MAVİ ŞEHRİN KALEMLERİ

Şairler yazarlar Vansesi'nin Mavi Şehrin Kalemleri sayfasında buluşuyor.


Bana Facebook'unu Söyle Sana Kim Olduğunu Söyleyeyim

Gülşen Günay

İnsanlar sosyal medyada farklı kimliklere bürünür, kendileri olmaktan çıkarlar. Kendilerini oldukları gibi değil, olmak istedikleri gibi gösterirler. Genel kanı budur. Çoğumuz bu görüşü savunuruz. Günlük yaşamında dağınık olan biri derli toplu bir oda fotoğrafı paylaşınca onun düzenli bir insan olduğuna kanaat getiririz.

Gerçekte kendinden başkasını umursamayan, içinde merhamet duygusu barındırmayan biri, bir sokak köpeğini okşarken çektirdiği fotoğrafı paylaşınca "Ne hayvansever insanmış" deyip aferin çekeriz içimizden. Biri yalan söyleyeni yerin dibine sokan şairane bir söz iliştirir oraya "Vay be adam dosdoğru adammış. Yalan nedir bilmeyecek kadar masummuş" diye geçiririz aklımızdan. Beğenilme ve takdir edilme ihtiyacıdır bu davranışları tetikleyen. Onay görme gereksinimidir bu konuda insanı kamçılayan. Peki, sosyal medya sanıldığı gibi insanın kendi olamadığı yapmacık bir dünya mıdır yoksa tam aksi mi söz konusudur? Başka bir deyişle sosyal medya kim olduğumuz mudur, kim olmadığımız mıdır?

Soruyu yanıtlarken günümüzde kullanılan bütün sosyal medya portalları üzerinden fikir yürütmeye gerek yok. Facebook diye bir mahal var ki konuyu baştan sona irdeleyebileceğimiz kadar geniş imkânlar sunuyor bize. Video ve fotoğraf paylaşma, bunlara yorum yapma, tartışmalara katılma, farklı sayfalar açma, reklam yapma, istemediğimiz kadar yazıp çizme olanaklarını tanımasıyla facebook sosyal medyanın can damarı ne de olsa. Hepsini isimlendirmeden facebook üzerinden kim olduğumuz, kim olmadığımız konusu sonuca bağlanabilir.

Herkes farklı düşünüyor olsa da bu konuda, önemli bir gerçek var: İnsan; doğası gereği yaşamını, fikirlerini, beğenilerini başkalarıyla paylaşmaya muhtaçtır. Facebook'un mucitleri onu doğururken bu gerçeği göz ardı etmiş olamazlar. İnsan ne kadar yapmacık davranırsa davransın en sonunda kendi olmaya, kendine karşı olan samimiyetinden ötürü mahkûmdur. Kendinden yüz çevirse de döneceği yüz kendinindir. Bu durum, değil günlük yaşamında, sosyal medyada bile kişiliğini, yaşayış tarzını, duruşunu ele verir.

Misal; insanların en çirkin, en saygısız davranışlarını sergileyebildiği yerler siyasi tartışmaların yaşandığı sayfalardır. Açıp bakın. Adamın biri kendi siyasi fikrine muhalif olan parti liderine sayıp sövdüğünde, söz konusu liderin yanlısı olan başka bir adamın daha ağır küfürlerle saldırıya geçmesi bu insanların günlük yaşamlarındaki üslûpları hakkında bize en güzel örnek değil de nedir? Milyonlarca insanın okuduğu küfürlü cümleler yazan biri herhalde facebook dışında terbiye timsali evliyadan değildir. Böyle durumlarda dönüp içimden bu adamlara diyorum ki: Hiç bu kadar kendiniz olmamıştınız. İşte sizler, sosyal medya kim olduğumuzdur'un en şık örneğisiniz. Aynen devam edin.

Kişilik tahlili yapmak için kişinin zaman tünelinde 10 dakikalık yolculuk belki yeterli değil; fakat kim olduğu hakkında önemli bulgular elde etmemize yarayacak müthiş bir fırsattır. Bir öz geçmiş irdelemesidir. Biyografisine yolculuktur. Paylaştığı şiirlerden, yemek sofralarından, arkadaşlarıyla pazar gezmesinden, uykulu halinden, yazdığı cümlelerden, dinlediği şarkılardan kültür seviyesini, eğitim durumunu, hayattan beklentisini ve dünya görüşünü çıkarmamız pekâlâ mümkündür.

Çünkü sosyal medya, bilhassa facebook kim olmadığımız değil kim olduğumuzdur, vesselam.

Her Musa'nın Bir Firavunu Vardır

Hasan Ortakaya

Dünya; sadece bir ailenin olduğu dönemde Âdem ile Havva'nın iki oğlu vardı. Habil iyiliği temsil ederken; Kabil kötülüğü temsil ediyordu.

Günler binlerce yıl doğururken bir aileden milyarlarca insan doğdu ve dünyaya hâkim oldu. Ama bu kocaman aile Habil'le Kabil mantığını hiç yitirmedi.

Dünyada henüz birkaç kişi varken kötü adam iyi adamı öldürdü. Bu aile yedi milyarlık bir nüfusa sahip oldu ama o gündür bu gündür halâ kötü adamlar iyi adamları öldürmeye devam ediyor.

Dünyadaki tüm karakterler sadece iki mantığı yürüterek yaşamaktadırlar.Tıpkı; Musa ve Firavun, Hüseyin ve Yezit, Ebubekir ve Ebu Cehil gibi…Yüce yaratıcımız bu karakterleri kâinata da yerleştirmiştir. Artı-eksi, gece-gündüz, sıcak ve soğuk gibi…

Gündüz geceye ne kadar muhtaç ise Musa da firavuna o kadar muhtaçtır. Çünkü Firavun olmasaydı Allah Musa'yı göndermezdi. Öyle olmasaydı firavunsuz Musa sıradan bir insan olacaktı.Her Musa'nın bir firavunu vardır. İyi insanlara müptela olanlar buna canlı örnek olmaktadırlar. Günümüzde Musa görevine soyunanlar mutlaka firavunlar tarafından objektife alınmaktadırlar.

Firavunsuz bir dünya düşünmek Musa'nın görevini kabul etmemektir. Allah firavunu göndererek insanlara zulüm yapmamıştır. Firavunlaşanlara karşı bir rahmet olarak Musa'yı göndermiştir.Musa'nın gelmesi zulmün kıvama geldiği zamanda gerçekleşmiştir. Tıpkı bulutların yoğunlaşması tamamlanınca yağmurun yere rahmet olarak düşmesi gibi. Kul bittiği anda "bittim" der, Allah kuluna acır "yettim" der.

Musa'dan yana olmak, Musa'nın yanında olmak değildir. İlle de firavuna karşı durmak gerekir. Önemli olan kiminle olunduğu değil niyetin ne olduğudur. Asiye, firavunun eşi olduğu halde cennetlik olurken, Musa ile beraber bulunan Samiri cehennemlik olmuştur.

Zamanımızda tüm insanlar Habil'le Kabil, Musa ile firavun sıfatlarını taşırlar. Sahneler aynı, roller farklı olsa da değişen sadece isimlerdir.Egemenlik sayıda değil yüreklerdedir. Bütün peygamberler "kelle" saymamış; "yürek" saymıştır.

Kiminlesin? Sorusuna değil, kimdensin? Sorusuna artık net bir cevap vermek gerekiyor.

Bil ki Musa'nın asası hâlâ yeryüzünde dolaşıyor…

Ve Kızıl Deniz bu ümmeti bekliyor…

Biz Ne Güzel Çocuklardık

Hakan Pütün

Çocukluğumuzun vazgeçilmez anları, anıları… Ne güzeldi o güzelim yıllar, hatıralar...

Saf, temiz, kirli yüzlerimiz, yırtık elbiselerimiz, bayramdan bayrama alınabilen, seneye de giyersin denilerek hep bir beden büyük seçilen ve üç dört kardeşin burun kıvırmadan,bir iki sene giydiği ayakkabılarımız, kıyafetlerimiz, aynı okul kitabı ile evdeki çocukların hepsinin sırasıyla okul bitirmesi, okul bahçesinde bulduğumuz gazoz kapağı ile kıran kırana oynadığımız futbol maçı kırılan okul camları ve sonrasında, nefes nefese eve gelip bir domates bir parça ekmek yada dolaptan çıkardığımız salçayı,annemizin yaptığı reçeli ekmeğe sürüp yediğimiz o anların lezzetini, pazar günleri ailece yapılan geleneksel kahvaltı, pişirilen sucuğun buram buram kokusu, gırgır şamata, bol muhabbet ve dahası…

Öğretmenin verdiği ödevi yapmak için komşu komşu gezip kaynak kitaplar aradığımız yada şehir kütüphanesine gidip ses etmeyin, uyarılarına rağmen ufak tefek şeylere kaynayıp gülüştüğümüz o günleri, saçımız uzadığında gittiğimiz mahalle berberinde model seçme şansımız olmaksızın saçlarımızın kırık dökük makinalar ile canımız yansa bile belli ettirmeden sıfıra vurulmasını,bayramlarda topladığımız şeker ve fındıklarla oynadığımız çeşit çeşit oyunları, o sokakların toprak kokan lezzetini hiçbir zaman alamayacak, tadamayacak yeni nesiller, teknolojiye esir beyinler..

Keşke, hep çocuk kalabilsek!

Çocuk gibi düşünebilsek, isteyebilsek, anlayabilsek, sevebilsek…Saf temiz, karşılıksız, beklentisiz ama vazgeçmeden, ısrarcı ama sıkmadan, yorulsak da yormadan, değer vererek, kıymetini bilerek…

Çocukluğumuz farklıydı hepimizin, ben kendimi bildim bileli yaşam mücadelesi içinde oldum, ekmeğini küçük yaşlardan beri kendi kazanıp, biriktirip, biriktirdiğini hem ailesi hem kendi için harcayan, kazandığının kıymetini bilen bir çocuk oldum.

Bizim çocukluğumuzda şımarma şansınız yoktu pek, en azından bunu kendim için çok rahat söyleyebilirim, hele bir de beş çocuklu babası memur bir ailede dünyaya gelmişseniz bu şansınız otomatik olarak beşte bire inmekte hatta sıfırlanmakta. Üç erkek kardeş sonrası dünyaya gözlerinizi açmak demek mevcut giysileri giyecek, mevcut oyuncakları ve diğer araç gereçleri kullanacak son kişinin siz olacağı anlamındaydı. Ben hiçbir zaman bu durumdan şikâyetçi olmadım, gerçi olsam bile mevcut durumun değişeceği yoktu.

"İnsan paranın nasıl geldiğini anlayınca, kıymetini' de o denli iyi biliyor, her bir kuruşuna daha bir önem veriyor."

Ben çocuk yaşımda bunun farkına varmıştım ve biliyorum ki bu kazanımım bir ömür bana ışık tutacaktı.

Her şey para değildi elbet, yeni bir yaşam mücadelesinin ilk adımlarının başlangıç noktasıydı çocukluğumun her anı. Yeni insanlar farklı yüzler ve dahası. Lise son sınıfa kadar her yaz tatilinde birçok iş yerinde çalıştım, çok şükür hayatta para kazanmanın yanı sıra, birçok şeyi yaşayarak öğrenme fırsatım oldu.

Ve büyüdükçe keşkelerimin arttığının farkına vardım, büyüdükçe büyüyen dertler, sıkıntılar ve insanların ikiyüzlü alçak tavırlarını gördükçe keşke hep çocuk kalabilseydik demeden geçemiyor insan.

Her ne kadar çocukken çocuk olamasak da…

Belki hiç birimiz büyümemize engel olamazdık ama içimizdeki çocuğu ebediyen yaşatmak elimizde.

Biz Ne Güzel Çocuklardık!

Van'a Tutku

Muhammed GÜRCAN

Mis gibi kokan yüzlerce yıldır

Sendeki güllere sineyi verdim.

Başımda tarifsiz bir garip haldir

Bilmem ki, ben sende neyi sevdim.

İklimi seyyiddir, velidir Van'ın

Maneviyat yayar burcu kalenin

Zikir ve huşuyla hadsiz mollanın

Yattığı toprak haneyi sevdim.

Nice kahramanın bilinmez adı

Binlerce mazlumun silinmiş yâdı.

Dinlesen ıssızdan gelir feryadı

Çileler dolu seneyi sevdim…

Sevmedim yakından, elim gitmez

Anlatmaya sevdamı gücüm yetmez!

Ülkemde güzel yer saymakla bitmez

Hepsinden bir taneyi sevdim.

Yavaş Yavaş

Serhat Yıldız

Azrail başına geldiği zaman

Çekilir el ayak yavaş yavaş

Mevla'm nasip etsin; imanlı ölümü

O vakit akar gözden sel yavaş yavaş

Yüksek uçan kuş düşmez mi sandın

Yaptıkların terazisi kurulur bir gün

İnsanlara yaptıkların sorulur bir gün

Son nefeste döner mi dil yavaş yavaş

Hep nefsimize uyduk, tövbe etmedik

Bulduğumuzu yedik, şükür etmedik

Nihayet vaat edilen o vakte yetiştik

Terk ettik her şeyi yavaş yavaş

Musalla taşına koyacaklar bizi

Ilık su ile yıkacaklar bedenimizi

Yıkanır kirli bedenin yavaş yavaş

Kabrimizin başına diktiler taşı

Toprakla örtülü yastığa koyduk başı

Ölüm gelip çattığında;ne baba ne oğul

Görünmez onların gözlerindeki yaşı

O vakit tanımaz kardeş kardeşi

Gidenler geri gelmez ey fani insan

Sende bir gün gideceksin yavaş yavaş

Selan verildiğinde öldüğün duyulur

Eğer varsa bir de malın mülkün

Vakit kaybedilmeden paylaşılır

Toplanır sahte dostlar yavaş yavaş...

Bakmadan Geçme