Karnında saklamak

'Son bir dileğin nedir, haydi söyle!' Deselerdi çekinmeden: - Annemin okuma yazmayı öğrenmesi. Derdim.

"Son bir dileğin nedir, haydi söyle!" Deselerdi çekinmeden:

- Annemin okuma yazmayı öğrenmesi. Derdim.

Sadece ben mi? Çoğumuzun dileğidir bu… Ebeveynlerimizin okur, yazarlığı.

Hep anlattım ya… Bizim kalabalık ailemizde en çok hevesli olduğumuz şey okumaktı. Okuyan babamızın bize bıraktığı o müthiş alışkanlık okumak, okumaktı.

Boşuna dememişler:

"Üzüm üzüme baka baka kararır." Sözünü.

Çocukların sosyal çevresi neyse, belleklerinin aynasına düşen iz de odur.

Dolethy Nolte boşuna dememiş:

"Çocuk yaşadığını öğrenir." Diye.

O zamanlar ne çamaşır makinesi var ne de bulaşık makinesi. Tüplü ocakların yerinde gaz ocakları…

Çamaşır makineleri leğenlerdi. Bulaşık makineleri de taşıma suyla her işin yapıldığı kilerli mutfaklar.

Doğum kontrolleri hak getire. İlk doğan çocuk bir yaşına basmadan ikincisi yoldadır. Tefekkür ve değer yargısı:

"Doğan çocuğun rızkını Allah verir." Üzerineydi.

Böyle olunca evlerdeki çocuk sayısı bırakın dördü beşi en az yedi sekizi bulurdu.

Babalar işte, analar leğen başında.

Tıpkı bizim ailemiz gibi.

Evimize çamaşır makinesi girdiği zaman anamızın beşinci çocuğu altıncı olmak üzereydi.

Her şey onun üzerineydi. Onca çocuk bir de kılı kırk yaran bir kayınvalidesiyle yaşamazdı annemiz. Boğuşur, mücadele ederdi.

Hastane sokağın güneyi Çavuşbaşı mahallesiydi. Her mahallemiz kadını gibi çoğu zaman o yüklü çamaşır seleleriyle Çavubaşı yolunun kenarında akan kerhizin başına gidilirdi. Yaz kapıyı çaldığı zaman da askeri kışlanın dibinde akan bir başka kerhiz suyunda halılar, kilimler yunulurdu.

Leğen, gaz ocağı ve yedi çocuk. Artan zamanlarında o gözbebeği gibi koruduğu şişleriyle kaza, çorap örerdi.

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ

Bakmadan Geçme