Karanfil
Ne güzeldir karanfil. Bir avuç toprak, bir damla su bulunan her yerde kök salar. İnce dallarında biriktirdiği tomurcuklar gün ışığını gördüğü an patlar. Her insanın çiçeğidir.
Sınıfsal ayrıcalığı, avamlığı yoktur. Soyluluk taslamaz. Kimi zaman esmer kadının çiçek tezgâhındadır, kimi zaman evine zeytin, ekmek götürmek için trafik işaretlerinin çok bekleten noktalarındaki çelimsiz yoksul çocukların ellerinde rızk çiçeği.
Ne yazık ki artık toplumsal hayatın içinde acının çiçeği oldu. Hırat Dink'in kahpece öldürüldüğü caddeye saçıldı. Cumartesi annelerinin yangın yüreklerinin rengi, patlatılmış zavallıların birlikte yok ettiği günahsız insanların anısına meydanlara serpildi. Ankara'da, Silvan'da, Suruç'ta, Silopi'de, şımarık ve bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyen Avrupa'nın orta yerindeki Paris'te acıların yansıması oldu.
Karanfil artık güzel çingene kızının simsiyah saçlarının arasına sıkıştırdığı hayatı çağrıştıran obje olmaktan çıkıp, ölümü saygıyla anmanın simgesine dönüştü.
Çocuk ellerine en yakışandı papatya, kasımpatı, nergis ve karanfil. Şimdi gözyaşını çağrıştıran çiçek oldu karanfil.
Bir çiçek bahçesi yaratmak varken dünya yılan ve çıyan besleyenlerin yüzünden ölüm tarlalarına dönüştürüldü. Üçüncü dünya savaşının yeryüzünün seçilen noktalarında sürdürüldüğüne tanık oluyoruz. Ve kendini sağlama alan ülkeler büyüyen yangından terör eliyle nasibini almaya başladı.
Karanfiller kök salmaya devam ediyor. Ve derildiklerinde gidecekleri adresler kıyıcılığa karşı sessiz kalan dünyanın her yeri. Bir konser salonu… Bir stadyum… Ve kalabalıkların olduğu her yer. Terör adres vermez, tıpkı serseri kurşunların adres sormadığı gibi.
Ne garip değil mi? Karanfillerin mezar taşlarını çağrıştırması, gözyaşlarına, yaralı yüreklere merhem olması nasıl bir yaman çelişki?