KARDEŞLİK HUKUKU DEDİĞİMİZ BU MU OLA?
AKP'nin kurucu isimlerinden, eski Milli Eğitim Bakanı eski Van, Gaziantep Milletvekili Hüseyin Çelik, kişisel web sitesinde kaleme aldığı, Sayın Erdoğandan sonra, benim şahsen genel başkan adayım hiç bir zaman Sayın Davutoğlu olmadı dediği, Kardeşlik Hukuku Dediğimiz Bu Mu Ola?' başlıklı yazısına Akit Gazetesi yazarı Mehtap Yılmaz Hüseyin Çelik Fetöde Oksitlenince başlıklı yazıyla çok ser yanıt verdi. Yılmaz Çelike İlk fırsatta Cumhurbaşkanı Erdoğana gidip, işte Kabil diye seni şikâyet etmezsem namerdim!dedi.
AKP'nin kurucu isimlerinden, eski Milli Eğitim Bakanı eski Van, Gaziantep Milletvekili Hüseyin Çelik, kişisel web sitesinde kaleme aldığı Sayın Erdoğan‘dan sonra, benim şahsen genel başkan adayım hiç bir zaman Sayın Davutoğlu olmadı dediği, “Kardeşlik Hukuku Dediğimiz Bu Mu Ola?' başlıklı yazısına Akit Gazetesi yazarı Mehtap Yılmaz “ Hüseyin Çelik Fetö'de Oksitlenince…” başlıklı yazıyla çok ser yanıt verdi. Yılmaz Çelik'e “İlk fırsatta Cumhurbaşkanı Erdoğan'a gidip, işte Kabil diye seni şikâyet etmezsem namerdim!”diye yazdı.
Esas hassasiyet, devletin bekası ile değil, monarkın saltanatının devamıyla ilgilidir diyen Çelik'in 'Kardeşlik Hukuku Dediğimiz Bu Mu Ola?' başlıklı yazısı şöyle:
Osmanlı padişahlarının önemli bir kısmı, saltanatlarını güçlendirmek ve kendi yerlerine şehzadelerden birinin geçirilmesine mani olmak için kardeşlerini, bazen de hanedanın bütün erkek mensuplarını katlederlerdi. Hatta bazen babalar çocuklarını öldürtürlerdi. Katledilen şehzadelerin bir kısmı henüz kundakta bebek iken, bir kısmı ise erişkin yaşlarda, hatta çoluk çocuk sahibi iken öldürülmüşlerdir.
Öyle zamanlar gelmiştir ki, bu katliamlardan dolayı hanedan sona erme tehlikesiyle karşı karşıya gelmiştir. Mesela IV. Muratbütün şehzadeleri öldürttüğü için, kendisinden gizlenen ve kafes arkasına kapatıldığından dolayı anormalleşen ve “deli” ünvanıyla bilinen Şehzade İbrahim tahta geçirilmiştir. Osmanlı padişahlarından en az üçü “deli” diye anılmaktadır. Esasen, her an boynuna yağlı urgan geçme korkusuyla yaşayan bir şehzadenin normal kalması çok da kolay olmazdı.
Kim, bu kardeş katli uygulamasını ne adına savunursa savunsun, ben şahsen aklımın erdiği günden beri bunu hunharca bir uygulama olarak görüyorum. Devletin bekası, fitnenin önlenmesi, toplumun huzur ve barışı gibi gerekçeler, hiç bir zaman, bana tatmin edici gelmemiştir. Esas vahim olanı, bu işin din adamlarından alınan fetvalarla yapılmış olmasıdır. Saltanatlarda, din adamları da çoğunlukla, sultanın “kul“u olarak muamele gördükleri için, ya fetva verecek ya da kelle vereceklerdi; çoğunlukla kelleyi kurtarmak veya azledilmekten kurtulmak için fetva vermeyi tercih ederlerdi.
İşin özünde, saltanatın ortak kabul etmemesi meselesi vardır. Esas hassasiyet, devletin bekası ile değil, monarkın saltanatının devamıyla ilgilidir.
Monarşiler çeşitlilik arz etse bile, yönetimin dayandığı temel paradigmalar değişmez. Monarkın sıfatının ne olduğu da önemli değil. Kral, kraliçe, şah, padişah, sultan, melik, emir farketmez. Hepsinde işin özü, güçler ayrılığı değil, güçler birliği prensibidir. Bütün güç tek elde toplanmıştır ve o güç ise gücünün paylaşılmasına asla tahammül etmez.
Merhum Necip Fazıl, bir Osmanlı hayranı olmasına rağmen, “Canım İstanbul” şiirinde iki mısra ile bu trajediyi özetler:
“Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından,
Hâlâ çığlıklar gelir Topkapı Sarayı'ndan.”
Elbette burada sözü edilen “çığlıklar“, boynuna kement geçirilen şehzadelerin çığlığıdır.
Günümüz dünyasında isimler aldatıcı olmasın. Bugün dünyada ismi krallık olduğu halde demokrasinin en olgun ve ileri örneklerini veren ülkeler var. Mesela İsveç, Norveç, Danimarka, Hollanda, Belçika, İngiltere, İspanya. Öte yandan ismi cumhuriyet olduğu halde otoriter ve totaliter yapısıyla eski krallıklara rahmet okutan ülkeler var.
Türkiye Cumhuriyeti, bürokratik bir cumhuriyet olarak kuruldu. Saltanat kaldırılmıştı ama yeni Cumhuriyet, bir tek kişinin iradesine teslim edilmişti. Sivil ve askerî bürokratlar, o tek kişiye kayıtsız şartsız itaat ettiği sürece yerlerini ve güçlerini koruyabilirlerdi. Yani saltanat döneminin “biat“ı gitmişti, yerine yeni dönemin “itaat“ı gelmişti. Bu durum, çok partili siyasi hayatın başlamasıyla beraber kıymık kıymık değişmeye başladı ama Bürokratik Cumhuriyet, bir türlü Demokratik Cumhuriyete dönüşmedi.
Atatürk, kendisiyle birlikte Cumhuriyeti kuran, Milli Mücadele'nin komuta kademesinde yer alan komutanların yüzde doksanını ya devre dışı bıraktı veya bununla da yetinmeyerek onları çeşitli bahanelerle hapse attı.
AK Parti iktidarının ilk on yılında, Sayın Erdoğan‘ın liderliğinde, Bürokratik Cumhuriyet'in, Demokratik Cumhuriyet'e dönüşmesi için olağanüstü gayret sarfedildi ve çok büyük mesafeler de alındı. Ne var ki bu kazanımların devam etmesi bir yana, esefle müşahade ediyoruz ki, bu anlamda ciddi bir geriye gidiş yaşanmaktadır. “Hukuk Devleti” uygulamaları esas alınarak hazırlanan The World Justice Project (WJP) Open Government Index 2015‘e göre Türkiye'nin 21 sıra gerileyerek, Çin'in, Tunus'un bile altında, 80. sıraya düşmesi bize yakışmamıştır.
Bir süre önce Ahmet Hakan‘a verdiğim mülakatta “Kemalistlerin düştüğü hataya düşmeyelim.” demiştim. Gücün tek elde toplanması, kurulların sembolik ve seremonyal hale gelmesi, ortak aklın kaybolması, lidere sadece hoşuna gidecek, onu tasdik etme anlamına gelebilecek sözlerin söylenebilmesi, Muhafazakar Kemalizmden başka bir şey değildir.
Çok şükür bugün artık “kardeş katli” diye bir şey yoktur. Ancak, şeref ve haysiyetleri ile oynadığımız, bin bir türlü hakaret ve iftiraya uğrattığımız, itibarlarını ayaklar altına aldığımız, sabah akşam trol ve troliçelerin, satılık ve kiralık kalemşörlerin, ekranları dolduran infaz timlerinin saldırılarına muhatap kıldığımız, çileli günlerdeki yol ve dava arkadaşlarımıza, yani manevi kardeşlerimize uygulanan kıyıma ne diyeceğiz?
Manen kıyıma uğrayan sadece siyasetteki yol ve dava arkadaşlarımız değil, en zor zamanlarda yanımızda olan, birçok badireyi atlatmada hayati roller üstlenen bazı hukuk ve devlet adamları ile birçok basın mensubu da ne yazık ki bu kırlangıç fırtınasından nasibini almıştır. Manevi kıyıma uğramanın ne anlama geldiğini, onur ve itibarlarına düşkün insanlar çok iyi bilirler.
Sayın Ahmet Davutoğlu, değerli bir bilim ve siyaset adamıdır. Herkes gibi onun da artıları eksileri elbette vardır. Birlikte siyaset yaptığımız sürece, aramızda tatsız diyebileceğimiz bir tartışma bile geçmemiştir. Ancak Sayın Erdoğan‘dan sonra, benim şahsen genel başkan adayım hiç bir zaman Sayın Davutoğlu olmadı. Bunu ikili görüşmelerimizde kendisine de ifade ettim. Ben, Sayın Cumhurbaşkanımızın başkanlık ettiği bütün kurullarda kendisinden sonra Sayın Abdullah Gül‘ün AK Parti'nin genel başkanı ve başbakan olması gerektiğini, gerekçeleriyle birlikte çok açık ve aleni olarak söyledim. Ama sonuçta Sayın Erdoğan, Sayın Davutoğlu‘nu tercih etti. Biz, Sayın Davutoğlu‘na da, birçok değerli arkadaşımızın tasfiyesine en azından seyirci kalmasına rağmen, hürmette kusur etmedik. Hatta ülkemizin, partimizin ve hükümetimizin selameti ve başarısı için ‘nasıl yardımcı olabiliriz‘ diye gayret gösterdik.
Peki, bütün bunlara rağmen, Sayın Davutoğlu‘na revâ görülen muameleye sağ duyulu kaç insan “bu şık oldu” diyebilir. Bu olaydan sonra, değerli dostum Vehbi Vakkasoğlu‘nun yıllar önce okuduğum “Önce Alkışladılar, Sonra Öldürdüler” isimli kitabını hatırladım. Gerçekten tarih tekerrürlerle doludur.
Bugün genel başkanlığa adı geçen arkadaşların çoğu ile uzun yıllar yan yana, dirsek dirseğe çalıştık. Paylaştığımız acı, tatlı bir yığın hatıramız var. Hatta bazıları ile çok yakın dostluğum var. Daha işin başında, bu insanları “düşük profilli” diye niteleyen densizliğe, basiretsizliğe ne diyeceğiz? Bu arkadaşlarımızı, bir yığın karikatürün ve seviyesiz mizahın konusu haline getirmeye kimin ne hakkı var. Bu iz'andan yoksun yakıştırmayı yapanlar hâlâ köşe başlarında oturup, itibarlı adam muamelesi görecekler mi? Sevdiklerimizi takdir etmenin yolu, başkalarını tahkir etmekten mi geçiyor?
AK Parti kurulurken biz, arkadaşlarımızın hukukunu kendi hukukumuz, itibarını kendi itibarımız kabul ettik ve uzun yıllar bu anlayışla birbirimize sahip çıktık. İtibar cellatlığı yapılmasına devam edilirse, daha da mühimi buna müsaade ve müsamaha edilirse AK Parti'nin de küme düşen partilerin arasına karışması mukadder olur.
Bugün, AK Parti'nin tek rakibi artık kendisidir. Bu olup bitenleri gördükçe, şimdi Volter'e daha çok hak veriyorum. Hani diyor ya: “Tanrım, beni dostlarıma karşı koru; zira ben düşmanlarımla başa çıkabilirim.“
Hiç ama hiç bir hesabı olmayan, hasbî bir dostun uyarıları veya sitemleri olarak bunları, arkadaşlık hukuku adına tarihe not düşüyorum. Bilindiği gibi, sitem, sevgiden doğar. Ben CHP'yi çok eleştirdim ama sitem ettiğim görülmemiştir. Dikkat edin ‘kardeşlik hukuku adına‘ demiyorum, çünkü kardeşlik hukuku, son yıllarda sıkıntılı olmaya başladı.
HÜSEYİN ÇELİK FETÖ'DE OKSİTLENİNCE…
Çelik'in 'Kardeşlik Hukuku Dediğimiz Bu Mu Ola?' başlıklı yazısına Akit Gazetesi yazarı Mehtap Yılmaz'dan zehir zemberek yanıt geldi
Yılmaz'ın “ Hüseyin Çelik Fetö'de Oksitlenince…” başlıklı yazısı ise şöyle:
Daha konuşmaya yüzün var mı senin?
Etrafa “kardeş katili” diye tezek atmaya yüzün var mı?
İnsanda hiç mi utanma olmaz Hüseyin Çelik?
Hiç mi sıkılma olmaz?
Bu ne pişkinlik yahu?
Bu ne hadsizlik?
Hani sesin sedan yoktu?
“Susam Sokağı” havası mı çarptı seni, söylesene ne oldu?
Bu mu Sümeyye Erdoğan'a düğün hediyen?
Babasına “kardeş katili” diye attığın bir topak çamur mu?
Ne oldu da böyle şaşırdın sahi?
Yahu kimsin, kim?
Onu de hele önce, kimsin?
İndir maskeni de bir yüzünü görelim!
AK Parti içerisindeki kripto FETÖ elemanı değil misin Hüseyin Çelik?
Gaziantep'teki FETÖ “kamikazelerinin” koruma kalkanı değil miydin?
17-25 Aralık sürecinde biz “hedef” olurken, GAÜN'deki FETÖ ajanı çakma akademisyen uğruna ortalığı ayağa kaldıran “sızma FETÖ bakanı” sen değil miydin?
Hani şu Gaziantep'in Zekeriya Öz'ü, “Lojman yolsuzluğu” iddialarıyla anılan FETÖ kamikazesi savcı Mustafa Peker'in, “yasa dışı dinleme yaptırdığı” o akademisyenin koruma kalkanı sen değil miydin?
Hesap ver bakalım!
Ey AK Parti'deki Kabil!
Bizi kimlere ihbar ettin?
Kimsin sen?
AK Parti'de her fırsatta Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı by-pass etmeye çalışan kim?
Yok, efendim, neymiş?
Cumhurbaşkanı “beraber yürüdük biz bu yollarda” demiş de, arkadaşlarını saf dışı etmişmiş...
Bakıyorum...
Erdoğan'ın her konuşmasını dikkatle dinliyorum...
Cumhurbaşkanı size rağmen aynı yolda...
Peki ya siz?
Melek İpek sermayesine eğilip el öpen Bülent Arınç?
İrapta mahalli kalmamış Abdullatif Şener?
AK Parti yolundan çıkınca cami yakan HDP-PKK'nın kötü yollarına düşen Mir Dengir?
AK Partili köylüyü oynatan FETÖ Gaf-man'i İdris N. Şahin?
Cumhurbaşkanı'nın İsrail'e Davos'ta çektiği “ayara” düzmece diyen Nevzat Yalçıntaş?
Evet, Erdoğan hâlâ orada, milletinin yüreğinde ve de dimdik ayakta, peki ya siz?
Siz hangi yollara döşendiniz?
O, iki kişiden birinin oyunu alarak Cumhurbaşkanı oldu!
Peki, siz neredesiniz?
Hangi hendeğin dibinde?
Hangi Hamamın Önünde?
Susam Sokağı'nın hangi kaldırımında, hangi köşesinde?
Kabul edin...
Alayınız şarampole yuvarlanıp siyaseten perte çıkmış kimselersiniz!
Cumhurbaşkanı iman kuvvetiyle “bize Allah yeter” derken siz, berrak suyun kıyıya vurduğu siyasi cesetler gibisiniz!
Zira o yoldan dönenler siz!
Davayı satanlar siz!
Şehzadeyi boğdurtmaya kalkanlar siz!
Brutüs'lük yapan siz!
Habil'i sırtından vuran Kabil'ler siz!
Yusuf(as)'u kuyuya atan kıskanç kardeşler siz!
Sponsorunun Soros olduğunu bile bile Gezi Kalkışması'nda “şehzadeyi boğmaya” kalkanlar siz!
En küçük bir fırtınada gemiden kaçanlar siz!
17-25 Aralık'ta Erdoğan'ı FETÖ tezgâhına getirenler siz!
Devlet maaşıyla FETÖ kuklası olanlar siz!
Kardeşinizi “akrebin kıskacında” terk edip koltuğuna göz dikenler siz!
Ha şimdi hali perişanlığınız bu iken, bir de çıkıp Ahmet Davutoğlu'nu sahipleniyor görüneceksiniz...
Biz de Susam Sokağı'nızı, “ayna tutarak” başınıza geçirmeyeceğiz...
Yahu Başbakan demedi mi Cumhurbaşkanı aleyhine tek söz duymayacaksınız benden diye?
Derdi sizi mi gerdi?
Neyin derdindesiniz?
Düne kadar Davutoğlu'nun ciğerini sökse doymayacak olan sizler değil miydiniz?
Davutoğlu Dışişleri Bakanı iken, alınması için binbir fırıldak çeviren siz değil miydiniz?
Başbakan olduğu gün yas tutanlar sizler değil miydiniz?
Başbakan koltuğunda “Abdullah Gül olmalıydı” diye sakınnn bize “lo, lo” yapma Hüseyin Çelik! Sakın milleti aptal yerine koyma!
Çünkü o sendin Hüseyin Çelik!
Başbakan olmak için ölüp biten sendin!
Aklınca bizi mi kandıracaksın Hüseyin Çelik?
Abdullah Gül için istemişmiş...
Buna kendin bile inanmadın değil mi?
Hımmmm... Yooook öyle üç kuruşa beş köfte!
Kaçarınız yok!
Her daim başbakanlık sürecinde Davutoğlu'nu nasıl da “iğneli beşiğe” koyup, tıngır mıngır salladığınızı dile getireceğiz!
Ha bu arada unutuyorsun galiba...
Ankara'da nerelerde gezersiiin, ne yer ne içersiiin, kimlerle ne işler çevirirsiiin...
Biliriz...
Nizami gibi sille tokat cümleler kurarak, size kim olduğunuzu hatırlatacak cümleler dizmeyi çok iyi biliriz!
Şimdilik bu kadar...
Yalnız, ey Hüseyin Çelik!
Gaziantep milletvekiliydin ya hani...
Hiçbir şey gözümden kaçmadı demek istiyorum yani...
Cemaat sermayesini nasıl kolladığını biliriz.
Haddini bil...
Haddini bil, uğraşma ümmetin lideriyle!
Ayakkabısında taş olma!
Uğraşma FETÖ terörüyle mücadele edenlerle!
Asap bozma!
Devletin, milletin başında onca dert varken...
Senin de dahil olduğun FETÖ bizi davalarla susturmaya çalışırken, durduk yerde kaşınma!
Yoksa milletvekili maaşıyla FETÖ-vekilliği yaptığını bağıra bağıra söyleriz!
***
Hımmmm...
Demek ki bir yerlerden düğmeye basıldı.
Gemiyi azıya aldın...
Madem öyle...
İlk fırsatta Cumhurbaşkanı Erdoğan'a gidip, işte Kabil diye seni şikâyet etmezsem namerdim!
Merak etme...
Dersimi çok iyi çalıştım!
Burada “Her yaptığınızı, her yapmadığınızı, her söylediğinizi, her sustuğunuzu, her gördüğünüzü, her gözünüzü kapadığınızı, her oturuşunuzu, her kalkmayışınızı bir bir not aldım. Her şeyi anlatacağım.”
Hüseyin Çelik FETÖ içinde nasıl mı paslandı?
Yazacağız!
Eveeet, şimdi “top” Bülent Arınç'ta!
Hadi, hadi Hüseyin Çelik'i RT etsiiiin...
Külçe gibi paragraflarla kompozisyon yazıp, giriş-gelişme-sonuç düzeni içinde, sıkıcı lisanıyla yazsın söylensin...
Nasılsa Susam Sokağı'nda iş yoook, güç yok!
Vakit çok...