Mavi Şehrin Kalemleri

TAKİP ET

VAN'IM BENİM

ÜMİT KAYAÇELEBİ

Yoktur üzerine belde

Vanım benim canım benim

Adın hep söylenir dilde

Vanım benim canım benim.

**

Hem neşemsin, hem acımsın

Derde derman ilacımsın

Hem gardaşım hem bacımsın,

Vanım benim canım benim.

**

Urartuların vatanı

Yeşil mavi her bir yanı

Pişiğiyle vermiş şanı

Vanım benim canım benim.

**

Edremit Gevaş safası

Aslik ve pamuk alması

Gölde Akdamar adası

Vanım benim canım benim.

**

Üzüm doludur şah bağı

Havasorun meşhur yağı

Kar, borandır Erek Dağı

Vanım benim canım benim.

**

Müküsün kapalı yolu

Her yer ceviz, üzüm dolu

Dağ, tepedir sağlı solu

Vanım benim canım benim.

**

Burada balığın alası

Pırıl pırıldır havası

Koçyiğitlerin yuvası

Van'ım benim canım benim.

NAR VE SİS

YAŞAR ADIYAMAN

İçinde çoğalıyor

Bir bilinmeze doğru

Aldanan yüz ve hiçbir zaman

İyileşmeye niyeti olmayan

Herhangi biri veya bir kaçı

Bu bir denklem olsa

Üçgen içinde bir açı

Hesaplanmama ihtimali olsa da

Sonuçta çözülecek bir şey

Ama içinde dahası

ne yazık ki gerçek

Ve çok acı

Benim için yorgun zaman dilimi

Ve benim hoyratça dilim

İçim ise dilim dilim

Başımda nar gönlümde sis

Aklımda ilim...

Nar içinde harlanan

Ateşe dayanıklı demir parçası

İçinde herşey olan ve dahası

Yaşama dair bir kanıt

İçinde onca bilinmezlik

Üstelik bu anıt

Bu vazife bana ilk

onca acıya gülmek

Benim tabağımda bir sis bulutu

Dokunduğumda kocaman bir hiç

Öyle işte kimin elinde nar

Benim tabağımda sis

Şimdi söyle bana bana

Sen mi büyüksün

Yoksa içinde geçtiğim onca acı

Ve tabağımda sis

Bana senden başkası

Şimdi nar ve sis içindeyim

Zaman tüneli

Geçiyorum içinden çıkılmaz

Son umut yolculuğuna

Sin bir zaman uğruna

Dahası var nasıl olsa narsın

Ben ise bulut

Yağmadan toprağa can olmaz

Hey gidi günler hey

Şimdi bu bayır yokuşu

Ben çıkacağım

İçinden geçeceğim dağın

Ama ne diyeyim

Benim içim darmadağın

VAN SEVDASI

LEYLA MİHRİNAZ ENGİN

Demli çay ile içilir ışığı memleketin

yıkanmaya gider güneş koca bedeniyle göle

Süphan ayrı cümbüş

Erda (erek )gölün ketum maşuğu

Şahittir Artos kenarında gölün

yıkanır Şahmaran

bin yıldır uzayan saçında gümüş saplı tarak

sevda türküsünü söyler Tamara geceye muma

adada bir kayada

ne çok sevda yedi bu memleket

ve her an yeni bir sevda

gözü mavi

beli ince

kadim kavmin

kadim coğrafyasında

kederi şiirce

2. Şiir

o vakitler

yer gökte gök yerdeydi

yıldızlar oynamaya yere inerdi

gözlerimle gördüm yemin ederim

oturmuş buluta dünyaya gülerdi

kırlangıçlar sürüsünde onu izlerdim

şimdi mi

dilim varmıyor

3.şiir

İhanet

kesintisiz bir uğultu

önüm arkam sağım solum

beton, yığıntı

terasımda tek bir avuç gök yüzü

sıkışmışken fare gibi köşeye

tek avuntum

serdigim sofraya gelmiyor kırlangıçlar

kondukları dalları kesti dünyaya sığmayan insancıklar

bak bunlar da mezar

kuş paslı çatıda

ben beton terasta

bakışıyoruz bakışıyoruz da

bu kadar ihanet fazla

GEÇEN YILLARIN

FUAT ARPA

Limanı belirsiz meçhul gemidir

Yolcusu yorgun, geçen yılların

Hatırası ömrün hazin demidir

Farkına varmadan geçen yılların

Gurbete düşmenin derin acısı

Umutsuz aşkların sıcak sancısı

Gençlik, heyhat artık yabancısı

Yalnızlık sürgünü geçen yılların

Şarkısı, şiiri veda doludur

Artık varacağı hazan yoludur

Dostlara çağrı sitem doludur

Son rıhtımında geçen yılların

Artık başka türlü baharın, yazın

Belki bir esenlik sade niyazın

Titreyen melodisi, kırık sazın

Resmeder halini geçen yılların

AH ANNE!

NECLA ARPA GÜLAÇAR

Nasılda yanlızım şu çölün ortasında.

Yaşamak denen direncin

Kollarını kırıyorum her gece...

Nafile, nafile, Anne!

Boynuma asılı prangalar

Sevilmemişliğin hüznü ağlar...

Henüz giremediği harbi kaybeden komutanın

nedameti gibi içim sızlar...

Ah Anne!

Ne kötüymüş kader sarayım

Değersizleşen nesneler

Ahmaklığını yüzlere kusan insanlar

İşte yine ben zavallıyım.

Ah Anne!

Her gece uykumda ölmeye hazırlanırken

Usulca öpersin yanağımdan

Yaşlar süzülür gözlerimden

Unutulmuş diyarlarda

Açarım gözlerimi sabahlara

Dirilirim yeniden sabahlarda...

Ah Anne!

Kötüymüş kader sarayım

Hoyratça sarfedilmiş

İncinmiş her yanım

Yaşamak denen zulme

Katlanamaz oldu sabrım...

Ah Anne!

Artık bana bir hülya ver

Üşüyorum yaz sıcağında

Bana sıcak sözlü bir hırka ver

Ağlamayan gözlerimden nehirler taşıyor

Nedamet çığlıkları beni boğuyor

Tut elimden Anne!

Soğuk yüreklerin cehenneminden alıp

Serin cennetlerin gölgelerinde gezdir beni...

ÇIĞLIK

LOKMAN TEKİN

Bir Şubat mevsimi…

Sessiz ürpertilerin çığlıksız iklimi…

Bir ölüm ninnisiyle uyandı ülkem

Bir imdat ağıtıyla karardı güneş…

Önce damarları çatladı bulutların

Ardından, toprağa çakılan betonların öfkesi…

Bir değil, bin değil, binlerce…

Şaşkın ve darmadağındı yüzbinlerin nefesi…

“Deprem olmuş, yıkım olmuş oy”

Toprağa düşmüş canlar, zamansız, umarsız…

Yıkıldık… Ölümün en soğuk yüzü kesti nefesimizi

Ve aldı elimizden güneşi, soğuk betonların sesi…

Çığlıklar çığlığa, ağıtlar ağıda karıştı.

Unutmam, unutamam annelerin titrek bakışlarını

Ah kimler üzmüş, güzel ülkemin gülüşlerini

Sesim…

Sesimi duyan var mı?

Ah yavrum, ah güne hasret sabahların rüyası

Aç ne olur, bir kerecik o masmavi kucağını

Aç ki yavrum, sana koşsun yağmur…

Ey solgun düşlerin kanayan fırtınası,

Ey dumana bulanmış tozlu topraklı akşam

Şimdi nereye konacak, aşk selamlı çocukların masalı?

Hangi yürekten akacak, pıhtılaşmış zamanın kanı?

“Deprem olmuş, yıkım olmuş oy”

Yetim kalmış şarkılar, şiirler kimsesiz…

Anneler…Annen…Annem…

Enkazın altında uzanmış, yatıyorsun

Ah şimdi ne kadar da üşüyorsun

Dokunabilsem bir dokunabilsem ellerine

Bakabilsem en derinden kapanan o dalgın gözlerine

Doyasıya sarılsam, beyaz saçının her bir teline…

Gitme bile diyemedim ya annem

Şimdi bütün hücrelerimle dokunuyorum sonsuzluğa

Yine de “gitme”… O korkutan karanlığa…

Gitme be annem…

O sıcak yanaklarını okşayıp son kez sarılmadan

Yüreğine dokunup “daye” diye fısıldamadan kulağına yağmurun

O acı karanlığı aşıp sabahına koşmadan

Ve seni nasıl özleyeceğimi söylemeden son kez

Gitme be annem…

Bugün yüzlerce yandı yüreğim

Birinde kor ateş, bininde cehennem

Yüzlerce ağladım, yüzlerce sustum

Yüzlerce haykırdım:

“Sesimi duyan var mı?”

Ah ömrüm, zamansız göçen ömrüm…

Sesim, soluğum, nefesim, yüzüm…

Bir çiçeğin zamansız açan günahına hasretim

Bütün denizler olduğundan daha hırçın şimdi

Bütün masallar iş grevinde…

Gittikçe daralıyor uzay kaldırımları

Zaman suskun…

Zaman darmadağın…

Zaman, göçüp giden öykülerin göz yaşı kahramanı

Bir Şubat mevsimi…

Sessiz ürpertilerin çığlıksız iklimi…

Bir ölüm ninnisiyle uyandı ülkem

Bir imdat ağıtıyla karardı güneş…

BİLİR MİSİN?

ERDAL ŞAHİN

Zamana direnen siyah saçlarıma aklar düşeli, kaç mevsim oldu bilirmisin.!

Bilir misin! göçmen kuşların bile erken veda ettiği bu şehirde,kaç ayrılık türküsü bestelendi yangın yerine dönen yüreklerce.

Şimdi herşeyin bize veda etmeye yeminli olduğu bir demdeyiz.

Gel etme! hüznün her yanı kapladığı bu hazan mevsiminde, bari biraz daha kal bu şehirde,erken veda etme bize.

Bu mevsimde gündüzler kısalır, geceler uzar, erken karanlık çöker buralara,boynu bükükler çekilir kuytu köşelere,dertleriyle başbaşa kalakalırlar.

Yağmurların ve ardından karların yoğun yağdığı uzun ve zorlu kış gecelerimizin dert ortağı ol..

Gitme! Bu şehirde,kal yalnızlık ve hüzün kokan gecelerimizde kal...

Leyl'lerimize kandil ol..

SONRA UYKUN KAÇAR

MENDUH BAYEZİT

Oysa uykunu kaçıran asla kaçmaz

Aksine gece güneşi olur sana

Başka bir güneş doğmasın istersin

Çünkü hayali bile güzeldir onun

Belki ile keşke arası bir yolda dolanır durursun

Ardından sabah olur

O gider ve dünya biter

Düşler kısa, gerçekler uzun

Geceler lahza, gündüzler asır olur

Geceleri onu ekersin gönlüne

Bire bin misali her yer o oluyor

Filizleri ışık doğurur karanlığına

Olmayışı olmak olur sonra

Ve hayali bitirir siyahını

Tek düşmanın geceyi bitiren güneştir

Sabahla birlikte diğerleri ortaya çıkar

Oysa gece sadece o vardır.

Düşler kısa, gerçekler uzun

Geceler lahza, gündüzler asır olur.

Bakmadan Geçme