MAVİ ŞEHRİN KALEMLERİ

Şairler yazarlar Vansesi'nin Mavi Şehrin Kalemleri sayfasında buluşuyor.

Hayata güzel bakan hikâye kitabı: KUŞUN KANADI

Mücahit Akıncı

Hayatımızdaki güzellikleri görmek için bir çift göz yeterli değildir. Aynı zamanda güzel bakan bir de gönül olmalıdır. Hız ve haz çağı olan günümüzde bazı şeylerin gerçek kıymetini bilemiyoruz. Gündelik hayatta dahi onlarca güzel şey varken, bizler güzel şey bulabilmek için tatiller-davetler düzenliyoruz. Büyüklerimiz güzel bakmanın önemini vurgulamak için birbirinden güzel cümleler söylemişler.

"Güzel görenler güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır."* sözü bir örnektir.

Tamda bu konuyla alakalı gündelik hayatta bizlere sıradan gelen konulara farklı(güzel) bir bakış açısıyla bakan Erdal Şahin ağabeyin Kuşun Kanadı adlı hikâye kitabı ile buluştuk. Bizlere sıradan gelen bir şeyi kitap adı olarak seçmiş Erdal ağabey. Kitabın içindeki bir hikaye ile anlıyoruz olayın aslını. Aslında bir kanat demek sadece tüy ve kemik değilmiş. Meğer bir kanat Rabbi Rahim'in o eşsiz rahmeti ve azabının tecellisine birer vesile imiş.

Kuşun Kanadı kitabında 14 hikâye var. Her hikâyeden sonra insan kitabı bir müddet kapatıyor ve nefis muhasebesine koyuluyor. Hayatımızdan giden onca şeyi, idrak edemediğimiz değerlerimizi yeniden düşünüyor, kimisini yapamadığımız için hayıflanıyor, kimisini yaptığımız için bir "Elhamdülillah" çekiyoruz. (Bu kitap tahlilinin böyle samimi bir üslupla yazılmasının sebebi yine kitabın kendisi ve Erdal ağabeyin kaleminin samimiyetinden kaynaklanıyor.) Kitabın içinde sanki eskiden beri tanışıp görüştüğünüz bir ağabey ile Anadolu'nun herhangi bir kıraathanesi içerisinde veya abbarasının bir köşesinde çay ve dostluğun o sıcak havasında muhabbet ediyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz.

Kitaba başlar başlamaz Doğu Anadolu'nun güzel köylerinden birinde buluyorsunuz kendinizi. 80'ler döneminde insanların yaşantılarına, örf ve adetlerine tanıklık ediyorsunuz. Erdal ağabeyin şahısları yöresel bir dil ile kaleme alması kitaba ayrı bir doğallık katmış. Doğu'nun o buz gibi kışlarını anlatırken kemikleriniz ordaymışçasına 'cız' ediyor.

Kitabında kendi hayatından da kesitler veren Erdal ağabey, geçmiş yaşantısına olan özlemini de bizlerle paylaşıyor. Onunla birlikte çocukluğumuza dalıyor, bir 'ahhh' da biz çekiyoruz. Kendi çocukları üzerinden anılarını paylaşırken bugün çokça unuttuğumuz kul hakkı ve helal-haram erdemini de bizlere hatırlatıyor. Başta dediğimiz gibi güzel bir bakış açısıyla bakan Erdal ağabey, çetin kışı bizlere htirdikten sonra bahara güzel bir bakış açısıyla bakarak, bizlerin yüzlerini tebessümle dolduruyor. Böyle güzel bakan birisinin mutluluğu tarif etmemesi düşünülemez tabi. Bizlere büyük bir tavsiye vererek diyor ki:

"Soğuk bir kış gününde sıcak bir ortamda ekmekle ve çayla miden; kitapla beynin; çocuk, kedi, kuş, kar/yağmur, müziğin sesleriyle de kulakların doymuşsa...

Sevdiklerinle sorunsuz sağlıkla güzel geçirdiğin bir an ile de gönlün doyuyorsa/doymuşsa, işte dünyanın en güzel mutluluğu ve huzuru budur ve en mutlu insan da sensin demektir. Aslında görebilirsek, gözlerimiz daha fazlasında olmazsa ve kanaat sahibi olabilirsek, birçoğumuz bundan daha fazlasına sahibiz ve sahip olduklarımızla mutlu huzurlu olmamız için de herhangi bir neden yok.

Mutluluk dediğin ne ki!"

Kitabın son kısmına geçerken Erdal ağabeyin eski Ramazanlara olan özlemini de dinliyoruz. Yaşadığı yerde eski Ramazan'ları anlatırken insanın orada yaşayası geliyor. İnsanların o sade ve samimi hayatlarını bugün Erdal ağabey de, biz şehirlerde hapis yaşayanlar da özlüyoruz. İsraf ve gösterişin olmadığı o günlerde Ramazan'ın ne kadar hissedilerek yaşandığına şahit oluyoruz. Yine bir 'ahhh' çekerek sayfaları çeviriyoruz. Bu sefer de karşımıza unuttuğumuz bir teknoloji olan o eski radyolar çıkıyor. Hani şu pilli, el ile taşınan radyolar. Hatırlayıp bir tebessüm ettikten sonra 80ler zamanında Anadolu'nun bir bölgesindeki radyolara olan ehemmiyeti dinliyoruz/yaşıyoruz.

Kanaviçeler ile süslenen radyoların toplum tarafından nasıl kullanılıp, ne zaman dinlendiğini öğreniyoruz. Erdal ağabey edebiyat ve sanat alanına olan ilgisinin küçük yaşlarda radyolar sayesinde olduğunu bizlere bildiriyor. Bunca mazi ve hatıradan sonra Erdal ağabey vefat eden bölgenin büyüğünden 'çınar' diyerek yâd ediyor. (Eskiden büyüklere 'yaşlı' denmez 'çınar' denirdi. Ahh bu tahta kafalar bunları idrak edebilse!)

Erdal ağabey kitabın sonlarında yetim bir kızdan bahsediyor. Yine bugün unuttuğumuz yetim ve kimsesiz insanlara yardımı ve merhameti bizlere hatırlatıyor.

Kitabın sonunda ise "ölümü çokça hatırlayın!" buyuran Efendimiz (sav)'in tavsiyesini bizlere bir de Erdal ağabey hatırlatıyor. 2011 deki Van/Erciş depremini bizlere anlatıyor. O saatlerin dehşeti ve vahametini onunla yaşıyor ve oradaki kardeşlerimizi yeniden anlıyor ve geçmiş olsun duaları ediyoruz.

Velhasıl kelam Kuşun Kanadı kitabı sadece bir hikaye kitabı değil. Kitabın içinde, bugün seküler dünyada unuttuğumuz benliklerimizi buluyoruz. Sadece bulmak yetmez elbet. Bundan sonra Erdal ağabeyin hatırlattıklarıyla yeni bir hayat ve daha güzel bir dünyanın hayalini ve gayretini yaşamak düşüyor bizlere.

Teşekkürler Erdal ağabey. Kalemin baki, -o güzel bakan yüreğin kadar- hayatın aziz ve bahtiyar olsun...

Unutulmaz Güzel Bir Gün

Abdullah Karagülle

Sıcak bir haziran günü… Kamyonumuzu diğer arkadaşların da yardımıyla yükledikten sonra şoför arkadaşımızın son kontrolleri de biter bitmez, Van'ın İpekyolu İlçesi'nin en büyük köylerinden birine malzeme yardımında bulunmak üzere yola revan olduk. Hem köylüye yardımcı olmak düşüncesi hem de ömrümce özlemini duyduğum köy yaşantısını birebir yaşayan yeni insanlar görme duygusunun verdiği heyecan sanırım yol boyunca devam edecekti.

Malzemeleri yükleme safhası birazcık sıkıntılı geçse de yapacağımız işin kıymetini düşünerek çok da önemsemedik bu sıkıntıları. Filmi başa saracak olursak; normalde malzeme dağıtım işine bakmadığım halde sonradan bana tevdi edilen bir görev olarak doğrusu biraz da istemeden kabul ettim bu maceraya atılmayı. Ama sonra daha ilk kamyonu yüklerken yola çıkmadan nasıl bir heyecan içine girdiğimi anlatamam. Modern dünyanın kirlerinden nispeten biraz olsun uzak olan, hizmet anlamında biraz daha geri planda kalan köylere yapılacak yardımlarda cebimizden bir şey çıkmayacak olsa da şehirli vatandaşımızın ne hizmet yaparsanız yapın bir türlü doymayan iştihasına karşılık, aldığı en ufak hizmet için dahi size dualar eden bu temiz kalpli insanlar için işin bir ucundan tutacak olmak bana zevk veriyordu. Köyün fedakârlığı, dürüstlüğü, tok gözlülüğü…ve sayamadığım daha birçok güzelliği gergef gibi insanın içine işleyen o havasını içime çekebilecektim artık.

Sabaha dönecek olursak masamda o günkü evrak işlerimi yapmaya çalışırken müdürümüzün beni çağırdığını söylediler. Gittim yanındaki iki muhtarı görünce malzeme dağıtımı için çağrıldığımı anlamıştım. Listeyi alıp muhtarlarla beraber yan tarafta bulunan odama geçtik. Bu arada muhtarları gözlemlerken muhtarlardan birinin çok konuşkan olduğu her halinden belliydi. Zira arada örneklemelerini kaside ve özlü sözlerle yaptığı için sevincim bir kat daha artmıştı, yolculuğumuzun güzel geçeceği belliydi. Diğer muhtar kendi halinde, yüzifadesinden hayatının zorluklarla geçtiği anlaşılan orta boylu iyi bir insan görünümündeydi. Arada özlü sözlerini sürdüren muhtar tek kelimeyle kulaklarımızın pasını daha işin başında almıştı bile. Bir ara dayanamadım sordum: Muhtarım dedim ilkokuldan sonra okula devam etmediğiniz halde bu kadar özlü sözü ve kasideyi nasıl öğrendiniz? Memur bey, dedi ben çok yer gezdim çok insan tanıdım ve gittiğim her yerde yeni şeyler öğrendim. Ben de şiire ve özlü sözlere ilgili olduğum için öğrendiğim bu kaside ve özlü sözleri insanlara sunmak bana her zaman keyif verdi. Bir müddet sonra şair ruhlu muhtarımız kendi arabasıyla köye geleceği için diğer muhtarla bizi baş başa bıraktı.

Şoförümüz de oldukça güler yüzlü şen şakrak bir adamdı. Köye gidiş yolundaki kartpostallık görüntüleri seyre dalarken şaşkınlığımı gizleyemiyordum. Haziran ayının 13'ü olmasına rağmen yol kenarında gördüğüm kar kütlelerini telefonumla kayda alma gereği duymuştum.

Nihayet köye vardığımızda götürdüğümüz malzemelerin tamamını muhtar elleriyle köylülere dağıttı. Sizin bu kadar gayretinize rağmen çalışmalarınızı beğenmeyenler olduğuna istemeden de olsa şahit oluyoruz deyince, muhtar: İyilik yap denize at balık bilmezse Hâlıkbilir. Ben kullardan herhangi bir takdir beklemiyorum. Her işimi hakkıyla yapma gayretiyle her hareketimi hatta düşüncemi bile gören duyan rabbimin huzurunda olduğumu düşünerek hareket ediyorum demişti gülümserken. Malzeme dağıtımı bitince görevini yapma bilinciyle sevinen muhtarın yüzündeki sevinç halesi artarak büyümüştü.

Gidiş ve dönüşte özellikle harika doğa manzarasını seyre dalarak geçirdiğimiz bu güzel yolculuk, özlemiyle yandığım o saf temiz köy hayatını kısa süre de olsa yaşamama vesile olmuş ve beni fazlasıyla mutlu etmeye yetmişti.

Bu güzel manzara bana şu dizeleri yazdırdı:

Dağların yamaçların arasından geçerken

Ahmet Amca'nın sesi kulaklarımda çınlıyordu

Evlat bir şeyler ikram edemedik sizlere

Ama ramazanda ruhu dinlendirmek gerek elbette

Yakınlık, samimiyet, hoşgörü ve nezaket

Köyü köylüyü anlatmaya yetmeyecek olsa da

Şehrin derin karanlıklarından uzaklarda

Kendi güzel hayatını yaşayan güzel insanlar arasında

Bir çobanın çocuklarını kucaklar gibi çaldığı o ney sesi

Buradaki tüm güzellikleri bir nevi özetliyor aslında.

Kumbara

Menice Şahin

Ne güzel, senin mi? Neden köy okulları için yazıyor?

Evet... İlk ve son kumbaram. Dedem marangoz olduğu için ahşaptan yapmıştı bana. Harçlığını her aldığında yarısını buraya at ki hem birikim yapmayı öğren hem de aniden bir ihtiyacın olur kendin halledersin demişti. Ben de sanırım biraz abarttım ve harçlığımın tamamını koymaya başladım. Böylece hem kendi ihtiyaçlarımı hem de ailemin ihtiyaçlarını karşılayabilirdim.

Çocukluk işte, büyüyene kadar kahraman sanırız kendimizi.

- Ne aldın peki topladığın paralarla?

-Kitap

- O zamandan beri varmış kitap sevdan.

- Kendime almadım aslında.

- Kime aldım?

Para biriktirmeye başladıktan epey bir zaman geçti bir gün açtım baktım; vay canına ne çok birikim yapmışım..

Neler neler alırdım düşünmeye başladım, boya kalemleri, oyuncak, tiyatro bileti hatta biraz daha toplarsam bisiklet… Hayali bile güzeldi.

Sabah okula gittim, koridorda bir sandık, sandığın üstünde köy okulları için, diye bir yazı..Baktım hep okuma kitabı. O gün derste aklım hep buna takıldı, ben okuma yazma bileli beş yıl olmuştu ne çok kitap okudum.

Demek ki onların olmadığı için okuyamıyorlar, diye düşündüm. Dersten sonra eve gittim, kumbaramı açtım. Yemekten sonra evden çıktım direkt kitapçıya... Köy okulundaki çocuklar da okusun diye kitap aldım.

Kumbaramın üstüne de köy okulları diye yazmamın sebebi de bu.

Veda

Zuhal Vadi

Kim bilir

Hangi gecenin ufkunda

Gideceğim

Çıkmaz sokakların ötesine

Dudaklarımda mırıldanan türkü

Yüreğimin buğusunda

Kaybolur çığlıktır

Avuçlarım yarım kaldı

Mecalim yok kelam etmeye

Göğsümde sancılar

Umutlar yitik

Kaç mevsim geçer

Kaç umut ölür

Hesapsızdır

Kifayetsiz şimdi

Feryada bürünürken gitmeler

Vedalarda yarınlar

Hüzünlere gebedir

Ne zaman kırılsa dizlerim

Gülüşlerim külünden doğar,

Ne zaman sevgi arasam

Bir suçlu misali saklanır

Karanlıkların gölgesine umut

Hoyrat davranır hayat

Takvimden yaprak düşer

Ve şimdi haykırayım dağlara

Ben can nedir bilmezdim

Kelebekleri sevmeden önce

Vakit veda vaktidir

Hakkını helal et

Ey, minik kır çiçeği

Yaşamak bu denli güzel

Ve bir o kadar da acımasız

Vakit gitme vaktidir

Maviler

Gecenin zifiri renginde,

Yok olur sevmeler

Ruhu teslim vaktidir

Şimdi sokaklar

Lambaların cılız ışığında

Siyaha boyanır

Hayat ne garip

Seyran Kartal

Kolay kolay bilemezsin değerini

Yitirince anlarsın kıymetini

Her hayalin bir bedeli var

Her insanın bir hayali

Hayatın garipliği üzerinde yine

Ne seven seviliyor delice

Hayat ki acıların yumağı

Ne giden geri gelir yerine

Değerli kılmak için dünyayı

Anlamlı kılmalısın yaşadıklarını

Yaşarken öyle kocaman gül ki

Hep mutlulukla uğurla zamanı.

Bakmadan Geçme