Koşun gidelim halkacılar gelmiş!

Ümit Kayaçelebi yazdı...

Sevgili dostlarım evvel zaman içinde diyerek başlayalım söze.

Bu gün aklıma o çocukluk yıllarında heyecanla koşup gittiğimiz Çadır kumpanyaları geldi. O günleri anarken içimden bunları da ilerde bizden sonra gelenlere bir anı olsun diye neler yaptıklarımızı bilsinler diye kaleme almaya karar kıldım.

Asude sessiz sakin bir Van ve herkes eğlenceye hasret. Tek eğlencemiz sokak aralarında lastik topun peşinde koşturup durmak. Bir de anne veya babadan para koparırsak sinemaya gitmek. Veyahut hafta sonunda eski toprak sahaya giderek kenardan köşeden veya duvardan atlayarak sahaya dalıp maç izlemek.

Bizi en çok heyecanlandıran şey ötelerden ta uzaklardan gelen tiyatro kumpanyaları, şarkıcılar, türkücüler ve onlarla gelen hanendeler sazendeler ve rakkaselerdi. İnsanlar zaten konsere en çok umumiyetle gelen rakkaseleri seyretmeye giderlerdi ki o yıllar da Aysel Tanju, İnci Birol, Nilüfer Aydan, Saliha Ketenci, Ayşe Nana, Necla Ateş, Nebile Teker, Özel Türkbaş, Özcan Tekgül rakslarıyla çok ilgi çeken rakkaselerdi.

Ancak burada en fazla adından bahsedilen Aysel Tanju idi. Nedense ziyadesiyle eğrilip kıvrıldığı içindir ki kıvırma da usta idi. İşte bu sebepledir ki o seneler de halk arasında böyle sözünde durmayan, vaadini tutmayan, dediğinden vazgeçen insanlar için sitem ederek 'Aysel Tanju gibi kıvırma' derlerdi. Bu söz bir nevi kibarca hakaretti aslında anlayana tabi. Bu deyim de senelerce halk arasında söylenip durmuştur.

Yani konserde en çok alakayı gelen şarkıcı türkücüden çok konser heyetiyle gelen rakkaseler çekerdi. Konser mekanları emek ve şehir sinemaları olurdu ki konserler de yer ve kapasite itibariyle emek sineması tercih edilirdi gelenler tarafından.

Konsere gitmek sinemaya gitmek gibi değildi. Biletler oldukça pahalı olduğu için şehrin üst düzey memurları, yöneticiler, zenginler, tüccarlar bir de durumu iyi olanlar bu konserlere ailece katılırlardı ve biz konsere gidiyoruz diye komşuya tanıdıklara hava atılırdı!

Yalnız bu konserlere bahusus rakkaseleri seyretmek için Van'ın 'yığılget' takımı dediğimiz şehrin belalıları, kabadayıları, kırık dökük diye tabir ettiğimiz kişilerde gelirdi ki bunlar da malum şahıslardı. Geride kalanlarını rencide etmeme adına isim vermiyorum. Ve işte Konserde vukuat olmasın diye polis bekçi gelmesine rağmen Rakkase sahneye çıktığında etraftan bu 'yığılget takımı' heyecana gelir hay huy ederlerdi ve ortam gerilirdi. Sinema sahibi de keşke bir şeyler olmasa diye tedirgin olmasına rağmen nahoş hadiselere meydan olunamıyordu. Ve bazen konser yarıda bile kalabiliyordu. Yalnız her konserde de bunlar olmuyordu istisnai şeylerdi.

Seyyar mikrofonun daha icat olunmadığı o yıllarda gelen sanatçılar sabit mikrofonun başında durarak nede hoş söylerlerdi. Takım elbiseli sazendeler derseniz iki dirhem bir çekirdek misali nerden bulurlarsa giyinirlerdi. Yani o saz heyetine bakıp da imrenmemek kabili mümkün değildi.

Hatta rahmetli Necdet Tosun da bir konser heyetiyle gelmişti Van'a bizde sırf o tombul adamı görmek için koştuk gittik. Sahnede biri iki o yana bu yana yürüdü birkaç fıkra ve derken halkı selamlayarak sahneden alkışlarla ayrıldı. Sırf bir şişman göbek görmek için biz gibi niceleri o gün Emek sinemasındaydık.

Taşradan uzaklardan gelen sadece konser heyetleri değildi tabi ki. Bazı bazı Müsamere tiyatro kumpanyaları da Van'a geliyordu. Mekanlar yine sinemalar oluyordu haliyle. Sahnenin tiyatro oyununa uygun olup olmaması çok önemli değildi. Yeter ki sahne olsun.

Buraya eski yıllarda Rahmetli Avni Dilligil ve ailesinin geldiği bir tiyatro gurubunu ve yine Lale Oraloğlu tiyatrosunun buraya gelip buradan Ağrıya geçtiğini hatırlıyorum. Ne yazık ki o yıllarda dışarıdan gelen bir tiyatro kumpanyasını görmek bana nasip olmadı ve tabii ki içimde de bir uhde olarak kaldı. Sinema parasını yalvar yakar zor kopardığımız o zamanlar tiyatroya gitmek ne mümkün! Zaten halkın tiyatro çok merakı ve ilgisi de yoktu. Tiyatro çok bilinen bir şey değildi halk nezdinde. Belirli bir üst düzey tabakaya hitap eden bir şeydi tiyatro.

Bizim ayrıca bir şehir parkımız vardı yaz ayları dışarıdan gelen konser heyetlerine ve sanatçılara ev sahipliği ederdi ancak o konuyu başka bir yazımda ele almak istiyorum.

Şimdi gelelim halkacılara! Tabi yeni kuşak halkanın halkacının ne olduğunu pek bilmez.

Yurdumuzun çeşitli yörelerinden bir araya gelmiş insanlar maharetlerini hünerlerini gösterme adına, hayatlarını idame ettirmek için ara sıra Anadolu'nun çeşitli şehirlerine turneye çıkarlardı. Bu turneler de umumiyetle yaz aylarında olurdu. Yaz ayları tercih edilirdi.

Turne ye gelenler Belediyeden ve mülki amirlikten izin aldıktan sonra. Belirtilen yere icraat yapacakları yer adına etrafı basit tel örgülerle çevirirlerdi. Direğe büyük bir hoparlör bırakılır ve devrin sanatçılarının plakları çalınarak adeta koşun gelin burada eğlence var, burada gösteri var denirdi. Sesi duyan merakla koşar gelirdi.

Şimdi ne vardı derseniz! Mesela bir çadırın içerisinde birkaç maymun, yılan, kedi. Köpek, bazen ayı vs. hayvanların bulunduğu bir bez afişe çizilirdi ve insanlar içerdeki hayvanları görmek için bilet alıp içeri girerlerdi merakla. İşin tuhafı o ki bez afişte dev bir yılan resmi görenler içeri girdikleri zaman küçük bir yılanla karşılaştıklarında şok oluyordu. Yani afişteki hayvanların içeride devini değil cücesi ile karşılaşıyorlardı. ve çıkarken ulan nasıl kandırıldık diye hayıflanıp çıkıyorduk. Ama yapacak bir şey yok çünkü biletin parasını peşin verdiniz ya.

Bir başka çadırda hedefe atış yapıp silahla vurmak ve ödül kazanmak istek ve ihtirasıyla ha bire atışa devam. Şimdi silahı niye elinizden bırakamıyorsunuz derseniz? Çünkü kumpanyacı oraya ya bir kız veya kadın bırakmış işte sizde o yüzden elinizde silah ha bire ateş edip duruyorsunuz. O kız orada olmasa o kadar atış elbette ki olmazdı.

Bir başka çadırda O zamanın sipahi, Yenice, Kulüp, Harman, gibi devrin en pahalı sigaraları düz bir tezgahın üzerine bırakılmış böyle aralı bir şekilde. Sizde elinize ufak bir halka (kasnak) alıyor ve sigaraya geçirip sigarayı kapmak istiyorsunuz. Halkalar tek tek satılmazdı 5 er 5 er . halkayı size 5 er beşer satıp sizin daha çok atış yapmanıza sebep olan yine buradaki hatunlar. Siz hedefe çok uzak değilsiniz ama sigarayı halkalamak da o kadar kolay değil. Herkesin birinciye, ikinci,ye, üçüncüye, doğu sigarasına, bafraya talim ettiği bir zamanda kim sipahiye, kulupe sahip olup içine doya doya çekmek istemez!At babam at derken bazen hiç de halkayı sigaraya geçiremeden boynu bükük çok ayrılanda oluyordu. İşte halka ve halkacılar dediğimiz olayda bu. Tek mesele devrin lüks sigaralarını kapmak.

Bir başka çadırda bez afişte diyor ki: Tabi biz Vanlılar deniz görmüşüz ama denizin içinde kız görmediğimiz için balıklama bilet alıp içeri dalıyorduk.

İçeride bir kız yerde boylu boyunca uzanmış allı pullu bir de kuyruğu var. Artık nasıl dizayn etmişlerse gerçek deniz kızı gibi durduğu içindir ki saf vatandaş bizler çadırdan çıktığımız da deniz kızı gördük diye için için seviniyorduk. Bir de gidip mahallede sokak ta deniz kızı gördük diye kendimizce hava atıyorduk.Çok saftık çok temizdik o yüzden yıllar sonra işin aslını öğrendiğimiz de helal olsun bize iyi yedirdiler demiştik.

Yalnız bu gelenler kadınlı erkekli gelip belirli bir müddet kumpanya olarak çadır kurulan mekanda orada yer içer ve yatarlardı. Ve bir müddet sonra çeker giderlerdi. Veyahut bir başkası gelirdi.

Ancak burada yine o ğır ğeşek dediğimiz zillotolar rahat durmazlar ve ekmeği için gelen o işi yapanların kadın kızlarına bazen laf atar sarkıntılıklarda bulunurlar ve bir çoğu da karakolluk olurdu. O insanlar nerelerden gelmişler ekmeklerini kazanmaya ama sen ne yapıyorsun ekmeğini kazananın ırzına namusuna halel getirmek istiyorsun deyip buradan alınanları Erek karakolunda çok güzel ıslatıyorlardı. Zaten hır gür takımının falakaya çekildikleri yer hep erek karakolu oluyordu.

Mekan mı? Söyleyeyim en çok kumpanyaların yerleştikleri icrayı sanat yaptıkları yer şimdiki Vilayet konağının olduğu yer.

İşte böyle dostlar. Biraz uzattık ama hoş görün. Bizden sonrakiler de bizim yaşadıklarımızı ve bizimde zamanımızda yaşadığımızı ot gibi yaşamadığımızı bilsinler istedim.

Bir kumpanya gelmişti 60'lı yıllarda en çok çaldıkları plak da hala kulaklarımda: 'Gönül kuşu uçar gider' Yıldız Tezcan'ın plağı sanki hala orada dönüyor ve ve bende duyar gibi oluyorum.

Zaman değişti ne halka kaldı ne de halkacılar.

Hey gidi günler hey.

Bakmadan Geçme