İşte Girmek İçin Uğraşılan Avrupa Birliği

kendi yaşamlarından kopartılıp, güneş görmeyen karanlık hücrelere tıkılarak, insanlığını yitirmiş zalimler tarafından “et ve süt makinesi” haline getirilmiş bu hayvanların hikayesi anlatılıyor aslında. GDO’lu mısırla hatta bazen, akrabalarının kanı ve eti ile beslenen bu hayvanlar hastalanıyor ve makinenin işleyişini sekteye uğratıyorlar.

Ama dedik ya, makine durmuyor ve zalimler onu tüm canlı yaşamının üzerine sürmeye devam ediyor, hemen bu ineklerin midesinin üzerine bir delik açıp, hazmedemediği şeyleri geri çıkarıyor, sonra bu deliğin tıkacını kapatarak, bir arızanın daha üstesinden gelmenin kıvancıyla homurdanarak çalışmaya devam ediyor.


Bu zulüm makinesi işliyor ve işlemeye devam ettikçe tüm canlı hayatını da kendisine kul köle ediyor. Bizleri kendi acılarımıza, kendi özümüze, ötekinin varlığına yabancılaştırıp, bizlerin vicdanlarının üzerine de koca bir delik açıyor ve olur da bizler de bu zulüm karşısında hastalanır ve iş göremez hale gelirsek diye, hazmedemediklerimizi, o delikten dışarıya çıkartıyorlar.
Fakat şunu unutmamak gerekiyor, her ne kadar bizler doğadaki diğer canlılarla aynı kaderi paylaşsak da, bu zulüm karşısında geviş getirmekten ve hastalanmaktan başka yapabileceğimiz bir şey daha var; o da kavga etmek, yani bu zulüm makinesine karşı her yerde yaşamı savunmak.
Bu makinenin dokunduğu her yerde yaşam çürüyor kendi özünden kopup, ona dönüşüyor. Mesela inekler: Ot yiyen ve çayırlarda dolaşan halleriyle yeterince kar getirmeyen ve bakımı masraflı olan inekler, genetiğiyle oynanarak artık gıdadan, enerjiye kadar birçok alanda “hammadde” olarak kullanılan ve bu özellikleri nedeniyle dünyada neredeyse en çok yetiştirilen bitki haline gelen mısır ile (belki de Godzilla demeliyiz) besleniyor.
Fakat şöyle bir gerçek var, bir inek nihayetinde en fazla bir inektir ve siz otla beslenen bu hayvanı ne idüğü belirsiz bir şeyle beslerseniz, onu hasta edersiniz.

Bakmadan Geçme