HER YERDE BÜYÜK BİR GURURLA VANLI OLDUĞUMU İFADE ETTİM
…Amerika'ya gittim, 1981 sonunda döndüm. İstanbul Teknik Üniversitesine geçtiğimde Türkiye'de ideal işimi bulduğuma inandım. Aniden hastalandım… Amerikada Profesör olarak atanmayı kabul ettim. Bizlerde büyük emeği olan annem çok mutlu bir insan olduğunu söyler dururdu. Ferit Melen beni durdurarak 'Geleceğin Maliye Bakanı nerden çıktı böyle şey söylenir mi' diye beni ikaz etti. Suphi Türkoğlu eniştem Şaban Boysan'ın hayatını kaybettiğini söyledi. Öğrenci hareketleri nedeniyle tutuklanmıştım ve Hurşid Alaylı abi benim onlara yaptığım ziyaretlere ara verince gelip beni İstanbul Rami Kışlasında bulmuştu. Her yerde büyük bir gururla Vanlı olduğumu ifade ettim ve etmeye de devam ediyorum. Van'ın sembol yapıları, kent kimliği maalesef yok olmuş. Deprem daha iyi yapılanması için Van'a bir şans tanımıştı ama o şans iyi kullanılmamış…
Röportaj: İkram Kali
DÜNDEN DEVAM
Düşünürken ne yaptınız?
Mesleki mecmulardın birinde Amerika'da Virginia Tech'in (Virginia Polytechnic Institute &StateUniversity)benim dalımda 4 ders okutmak için bir yıllığına akademisyen aradığını gördüm. Derslere baktım 3 dersi çok rahatlıkla verebileceğimi düşündüm. Bir mektupla üç dersi verebileceğimi ilan 9 aylık olduğu halde 3 ayda araştırma yapmak istediğimden 12 aylık atanmanın daha uygun olacağını belirtip başvurdum. Amerika'da yönetici olmayan kadrolu akademisyenler 9 aylık üzerinden ücret alırlar. Ancak paralı araştırma projeleri varsa üç aylık ek maaş alabilirler. Benim 3 ders ve 12 aylık önerimi kabul ettiler. İstanbul Üniversitesindeki Dekan'da Üniversiteden de ücretli izin çıktığını bildirince 1979 Ekim ayında bir yıl kalmak üzere Amerika'ya gittim. Fakat geliştirdiğim projeler gerektirdiğinden ancak iki yıl sonra 1981 sonunda döndüm. Amerika'dan döndükten sonra İstanbul Üniversitesi'nde profesörlüğe yükseldim. O zamanlar Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) yeni kurulmuştu. Ben eski yasadan profesörlüğe yükseldim fakat İstanbul Üniversitesinde doçentlik kadrosundaydım. O dönem YÖK, profesör ve doçentler için Ankara, İstanbul ve İzmir'e kadrolu tayin yasağı getirmişti ki herkes Anadolu üniversitelerine gitsin. Bir gün İstanbul Teknik Üniversitesi(İTÜ) Maden Fakültesi Dekanı beni arayarak Atatürk'ün yurt dışına gönderdiği ve benimde çok saygı duyduğum hocalardan meslektaşım Kazım Ergin'in emekli olduğunu, İTÜ'nün kadro ilan edebileceğini bildirerek başvurmamı istedi. O zamanlar Amerika'da devam eden projelere katkıda bulunmak için yılda 2 kez gidip geliyordum. Yaz başında 4 aylığına Amerika'ya giderken İTÜ kadrosu için Ankara'da YÖK'e başvuru dosyamı teslim ettim. Döndüğümde İTÜ Maden Fakültesinde profesör ve Jeofizik Mühendisliği Bölüm Başkanı olarak göreve başladım.
Yıllardır severek yapmak istediğiniz ideal işinize kavuştunuz mu sonunda?
İstanbul Teknik Üniversitesine geçtiğimde Türkiye'de ideal işimi bulduğuma inandım. Bu arada Türkiye Petrolleri'in arama çalışmalarına projelerle katkıda bulunuyor ve çalışanlarına kurslar tertipliyordum. Her şey tam istediğim gibiydi. Batman'a giderek Türkiye Petrollerijeolog ve jeofizikçilerine kurs yaptım. Sonra aynı kursu Ankara'da tekrarlarken aniden hastalandım. İstanbul Üniversitesi Cerrah Paşa Hastanesi'nde1 ay kaldığım ve gittikçe kötüleştiğim halde bir tanı yapılamıyordu. O tarihlerde sağlık sektöründe olanaklar açısından büyük sıkıntılar vardı. Bir konsültasyon toplantısında yurt dışına gitme olanağımdan söz edince gitmem önerildi. Yani bu kez hastalıknedeniyle1985 yılında Amerika'ya gittim ve bir kanser enstitüsünde tetkikler başladı. Burada da kesin bir tanı konulamadı ama çalışma tempomu yavaşlatmam önerildi. 1981'den beri Virginia Tech'deki yerbilimleri bölümü kadrolu profesör olmamı öneriyorlardı. Uzun süreli sağlık tetkikleri gerekince 1986sonunda İTÜ'den istifa ederek Virginia Tech'de kadrolu profesör olarak atanmayı kabul ettim.
Amerika gibi uzak bir ülkede akademisyen olarak çalışırken zorluklarla karşılaştınız mı?
Amerika'da kaldığım süre zarfında hiçbir zorluk çekmedim ve şikâyetim olmadı çünkü doğrudan en üst akademik dereceyle ve kadro garantili profesör olarak gittim. Geçen yıl doktora derecemi aldığım İstanbul Üniversitesi'nde Jeofizik Mühendisliği Bölümünün 90. yıl kutlaması açılış konuşmamda Amerika'daki bölümümde doktorasını Amerika'da yapmayan tek profesör olduğum halde3 seçimle toplam 12 yıl liderlik yaptığımı belirterek öğrencileri gururlandırıp motive etmeye çalıştım. Amerika'da kadrolu öğretim üyelerine zorunlu emeklilik olmadığı için emekli olmak isteğimi yadırgayanlara ben 11 yaşından beri çalışıyorum dediğimde çok şaşıranlar oldu. Babamın erken ölümünü ve çektiğimiz sıkıntıları özetleyince de inanılması güç diyenler çok oldu.
Sizi ve kardeşlerinizi eğitim için yönlendiren anneniz başarınız karşısında neler hti? Geriye dönüp baktığınızda pişmanlık duyduğunuz, keşke dediğiniz bir şey var mı hayatınızda?
Bizlerde büyük emeği olan ve bizlerle gurur duyan annem herkese ne kadar çok mutlu bir insan olduğunu söyler dururdu. Amerika'da yaşamaya başlayınca Türkiye'ye her fırsatta gelmeye çalıştım. Proje, seminer, konferans etkinlikleri yılda en az 2 kez Ankara'da annem ve kardeşlerimle bir araya gelmemize olanak verdi. Emekli olduktan sonra her yıl 6 ay Türkiye'de geçirmeye başladık. Türkiye aylarımın yarısını Ankara'da annemle geçirip onu da kendimi de keyiflendirdim. Başta kardeşim Nazmi olmak üzere tüm kardeşler annemizin esen ve mutlu olması için olağan üstü bir ilgiyle annemizin yanında oldular. Ne var ki Kasım 2018'de annemizi Ankara'daki ebedi adresine taşıdık. Annem 5. neslini gören torunun torunu ile oynaşan ender kişilerdendi. Annemin ölüm ilanına 37 uzantısının (çocuk, torun, torun çocuğu, torun torunu, gelinler ve damatlar) isimlerini koyduk. Annemin 37 uzantısından söz etmek eşim Dilek Çoruh'la birlikte sadece 1 çocuğumuzun olduğunu söylemeyi gerektirdi. Kızımız Başak Çoruh tıp doktoru ve Washington Üniversitesi Tıp Fakültesinde (Seattle) doçent ve FellowshipDirector'ü olarak sevdiği işleri yapıyor. Eşimle birlikte keşke tek çocukla yetinmeyip nüfus artışında Türkiye'ye yaraşır katkıda bulunsaydık dediğimiz çok olmuştur. Arkadaşlarımızdan da nüfusa katkı yapanların çok olmadığını üzülerek söylemek durumundayım.
Keşke dediğim bir anımla cevabımı bağlamak isterim. Bir aile sohbetimizde keşke Ankara'daki ilk yıllarımızda maddi durumumuz daha iyi olsaydı dediğimde bilge kardeşim Nazmi çektiğimiz sıkıntıların bizleri hayata daha iyi hazırlayan pozitif etkenler olduğunu söylemişti.
Van'da büyük emekleri olan merhum Ferit Melen ile ilgili tanık olduğunuz veya yaşadığınız bir anınız var mı?
Ferit Bey sadece Van ve çevresi için değil Türkiye için çok önemli bir devlet adamı, saygın ve dürüst siyasetçiydi. Hiçbir ayrım yapmadan tüm Vanlılara sahip çıkar destek olurdu. 1961 seçimleri öncesi Nebi Bekiroğlu ile Ferit Melen için yakın köylere gittiğimiz oldu. Sinemacı olarak bilinen Şefik Soydan'ın güzel arabasının üstündeki hoparlörden Vanlıları Ferit Melen'in hayvan pazarında yapacağı konuşmaya davet için Cumhuriyet Caddesinde yavaş yavaş giderken "geleceğin Maliye Bakanı Ferit Melen'i dinlemek için şu saate hayvan pazarına tüm halkımızı bekliyoruz" diye anons yapıyordum. Ferit Melen beni durdurarak "Geleceğin Maliye Bakanı nerden çıktı böyle şey söylenir mi" diye beni ikaz etti. Ama söylediğim doğru çıktı. Ferit Melen 1961 seçimini kaybettiği halde İsmet İnönü kendisini Meclis dışından Maliye Bakanı yaptı.
Ferit Melen'in Hayvan Pazarındaki seçim konuşması için bir kamyonu platform olarak hazırladık. Bir dükkandan elektrik kablosu uzatarak şoför mahallinin üstündeki bagaja ses düzenini yerleştirdik. CHP Van İl Başkanıve eski Van Belediyesi Başkanı Şaban Boysan kamyon üzerine çıkarak konuşma yapmaya başladığında birden mikrofon sehpasının yanına yığıldı. Mikrofondan doktor anonsu yaptım ama gelen olmayınca CHP'de görevli olan eniştem Suphi Türkoğlu Şaban beyin yanına çıktı. Ben direksiyona geçtim hastaneye gitmek için. Hükümet Konağını yeni dönmüştük ki Suphi eniştem tavana vurarak yavaşlamamı çünkü Şaban Boysan'ın hayatını kaybettiğini söyledi. Şaban Bey karoserin içine yığılırken tutmaya çalışmıştım. Bana bir şeyler söylemeye çalışmıştı ama ben hiç bir şey anlamadım. Yıllar sonra Şaban Beyin "dilaltı ilacını" işaret etmiş olabileceğini düşündüm.
Türkoğlu ailesiyle akrabalığınız nasıl gerçekleşti?
Van Şoförler Odası ve Van Ticaret ve Sanayi Odası Eski Başkanı Suphi Türkoğlu'nun Belediye Garajında babamla çalıştığını hatırlıyorum. Ama akrabalığımız babamın vefat etmesinden sonra Suphi Türkoğlu'nun Şükran ablamla evlenmesiyle oldu. Bu kez 4 kardeşimle birlikte ablam Şükran Türkoğlu ve "şürekası" ile Bayram buluşması yapmak ve hasret gidermek için Van'a geldik. Suphi ve ablam Şükran Türkoğlu'nun dört çocuğu var: Oğlu Ömer, kızları Sema, Serap ve Seven. Ömer başarılı bir iş adamı olarak Vanlılara hizmet ederken, eniştemden devraldığı aile reisliğini büyük bir sorumlulukla yerine getiriyor. Serap ve Seven Cemil Altaylı ve Cem Altaylı ile evlenince de Altaylı ailesiyle akraba olduk. Ömer ve Betül Tam'ın evliliği ablamın Van akraba zincirinin daha büyümesine neden olmuş. Ama hemen belirtmeliyim ki Sultanhanı'nda iş yeri olan Cem Altaylı'nın babası Hurşit Altaylı ve İstanbul Üniversitesinde okuyan ve Hüsamettin Altaylı'nın en küçük oğlu Lüfer Altaylı ile tanışıklığım ve samimi dostluğum üniversite yıllarıma uzanır. 1960 devrimi öncesinde öğrenci hareketleri nedeniyle tutuklanmıştım. Hurşit abi benim onlara yaptığım ziyaretlere ara vermemden tutuklu olabileceğimi düşünerek gelip beni İstanbul Rami Kışlasında bulmuş ve ihtiyacımı sorarak moral vermişti. Değerli arkadaşım Lüfer Altaylı daha o tarihlerde özel lise ve üniversite açma planlarını gerçekleştirmek için İstanbul Üniversitesinde Pedagoji eğitimi alırken yaz tatili için gittiği Van'da aniden hastalanarak 20 yaşındayken vefat etti.
Yıllar sonra geldiğiniz çocukluğunuzun yeşil, temiz, bakımlı Van şehrini nasıl buldunuz, gezerken nelere htiniz?
Her yerde büyük bir gururla Vanlı olduğumu ifade ettim ve etmeye de devam ediyorum. Amerika'da emekliliğim için üniversitede yapılmak istenen akşam yemekli toplantıyı şartlı kabul ettim. Bu tür uğurlamalarda adet olduğu gibi başkalarının övücü sözlerini dinlemek yerine kendim konuşmayı istedim ve hayat hikayeme Van'dan başlayarak Göl ve etrafındaki dağlardan manzaralar göstererek sözünü ettiğim gururu toplantıya katılanlara htirdim.
Hatırladığım kadarıyla Van'da sinema, halk evi, kütüphane ve okulların yaptığı müsamere dışında bir etkinlik yoktu. Müzik olarak İnönü İlkokulu'ndayken öğretmen, eski müfettiş Dursun Uzel'in bizleri koro haline getirip Van Türkülerini söylettiğini hatırlıyorum. Lise yıllarımda iki yıl üst üste koro üyesiydim ve daha önce belirttiğim gibi Ahmet Adnan Saygun'un Yunus Emre Oratoryosunu seslendirmiştik.
Hatırladığım ilk Belediye başkanı Salih Türkoğlu idi. Sonra Şükrü Köseresioğlu Belediye Başkanı oldu; Şükrü beyin babamı hastanede ziyaret ettiğini hatırlıyorum.
Uzun yıllar sonra Van'ı nesilleri değişmiş, tanıdık simaları ve sembolleri yok olmuş olarak buldum. Neredeyse tanıdık kalmamış. Babamı tanıyan lokantacı Şeref Şahin'i görünce dünyalar benim oldu. Babamın Van'a elektriği getiren kişi olduğunu söyleyerek anılarından söz etmesi beni çok keyiflendirdi.
Sorunuza cevap olarak diyeceğim ki yenilenmiş şehir daha düzenli ve daha güzel olabilirdi. Büyük bir deprem yaşayan şehirler deprem afetini avantaja dönüştürebilirler. Deprem daha iyi yapılanması için Van'a bir şans tanımış ama o şans iyi kullanılmamış. Evet, binalar yapılmış ama şehir kolay yaşanan, mimari estetiği, kimliği olan bir yer olmaktan çıkmış. Daha önemlisi. Van'ın sembol yapıları, kimliği yok olmuş. Benim çocukluğumdan kalmış tek Tekel binası bile kullanılamaz halde terk edilmiş gibi. Van'ın sembolleri koruma altına alınabilirdi ama maalesef eski Van'dan pek eser kalmamış. Van'ın güzelim bağ ve bahçeleri diğer şehirlerde olduğu gibi beton yığınlarıyla yer değiştirince Van'ın kimliği kaybolmuş. Umarım geriye kalan Tekel binası bir müzeye dönüştürülerek geçmişin gelecek yıllara uzanması sağlanır. Bakın Van'da konser salonu dahi yok; oysa eski Halk Evi tarihsel bir eser olarak konser salonuna ve eskiden olduğu gibi kütüphaneye dönüştürebilirdi. Bu üzüntü verici bir durumdur. Van kimliğini, yeşil dokusunu kaybetmiş, sadece gölü ve dağları kalmış. Van düzensiz ve 2 yönlü göç olgusu sonucunda çok plansız olarak büyümüş geldi bana. İmar planı uygulanırken şehir geçmişine ait önemli semboller korunabilirmiş. Çocukluğumdaki Belediye binası çok hoşuma giderdi. Yoldan merdivenle varılan Atatürk Büstlü tepe üstündeki ve bir kaç basamaklı merdivenle girilen o tek katlı binayı ben 1940 ve 1950'lerden sembol olarak hatırlıyorum çünkü babamla çok gitmişliğim olmuştu. Giriş kapısından sonra sağ tarafta belediye reisi (Salih Türkoğlu ve Şükrü Kösereisoğlu) sol tarafta muhasebe müdürü (Şefik Türkoğlu) otururdu. Hangi belediye başkanı gelirse gelsin giyimi ve kibarlığı ile bizleri hayran bırakan Şefik Türkoğlu oranın daimi muhasebe müdürüydü. Resmi binalarda, eski Van evlerinde mimari estetik, kimlik vardı. Çevreyle uyumlu Halkevi, Tekel binası, Valilik, Belediye, Gümrük Müdürlüğü, Sebze ve Kasaplar Çarşısı gibi sembol yapılar ve bir şekilde kehrizler korunup geleceğe taşınabilirdi. Nüfus artışından dolayı tabi ki yeni binalar yapılmalı fakat bir şehrin geçmişini geleceğe taşımak için sembollerine, kimliğine sahip çıkılması gerekir. Örneğin Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilen Peynirciler Çarşısı güzel olmuş fakat sembol özelliğini, kimliğini kaybetmiş. Sebzeciler ve Kasaplar çarşısı olarak hatırladığım binanın sembolü olan içindeki çeşme bile şimdiki Peynirciler Çarşısında yok edilmiş. Çeşmenin olmadığını görünce çok üzüldüm; İstanbul Kapalıçarşı'daki çeşmenin yok edilmesine ne İstanbul Belediyesi ve ne de halk izin verir.
Benim bu söylediklerimde mutlaka 40 yıldır Amerika'da farklı bir kültür ortamında yaşamanın etkisi vardır. Amerika'nın en turistik yerlerinden bir de Güney Carolina Eyaletinde Charleston şehridir. Atlas Okyanusunda her yıl oluşan ölümcül ve yıkıcı kasırgalara rağmen okyanusun kenarındaki bu şehrin turistik olma nedeni 1600'lerde yapılmış ve kullanılarak korunan evleridir. Hepsinde insanların oturduğu ve çok bakımlı olan bu evler şehrin tarihsel kayıtları olarak korunuyor.
(DEVAM EDECEK)