KELİMELERİN TUTSAKLIĞI
Şehriban Berk yazdı...
Kelimelere yüklediğimiz anlamlar sınırlı iken cümle içinde kullandığımızda bize doğuracağı sonuçlar sandığımızdan çok daha fazlasıdır. Bugünü geçirmek için yeterli iken geleceği zedelemekte büyük etkisi bulunmaktadır. Özellikle bazı kelimeler günlük hayatta sıklıkla kullandığımız anlamlarından dolayı onları bir kalıba oturtmuş oluyoruz. Siyasi, felsefi, edebi, tarihi, yabancı ve çocuksu gibi kategorilendirdiğimiz kelimeleri kullanmamak için cümleleri o kadar çok sadeleştirdik ki artık birbirimizi anlamayacak duruma geldik. Yanlış anlata anlata ve yanlış anlaya anlaya kendimizi toplumdan soyutlaştırdık, yalnızlaştık ve farkında değiliz. Kendimizce kullandığımız bir dil, bir üslup, bir anlaşma biçimimiz var evet ama bu biçimde ne kadar kendimiz olduğumuzda muamma. Çünkü daha kullandığımız kelimelere bile sadık değilken iletişimimizde kendimizi yansıtmaya çalışıyoruz. Uzun metrajlı bir filmi otuz saniyelik fragmanıyla yaşamak gibi geliyor bana. Bunun üzerine ise kifayetsiz kalan kelimelerin yanında suskunluğa da sığınmıyoruz ve hala aynı şeylere ısrar edişimiz bizi kendi kendimizden biraz daha uzaklaştırıyor. Biraz daha yabancılaştırıyor.
Şimdi binlerce kelime arasında ben anlatmak için en masum ama kullanmamaya hükümlü olanını seçiyorum. Ben özgürlüğe biçemediğim anlamın zıttı olan tutsaklığa sığınıyorum. Ve ben sığındığımın budaklaşmış dallarından dökülen yapraklarını anlatmak istiyorum.
Tutsaklık kelime anlamı savaşta ele geçirilen düşman ve ya gitmesine ya da özgürce hareketine engel olunan (kimse) olarak geçmektedir. Oysa ki bir dilin bütün lügatlarını kendi içinde barındıracak kadar geniş bir kavram.
Şunu rahatlıkla dile getirebilirim ki; Bir bedenin parmaklıklar ardında olmasıyla ibaret olmadı, olmamalıydı da… Çünkü bir ruh da kemikten parmaklıkların ardına tutsak olabilir. Kendi içinde sonsuz ama ellerini hareket ettiremeyecek kadarda kısıtlı. Zihninde kendini anlatmaya hazır bin bir cümle ama dilinde sessizliğin mahkumiyeti. Kalbi en güzel aşkların ev sahibi ama gelecek olan misafirlere demir kapılarla kapalı.
Hangi taraftan bakarsak oradan gördüğümüz anlamlarla sınırlı kalıyoruz. Bizim dışımızda kalanı neden yok sayıyoruz, oysa ki hala dile getirilmeyi sabırsızca bekleyen onca anlam var. Ve ben bir nebze onlarla devam edeceğim.
Tutsaklık ruhtaki uçurtmayı uçurtmaya korkmaktır, gökyüzünü yok saymaktır, kendi için bile bir türlü kendinden geçememektir. Kanadı kırılan kuşun iyileşmek için mücadeleyi bırakıp uçmaya küsmesidir. Tek bir fikrin doğruluğuna körü körüne inanmaktır. Nefretin, kinin güçsüzlüğüne kaptırmaktır kendini. Dünyanın sadece kendi etrafında döndüğüne, sadece kendisi için yaşadığına inanmaktır. Bütün renklere kör olmaktır. Tutsaklık insanın kendi içinde barındırdıklarının farkında olmayışıdır. Kendi dilinde asimile oluşudur.
Umarım ruhlar hala bedenlerde iken varlığımızı azat edebiliriz…