HİKAYEDE TİYATRO SANKİ
Mustafa M. Atilla yazdı...
Bir bir devriliyor çınarlar, acımız yeni, acımız taze, kadim topraklar alıyor bedenleri
geri vermemek üzere, giden gelmiyor, soran sormuyor, ağlayan ağlamıyor bir daha.
Bu yazıyı yazarken kaybettik bir çınarı daha. NURETTİN DEDEOĞLUNU' rahmeti ile rahmetlendirsin inşaalah.
Siz hiç bir ağacın konuştuğunu gördünüz mü?,yoksa cüssesi büyük ama ruhu olmadığını mı sandınız, onda cansız bir hayat mı görüyoruz dalından sürgün verinceye kadar.Yoksa dalına yuva yapan kuşa,meyvesini yiyen insana için için homurdandığını mı anlatmaya çalışıyor biliyoruz.
Bilakis insana aşık yaşıyor, deviriyor yılları arkaya hiç mi hiç bakmadan.
Belki çoğu şeye karşı umursamaz olduğumuz gibi, ağaca da yabancıyız. Hiç bir şeyden anlamıyor, bitkisel yaşıyor zannediyoruz.
Yüzyıllar boyu hiç değişmeden, özünü kaybetmeden daha derine kök salarak dimdik ayağı da kalabiliyor. Kendinden uzaklaşmıyor, rehavete kapılıp hızlı büyümüyor, uzamıyor, zamana endeksli, ortama ve şartlara uygun ürün vermeyi hep deniyor.
Toprağa, iklime, yağışa, soğuğa, karına, fırtınasına, güneşin sıcağına aldırış etmeden kendi gibi kalmayı başarıyor.
Başardığı ile de övünmüyor, naza çekmiyor, insan yaratılışının çamurundan arta kalanla yaratılan,dişi ağacın hurmasını kıskanmıyor,vefakar,üretken,endamı dillerden düşmeyen,
Van gölüne bakan Edremit'imizin bahçelerinde ki renklerin de, Van'ımızın binbir yeşilin, çiçeğin koparılmaya kıyılmayan bahçelerin de, kendini barındırıp hapsettiği bir yaşamı anlatıp duruyor.
Hep çınara benzetilir ya bu, biz insanlara bahşedilmiş, birazda emanet edilmiş aşığın hışırtılı hali.
Biz insanoğlu ne yapıyor, hayatımızda yerin yok diyor, ne çok seviyoruz, nede! olmazsa olmazımız diyoruz.
Büyük felaketin adresine bir bakıverin var mı eser?,yok,Ne var beton yığınları; bizi öldüren,bize acıları yaşatan,erkenden toprağın kokusunu koklatan,sonrada eyvah dedirten önlenemez yanlışlar mı? acaba.
Nerede yeşil selvi gökdelenler, kavaklar, söğütler, kara ağaçlar,sonbaharda rengini değiştirip kış için hazırlığını yapan,her yıl ilahi emir gereği uyuyup uyanan,dalı budağı kesildikçe güçlenen ağaçlar nerede,oldu da bitti maşaalah, maşallah bize haydi buyurun yemeğe.
Memleketimizin en fazla iki katlı evleri, bahçeleri, ağaçlarıydı özlemi bize tattıran,sabahları kapı önünü üşenmeden süpüren vefakar annelerin tülbendeki kokularıydı unutulmayan yılların renkleri,düşleri. Fakat geri dönüş yok, bozulmuştuk, bozmuştuk kendimizi. O centilmen ağaç gibi dik duramıyorduk, durmuyorduk, heyecanımızı kaybetmiştik, meyvemizi paylaşmıyorduk, dalımıza başka bir canlının konmasına izin vermiyorduk,en önemlisi terk etmiştik cennetin bir köşesini.
Konuşanlar çok iyi konuşuyordu, ne umdunuz da terk ettiniz, ettiniz de ne oldu, şimdi otlu peynir, kavut, kurut, çörek, bal, açık ekmek istiyorsunuz. Ne derseniz diyin, hak ettik,az bile dediniz Edremit çekirdekli kayısı kurusunu, işbabiyanı,balığını da unuttunuz söylemeyi.
Özür diletmek ağaçlar ve sizlerin adına hakkınız. Haklısınız.
Konuya dönüp buradan, ağaçtan bir hikaye çıkar mı diye söylendim, biraz da hikayeyi peşine takıp evvel zaman içinde bezirganbaşılık yapmayı bahçe adına esirgemedik, çünkü bahçıvana biz gel dedik, gülümsedik…
Evel zaman içinde bir koca bahçe ve bu bahçenin sahibi geniş ve köklü bir aile varmış,çok zengin fakat çok saflarmış.günün birinde bir bahçıvan gelmiş sizin bu bahçeyi cennet bahçesine çevirebilirim diye, yetki almış,söz ağızda iken işi kapmış,ne maaşı konuşmuş ne de yatacak yeri.
Hiç zaman kaybetmeden almış eline kazmayı, küreği, bıçkıyı girişmiş işe, sormadan, haber vermeden başlamış ağaçları kesip satmaya, devirmiş koca koca iğde ağaçlarını, bir yandan da,kesip sattığı ağaçların parasıyla da hobi bahçeleri,yürüme yolları,helikopter pisti,araba parkları,dinazor ve eğlence parkları,minyatür saraylar yaptırmış. o yüzyılların birikimi ile dikilmiş ağaçlar bir bir kesmeye devam ederken, birazını da sahiplerine, sevdiklerine, dava arkadaşlarına, işi tekrar kapmak için mükafat gibi dağıtıyormuş.
Aylar geçmiş yıllar geçmiş ağaçların tümü bitmiş, yerinede yenilerini dikmediği için çaresizce başını ellerinin içine alarak, hayalindeki padişahlar gibi yaşadığı bir kaç yıl gibi yılları kaybetme korkusuyla yeni çareler aramaya başlamış.
Bir yandan da birkaç bahçevan da; yüksek duvarlarından dolayı göremedikleri içi boşaltılmış,
ağaçları kesilmiş bu bahçede, bir kaç ağacın bulunabileceği heyecanına kapılıp hayallere göz dikmiş, işi alırız sevinciyle çaylarını yudumluyor, duvardan içeri bakıp görebilmenin heyecanını yaşıyorlardı. Ümit kapısı herkese, herkese açık bir kapı. Biri elmaları devşirmiş, birileri de kalan,savrulan çalı çırpının peşinde.
Çok zeki ve akıllı bahçıvan aslında, ağaçları kesmeden önce meyveleri de soğuk hava deposuna çoktan istiflemiş.
Aklına gelmemiş mi ne; bir ağaç kestin mi, yerine bir ağaç dikersen yerinde sayarsın, iki ağaç kestin mi, yerine iki ağaç dikersen bir adım öne çıkarsın, üç dört çocuk yerine, üç dört ağaç diktin mi,taş taş üstüne koydun mu,tel örgüyle güvenliği sağladın mı, birde eğer bahçenin içerisinde de ağaçkakanlar yoksa, cennete döneceğini,belki de niyet başka, ağaçtaki aşk başka.
Hikaye yazılmış fakat yazarı yok.
Oynayanlar; hayat tiyatrosu ekibi.