düşündünüz mü hiç? Hayata bir sıfır yenik başlayan o bebekler. Büyüdükçe yaşadıkları güçlükler de onlarla birlikte büyür. Kimisi dünyanın renklerini, ışıklarını göremez. Kimisi annesinin tatlı sesini duyamaz. Kimisi rengarenk oyuncağını tutamaz, kimisi yürüyemez, arkadaşları gibi özgürce koşamaz. Kimisi de sosyal iletişim kuramaz, arkadaş edinemez, konuşamaz.
YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ...