Mağduriyetten Mağruriyete
Fi tarihinin birinde krallar kraliçeler, padişahlar sultanlar, saraylarında bir eli yağda bir eli balda, etraflarındaki cariyelerin yelpazeleriyle ahu endam edip cümbüşlü geceler yaşarlarken 'padişahım çok yaşa' naralarıyla kulluklarını bildiren halk ise, bulgur yemekten et tutamayıp cılız kalırken bir hayvanını iki edemeyen tımar sahipleri bir de sipahi beslerken, bükülen bellerini düzeltemez olmuşlardı...
Gel zaman git zaman vergiler toplanamayıp ülke gerilemeye doğru giderken cümbüşlü gecelerin sayıları azalmaya başlanınca bunun sebeplerine kafa yormaktan ziyade vergileri daha da arttırıp halkın sırtına yüklenecek yükler taşınamaz hale ulaşmıştı.
Kraldan çok kralcı dalkavuk vezirler buldukları bu yeni vergiler sayesinde kral'dan aferinlerle birlikte kızlarını da alıp saraya damat oluverirlerken, vezirliklerini ve şaşaalı hayatlarını teminat altına alıyorlardı adeta.. Öyle bir uyku hali vardı ki, ülke toprak kaybetmeye devam ederken, başkentin işgal edilmesi bile uyanmaya yetmiyordu artık.
Bu arada şaşalı hayattan kopamayıp aciz düşen sultan ve vezirler, 60'lı yaşlarda olmalarına rağmen, 18'e yeni basmış cariyeyi 'nimed' sayıp 5. evliliklerini yapıyorlar, bir eliyle kaptana evlilik imzasi atarlarken, diğer eliyle de şehrin anahtarını düşmana teslim ediyorlardı.
Onlar ülkeyi terk ederlerken, bu yok oluşa, ayak altında ezilmişliğe karşı durup 'kral çıplak' diyen çocuk sesleri artar olmuştu.
Bu milleti, kula kulluk zihniyetinden çıkarıp Allah'tan başkasına kul olunamayacağını kralın oğlunun kral, padişahın oğlunun padişah olmasının liyakat esaslarına uymadığını, bu nedenle 'işi ehline veriniz' düsturuna uygun bir düzen kurmak adına mücadele edilmesi elzem hale gelmişti. Kurulan halk birlikleriyle; halkın içinden gelen eğitimini alan liyakate uyan bir çobanın oğlunun bile padişah koltuğunda oturabileceği bir düzen kurmak gerekirdi. Liyakat temelli bu düşüncelerle harekete geçilir ve sonunda başarılı olunur. Artık halkın kendisini yöneteceklerini yine kendi içlerinden seçebileceği bir sisteme dönüşün eksiği fazlasıyla ilk adımları atılıyordu.
Bu yeni sistemin oturması için belli süre geçmesi gerekliydi.
O süre geçtikten sonra yine kendine görev çıkaran bazı ordu mensupları, devletin sahibinin sadece kendileri olduğu düşüncesiyle monarşik sisteme dönme hayallerini, ellerindeki silahlı güçle, neredeyse her 20 yılda bir denemeye kalkınca, vatandaşı mağdur durumuna düşürmüş oluyorlardı.
Bu mağduriyetten en fazla pay sahibi olan gruplardan birisi de dini hassasiyetleri yüksek olanlardı.
Bu mağdur edilmiş hassayiyetlerikullanmak hem onların derdinin çözülmesi, hem de kendi ikballeri için daha önce çeşitli denemeler yaptıkları halde başarısız olanların, bu defa takiyye yöntemini kullanarak hedeflerine ulaşma yönünde önemli adım atmışlardı. Halkın bazı kesimlerinin uğradığı adaletsizlikler haksızlıklar 'mağdur edebiyatı' ile başarılı bir şekilde şiirselleştirilip anlatılarak gözyaşı geceleri ile iktidara yürünmüş olunuyordu. Artık dünün mağdurları iktidarın gücünü ele geçirdikten sonra bu gücü hazmedemeyip mağrurlaşmaya başlamışlardı bile...
Gel zaman git zaman güç sahipleri kendilerini kanunlarla daha korunaklı hale getirdikten sonra artık 'karşı dağları ben yarattım' havasıyla gücün en üst zehirlenmesini yaşıyorlardı.
Kendi görüşleri haricindekileri dışlamakla yetinmeyip 'hain' yaftaları ile keskin şekilde kutuplaştırıcı bir yöntem izlenip, kitlesine zafer naraları attırırken, ülkenin her tarafına kendi kopyası kibir kuleleri dikerek mağruriyetin gezen halini göstermiş oluyorlardı.
Artık, ezilenler, hor görülenler, haksızlığa uğrayanlar, kendilerinden olmadığı için görülmüyor ve görülmesine de fırsat verilmiyordu.
Kendi taraftarları ise bu adaletsizlikleri görmemek için gözlerini kaydırıp kulaklarını tıkayıp, vicdanlarını köreltip sağırlaştırıyorlardı.
İşte mağduriyetten doğan mağruriyet vicdanları kör, ruhları esir almış bir şekle dönüşmüş oluyordu.