HİCRET

Fatih Perihan'dan Kıssadan Hisseler...

Bir yerden başka bir yere göç etmek demektir. Peygamberimiz (s.a.v) ve ashabının İslam devletini kurmak üzere Mekke'den Medine'ye göç etmelerine denir. Resulullah (s.a.v) Mekke'de tebliğ görevini sürdürürken, Kureyşliler de inkarlarında diretiyorlardı.

Peygamberimiz (s.a.v) tebliğ görevini Mekke'nin dışına taşırmak istiyordu. Peygamberliğin on üçüncü yılında Mekke müşrikleri Akabe bi'atlarıyla ilgili haberi alınca Allah Resulünü Mekke dışına çıkarmamak için önlemler almaya başladılar. Bir müddet sonra Peygamberimiz (s.a.v) müslümanların Medine'ye hicret etmelerine izin verdi.

İlk olarak Cahşoğulları hicret ettiler. Bunlardan sonra Hz. Ömer hicret için önce silahını kuşandı, Kabe'yi tavaf etti. Çevrede bulunan müşriklere de hicret etmekte olduğunu bildirdi. "Anasını ağlatmak, karısını dul bırakmak isteyen varsa beni izlesin" diyerek bir grup sahabe ile birlikte hicret etti.

PEYGAMBERİMİZİN HİCRETİ

Hz. Ebu Bekir'de hicret etmek istiyordu ancak, Peygamberimiz (s.a.v) ona; "Acele etme, belki Allah sana bir arkadaş bulur" diyerek beklemesini söyledi. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir iki deve satın alıp, hicret edeceği günü beklemeye başladı. Kureyşliler müslümanların Medine'de tutunduklarını görünce telaşa düştüler. Peygamberimizin hicretine engel olabilmek için "Darün-Nedve" adı verilen meclis binasında toplandılar. Çeşitli fikirler ve düşünceler ileri sürerek sonuçta Ebu Cehil'in düşüncesinde karar kıldılar.

Ebu Cehil, her kabileden bir delikanlının seçilmesini, bunların hep birlikte Peygamberimizi öldürmelerini teklif etti. Böylece Abdi Menaf oğullarının bütün kabilelerle çarpışamayacağını, kan davasından vazgeçeceklerini bildirdi.

Onlar bu tip hileler düşünürlerken Peygamberimiz (s.a.v) Hz. Ebu Bekir'in evine vardı. Allah'ın kendilerine hicret iznini verdiğini bildirerek yol hazırlıklarına başlanıldı. Mekkelilere ait bazı emanetlerin sahiplerine teslim edilmesi ve müşrikleri yanıltmak amacıyla Hz. Ali'ye Peygamberimizin evinde kalması emredildi.

Gecenin geç vaktinde müşrikler Peygamberimizin evini kuşattılar. Allah Resulü Kur'an okuyarak Allah'a sığınmış, böylece müşriklerin arasından görünmeden geçmiştir. Bir müddet sonra müşrikler Peygamberimizin yatağında yatanın Hz. Ali olduğunu görünce hayrete düşmüş ve tuzaklarının boşa gittiğini anlamışlardır.

Resulullah (s.a.v) Hz. Ebu Bekir'le birlikte Sevr Dağı'na doğru yol alıp Sevr mağarasına gizlendiler. Bu dağ Medine tarafında değil, Cidde tarafında Mekke'nin kuzey batısında yer alıyordu. Müşrikleri şaşırtmak için de böyle bir yola başvurulmuştu.

Müşrikler Hz. Ali'yi ve Hz. Ebu Bekir'in kızı Esma'yı sıkıştırmış fakat bir şey öğrenememişlerdir. İz sürenleri yanlarına aldılar, dağ, tepe demeden her tarafı aradılar. Bir ara mağaranın ağzına kadar geldiler, mağaranın önüne bir güvercinin hemen Resulüllah'ın oraya girmesinden sonra yuva yaptığını, örümceğin ağ örttüğünü görünce Allah Resulünün mağarada gizlenmesinin mümkün olabileceğini düşünemediler. Elleri boş olarak geri döndüler.

Peygamberimiz (s.a.v) ile Hz. Ebu Bekir bu mağarada üç gün kaldılar. Hz. Ebu Bekir'in oğlu Abdullah ve kızı Esma onlara yemek taşıdılar. Hz. Ebu Bekir'in çobanı da koyunlarını Abdullah'ın geçtiği yerlere sürerek izlerini silmeye çalıştı. Yol Kılavuzu Uraykıt Peygamberimiz ve Hz. Ebu Bekir'in bineceği develeri getirdi. Peygamberimiz (s.a.v) devenin ücretini Hz. Ebu Bekir'e ödeyerek yola koyuldular. Yolculukta geceleri yol alıyor, gündüzleri gizleniyorlardı.

Kureyşliler, Peygamberimizi bütün uğraşlarına rağmen bulamayınca şaşkına döndüler.

Peygamberimizi bulana yüz deve vereceklerini vaad ettiler. Bu ödül herkesi heyecanlandırdı. Yüz deveye sahip olabilme ümidiyle her tarafı aramaya başladılar. Her yöne haberciler gönderildi. Bu habercilerden birisi de Süraka'nın yurduna gelmişti. Onlar da Allah Resulünü bulabilmek ve yüz deveye sahip olabilmek için fırsat kolluyorlardı. Bir gün adamın birisi üç kişilik bir yolcu kafilesinin gitmekte olduğunu gördü. Bunu bir toplulukta anlattı. Süraka uyanık bir kimse idi. Adamı yanıltmak ve sözü kesmek için onlar falancalardır dedi. Adam da kesin bir şey bilmediğinden susmak zorunda kaldı. Bunun üzerine Süraka evine geldi. Atını ve oklarını hazırladı. Belirtilen yöne doğru hızla yol almaya başladı. Süraka kısa bir müddet sonra Peygamberimiz ve Hz. Ebu Bekir'e yetişti. Onlara;

"Bugün seni benden kim kurtarabilir" diye bağırdı. Peygamberimizin duasıyla Süraka'nın atının ön ayakları kuma gömüldü. Böylece Allah (c.c) bu kutsi Medine yolculuğunda Resulünü yalnız bırakmamış ve O'nu tehlikelere karşı bir kez daha korumuştu. Atının kuma gömülmesi sonucunda gerçeği anlayan Süraka affını rica etti. Peygamberimiz (s.a.v)'de ona dua ederek affetti.

Süraka minnet altında kalmak istemiyordu. Peygamberimize ikramda bulunmak istiyordu. Peygamberimiz de onun hiç bir ikramını kabul etmek istemedi. İkramının kabul edilebilmesi için müslüman olmasının gerektiğini öğrendi ve müslüman oldu.

MEDİNE'YE VARIŞ

Peygamberimiz (s.a.v)'in Mekke'den çıktığını duyan Medine'deki müslümanlar yolları gözlüyorlardı. Her gün güneşin doğumundan önce Harra mevkiine çıkıyorlar, sıcak bastırıncaya kadar bekliyorlardı. Bir gün Yahudi'nin birisi bir işiyle ilgili olarak yüksek bir kuleye çıkıp etrafı gözetlemeye başlamıştı. Peygamberimizin ve arkadaşlarının gelmekte olduğunu gördü. Kendisini tutamayarak heyecanla "Ey Arap topluluğu! İşte nasibiniz, devletliniz, beklediğiniz ulu kişiniz geliyor" diyerek Resulüllah'ın geldiğini onlara haber verdi. Medineliler yollara dökülüp Peygamberimizi karşıladılar. Peygamberi miz burada bir müddet kaldı ve Kuba Mescidi'ni inşa ettirdi. Hz. Ali'de Kuba'da Resulullah'a yetişti. Süheyb bin Sinan (r.a)'da hicret etmek için yola çıkmıştı. Kureyşliler onun yolunu çevirdiler, göndermek istemediler. Süheyb, biriktirdiği bütün serveti Kureyşlilere bırakmak şartıyla yoluna devam etti.

Peygamberimiz (s.a.v) bir kaç gün sonra Medine'ye hareket etti. Neccar oğulları Peygamberimizi Medine'ye götürdüler. Halk Peygamberimizi ağırlamak için can atıyordu. Allah Resulü hiç kimseyi kırmak istemiyordu. "Devenin yolunu açınız. Nereye çökeceği ona buyrulmuştur" diyordu. Deve boş bir araziye çöktü. Peygamberimiz (s.a.v) bu araziye akrabalarından kimin evinin yakın olduğunu sordu. Böylece Neccar oğullarından Ebu Eyyüb El-Ensari (r.a)'nin evine misafir oldu.

Peygamberimiz (s.a.v)'in Medine'ye gelişi Medineli müminleri büyük bir sevince boğdu. Bütün müminler, evlerinin damına çıkmış, gençler ve hizmetçiler yollara dökülmüşler; "Ya Resulullah! Ya Muhammed (s.a.v)! Ya Resulullah!" diyerek bağırıyorlardı.

Çocuklar ve hizmetçiler, yollarda ve damlarda "Resulullah geldi! Allah-u Ekber! Muhammed (s.a.v) geldi! Allah-u Ekber! Muhammed (s.a.v) geldi! Allah-u Ekber, Muhammed (s.a.v) geldi! diyorlar," Habeşliler de, sevinçlerinden kılıç kalkan oynuyorlardı.

Çocuklar ve hizmetçiler, yollarda ve damlarda "Resulullah geldi! Allah-u Ekber! Muhammed (s.a.v) geldi! Allah-u Ekber! Muhammed (s.a.v) geldi! Allah-u Ekber, Muhammed (s.a.v) geldi! diyorlar," Habeşliler de, sevinçlerinden kılıç kalkan oynuyorlardı. Kadınlar ve çocuklar hep bir ağızdan; "Veda tepelerinden dolunay doğdu bize! Allah'a yalvaran oldukça, şükür etmek gerekir halimize. Ey bize gönderilen Peygamber! Sen boyun eğmemiz gereken bir emir ile geldin bize" diye şiirler okuyorlardı.

Bera bin Âzib (r.a); "Peygamber (s.a.v) Medine'ye gelince, Medineli lerin Resulullah'a sevindikleri kadar hiç bir şeye sevindiklerini görme dim" demiştir. Enes bin Malik (r.a)'de; "Ben, Resulüllah'ın Medine'ye girdiği günden daha güzel, daha parlak bir gün görmedim" demiştir. Kur'an-ı Kerim'in bir çok ayeti "hicretten, hicretin gereğinden, hicret edenlerden ve etmeyenlerden" söz eder. Hicretin ne kadar önemli olduğunu şu ayetler gayet açık bir şekilde işaret etmektedir; Öz nefislerinin zalimleri olarak canlarını alacağı kimselere melekler derler ki;

- "Ne işte idiniz?" Onlar;

- "Biz yeryüzünde dinin emirlerini uygulamaktan aciz kimseler idik" derler. Melekler de;

- "Allah'ın arzı geniş değil miydi? Siz de oradan hicret etseydiniz ya" derler. İşte onlar böyle. Onların barınakları Cehennemdir. O ne kötü bir yerdir. Erkeklerden, kadınlardan, çocuklardan zayıf ve acziyet içinde bırakılıp da hiçbir çareye gücü yetmeyen ve (hicret) için bir yol bulamayanlar müstesna." (Nisa, 4/97, 98)

Demek ki müminler, bu gibi durumlarda "biz İslâm'ı ayakta tutamayacak kadar zayıf kimseler idik" demekle kendilerini kurtaramayacak lardır. Çünkü bunlar İslam'ı tamamıyla yaşayabilmek için herhangi bir teşebbüste bulunmamışlar ve böylece "kendilerine zulüm etmişlerdir" fakat, gerçekten hicret edemeyecek durumda bulunan zayıf kimseler bundan müstesnadır. Yeryüzü iman-küfür mücadelesinin alanıdır. Bu mücadelede kimi zaman iman, bazen de küfür galip olmuştur. Müminler İslami kimliklerini yitirdikleri, imâni zaaflara düştükleri, İslami ilimlerin yeterince tahsil edilmediği ve cehaletin yaygınlaştığı dönemlerde küfür İslam'a galip gelecektir. İslami ilimlerin çok iyi bilindiği, İslam'ın yaşandığı, imanın kalp atışlarında bile hissedildiği dönemlerde ise kuşkusuz İslam galip olacaktır. İslam'ın ve küfrün galip gelmesi ya da şeytana zaman zaman fırsat verilmesi insanın ve yeryüzünün kanunu hükmündedir. Dolayısıyla müminler İslam'ın galip olmadığı toplumlarda yaşama durumunda kalabilirler. Bundan dolayı hicret zaman zaman gündeme gelebilir. Hicret dönemi asla kapanmaz, Mekke'nin de fethinden sonra hicret gündeme getirilemez, hicret tarihin belirli bir dönemine ait bir olay değildir. Hicret süreklilik arz eder ve kıyamete kadar devam eder.

"Kâfirlerle savaşıldıkça hicretin sonu gelmeyecektir." "Hicretten sonra hicret olacaktır. Yeryüzünün en hayırlıları, Hz. İbrahim'in hicretini kendisine örnek alanlardır." (Ebû Davûd, Cihad)

Bakmadan Geçme