Mavi Şehrin Kalemleri
MİSK'İ AMBER
ŞERİFE AKARSU ŞAHAN
Ayrılık düştü payımıza eyy misk'i amber kokulu sevdam
Aşk ateşin'de üşür avuçlarım içindeki çığlıklı duâlarım
Beni kendinden olan hasretin yedi/âhlara sırat köprü suâllere bıraktın
Bağışla beni bırak kaderin izi yeminli bir düşte kalsın
Kimbilir ölüm hangi vuslatın Arifesin'de bekler beni
Onca mayhoş ta'da bulaşmadan son sorgusu Meleklerin
Tenime sinen sülfür kokusu ve kurşundan öte şerbetin
Sorgulama gitsin hüzün,Efsunlu bir günde kader
Şimdi zemheriye sal yüreğimin ateş bulunan inzivasını
Fikrimin ince rimelinden sür kirpiklerime sevdanın ablukasın'da kalayım
Serinletsin yüreğimi bir düş lodosu "Cennet"nefesini alayım
Çık gel bozguna uğrat gördüğüm yüzü sarayım
Can siperim'de bedbahtlaşan lâl sevi için'de yosun bağlayan özlemin varken
Gözlerin'den uzak ,sesinden ırak, vakur bir savaştayım
Vahşinin mızrağın'dan emretmiştin yok ederken Hamza yüreğimi
Mateme bulanıyorum çoğaltıyorum şiirlerin acıtan tarafından yazıyorum
Mısralara kalem değmemiş bakir bir şiirsin dilimin mahremiyet lafzın'da
Recm'lere gelesi yüreğimi Ebabil kuşları ile taşladım aşk'ın fermanına
Feryadımı urgan yaptım astım senli hasretimin boynuna
Suya hasret aşk'a sürgündüm ala şafağın giz kıyısın'da
Yüreği yaralı bir güvercin uçtu göğüs çeperimden bir serçe ağladı
Musa'nın asasın 'dan bölünen Nil gibi öksüz yüreğimi dağladı
Yusuf'un gömleğindeki sır gibi biât ettim sevdana
Sen bahar düşüm dar ağaçlık yüreğini yokluğunla mı
and içtin
Gerdanın beyaz kafurdan ve misk'i amber kokuyordu karanfil saçların
Zağferan misali ayakların sedeflerin'de saklı inciler gibi siyah gözlerin
Hasret kasırgası eser ayrılıkmı düştü payımıza eyy
Aşk'ı Yaren
Sulanmış çiçekler gibi kuruyor herşey gidip'te gelmemek üzere bütün yüzler...
GİDECEKSİN
DERYA GÜLTEKİN
Gideceksin!
İster on günde,
İsterse on yılda bir...
Alıp başını yüreğinle baraber
Ya bir köşe
Ya da bir göl başına...
Yakacaksın eski defterlerini,
En çok da kara gemilerini...
Gideceksin!
Yepyeni bir sayfaya meftun
Susuz kalmış lugatlerinle
Yitik sevdalar ülkesine,
Vuslatla sözlesip
Kendinle el ele...
Gözlerini kapatmış gibi yapacaksın bazen
Çukurlara yürürken
Tek Allah'a emanet edeceksin kendini...
Bir tedbir'in
Bir de ümid'in kalacak seninle
Geride bir tek "ah" yazacak
Gönlünün sitem sokağına bakan
Arka resminlerinde
Başı boş bir rüzgar olacaksın bazen
Bazen de boz bulanık bir sel
Her yer durulduğunda
Kim gitmiş
Kim kalmış sende
İşte o vakit göreceksin
Bir diğer elini
Kimle değişeceğini...
Ve artık
Denediğini denemeyecek
Herkese ederi kadar
Değer verecek
Gülecek...
Ell ele..
Gitmeyeceksin
EKSİK BAHAR
NİMET TANER
yokluğundan dönüyordum sığınarak varlığına
aşinalığı olmasa gölgene
görmek istemezdim bu izbe şehri
şimdi sıska ev sesleri okşuyor usumu
aklımda hep yitikliğinin tadı
yaşanmışlık işte bilirsin
kimi saçımızda ak güller
kimi avucumuzda kanlı diken izleri
öyle berduş bir sabah
ve dilsiz yollar
hangi sokak reddeder ayaklarına değmişliğini
hangi semt unutur nisandan evvel bahar getirmişliğini
hangi rüzgârla oynaşır şimdi iğde kokulu gülüşün
hiç şikayet etmezdi serseriliğimizden
o bahçe ve bağlar
eksik ötüyor yokluğunda evsiz kuşlar
vakitsiz açtı yine çağla ve erikler
bir tek çiçekler memnun yokluğundan
bir tek onlar artık bir rakibi olmayışından
varlığından kalma eski şehirler
dokunuyor anıların küf kokulu ucuna
körkütük çıkmazlarda üşüyor eksik bahar
ESİLA
HATİCE ERDOĞAN
Kanla yazılmış yazı kan kırmızı bir boşluk
İçimde sayısız kapılar derin müphem bir hiçlik
Savrulup duruyor geçmişin külleri
Dağılıyor geleceğin her bir köşesine
Nereye baksam ürkek tedirgin kara bir delik
Esila
Kalbimin mahsun çocuğu
Başı okşanmaya hasret gül tomurcuğu
Gök gürlüyor ruhumda
Beynimde bitmeyen sancı
Yağdıkça iniyor yere Rahmetin nuru
Esila
Sabah olmak bilmez döner dururum hiçlikte
Şakaklarımda ağırlığı taşıyamam bu sancıyı
Şimşekler çakar da dinmez beynimin sesleri
Göremez kimse bendeki bu karanlığı
Esila
Gün akşama döner bekler beni sahibim
Güneş battı batacak ruhum nasıl tedirgin
Yenilgim sensizlikten bir inziva kuracak
Hayat ölüm arası gelip giden salıncak
Esila
Zaman çürütür ne varsa mekan münezzeh
Alem bir sefer şimdi gökyüzünden müreffeh
Sayısız kapıların açtığı sonsuz bir seyir
Dönüp duran ruhumda sensizlikmiş müyessir
HASRETİN MEKTUBU
HABİBE DİRİCAN
Ah yar...
Zarfın içine hasretimi koydum
Gözden damlayan gözyaşımı
İçimi çeke çeke yokluğunu hayalini koydum
Kırlarda en çok yapraklı papatyayı
Seçtim
Son yaprağında seviyorum desin
Ahh yar umutları yollara
Hasretini sol yanıma
Gözlerin gelir aklıma
Gözlerini gözlerimle buluşmasını koydum
Geceleri koydum
Hasretin yorgan olup üstümü örtmesini
Sabahın seherini
Kuşların ötüşünü
Kuyuda zindan olmak değilmiş
Hayata tutunmak
Hasretin zindanında hapsolmuşum
Hasreti kokunu Yakup'tan almışım
Ahhh yar!
Postacıyla mektup yolladım
Zarfın içine hasretimi koydum
Dudaklarımla zarfı mühürleyip
Sana sevdamı yollamışım...
GÜZEL EDİRNEM
FATMA HAZER TURAN
Var mıdır böyle güzel bir vatan,
Serhat boyu her tarafı şehit kanlarıyla sulanmış, almış şanı toprağından,
Siper etmiş düşmana kendini her bir can,
Sökülür gelir Meriç, Tunca, nehirleri Tuna boylarından,
Sevgiyle akar akar güzel Edirne'm...
Seherlerde uyuma! dua et ey Müslüman,
Bu şehirde hep şehitler uyuyor basma üstüne aman sakın aman,
Onlar bizim atamız, gelmişler ülkemizin dört bir yanından,
Canlarını feda etmişler, ayrılmışlar,
Anadan babadan evlattan yardan,
Yatarlar sessiz sedasız hepsi isimsiz kahraman
Kıldan ince kılıçtan keskindir; din'i İslam,
Burda yetişmiş alimler sultanlar riyadan nasip almadan...
Hiç sabah namazı kıldınmı Selimiye'de,
Peygamber kokulu gül kokulu camide,
Arınırsın sanki kötülüklerden bütün günahlarından, her seferinde,
Her bir yanı tarih kokan bu güzel şehirde,
Mimar Sinan yaşar sanki her yerinde...
Her yanı camilerle süslenmiş bir çiçek gibi,
Hele o güzel Karaağacı, cennet misali,
Yazları kokusunu salar her bir sebzesi meyvesi,
Buraya gelen bir daha kopamaz senden Edirne'm...
Bir yanda Yunanistan, bir yanda Bulgaristan, beklerler
tetikte düşman gibi,
Milliyetçidir; vatanseverdir; halkı çeliktir yürekleri,
Bayrağını taşır vatan aşkıyla her bir ferdi,
Her yetinden yara almış güzel Edirne'm...
Duygu seli yaşar yürekler Şükrü paşa şehitliğinde,
Titrer kalpler askerlerimizin canlarını nasıl siper ettiklerin de
Tabyaların da Kırkpınar da Yıldırım da Sarayiçin de,
O günleri yaşar gibi Edirne'm de,
Huzur verir insana, kıl cuma namazı Selimiye'de...
Her bir yanı sınır kapısı açılır Avrupa'ya.
Ayrılık kapısı Kapıkuledir açılır dünyaya.
Gelen bir daha dönemez memleketine.
Kıl sabah namazını huşu ile Selimiye'de.
ÖZÜNDE
SULTAN NURTEN ERGİN
Dar etme dünyayı gönlüne sakın
Bu günler bitecek elbet çok yakın
Gönülden gönüle hiç olmaz akın
Gülüşün solmadan bahar güzünden
Bulut yağmurları yağdır gözünde
Mevsimsiz yaşları düşür özünde
Can bulsun bağımın gülü güzünde
Gülüşün solmadan bahar yüzünden
Mahpus etme kurur dalın yaprağı
Fırtınalar kopar çatlar toprağı
Gönülden olmazsa derdin ortağı
Gülüşün kaybolur bahar sözünden
Sevdiğin baharı katar hanına
Sevdanın şarabı aksa kanına
Kışı bahar eder Sultan canına
Gülüşün solmadan bahar özünden
ÖMRÜM
GÜLHAN GÜRBÜZ
Bir garip yolcuyum yalan dünyada
Ah ile vah ile geçti bu ömrüm
Yıllar birbirini kovalasa da
Bir oh diyemeden bitti bu ömrüm
Bir su gibi geçip gitti seneler
Boy verdi içimde dertler kederler
Çağlar gözüm yaşı sanki sel eyler
Baharı görmeden soldu bu ömrüm
Derdim arz eyledim duyan olmadı
Heybem doldu taştı çilem dolmadı
Kimseyi çekecek halim kalmadı
Bir dost bulamadan bitti bu ömrüm
Kaçtı o gemiler keşke beyhude
Felek söyle senin neyin var bende
Deli gönül şimdi gel yaşadım de
Bir garip düş gibi geçti bu ömrüm
Dünya dedikleri bir meçhul yoldu
Gönlümde çiçekler açmadan soldu
Umutlar, hayaller kıyıya vurdu
Yorula yorula geçti bu ömrüm