MAVİ ŞEHRİN KALEMLERİ

Şairler yazarlar Vansesi'nin Mavi Şehrin Kalemleri sayfasında buluşuyor.


Ah Kanaviçe!

Mustafa Işık

" Her şey ruhumdaki bilge bir varlığa seslenmekle başladı ve ruhuma giden minval ile karşılaştıktan sonra hayatım değişti. Beni yorgun düşüren hayatın ve hayattan öteye yürürken takındığım maskeleri ruhumdaki iç dünyamın asıl içimdeki kalemin olduğunu anladım. Satırlardan sadıra geçişin hikâyesinde kendimi bulmak kalemin zorlukları ile pişirdi beni… Özümdeki minvale çekilince cennetimi kucakladığımı anlamak için ne çok kırmıştım kendimi…

İşte tam bu yolun başlangıcında olmadığımı, asıl yolun zihnimin dargınlığında yol almadığını düşünerek minvalimi kaleme aldım..Öğrendim ki bu yol, yaşadığım her günün nefesinde en güzel yerlerinde soluk almadan yaşadığım nefesti. İyilik yaptıkça cennet duygusuna çarpılıyor yüreğim.

Siz de özünüzdeki cenneti kucaklamak için kendinizi rehber edinmeniz ümidiyle.. ''

Kendinizi rehber edinmeniz ümidiyle, bitiriyor kitabını arka kapak yazısıyla, şair Yaşar ADIYAMAN. Bu temenni hayata dair ne çok çok iyi niyet beslemektedir, kim bilir. Hayaller, hatıralar, yaşanmışlıklar, beklentiler. Gelecek güzel bir dünya adına ve çocukların yüzündeki gülümsemenin eksik olmaması için ve şiirin büyüsüyle rengarenk gül bahçesi bir evren. Bütün bunları düşlerken de mihenk taşları döşer yoluna, yolumuza. Bize kendimizi tanıyıp öyle yola çıkmamızı tavsiye eder 'Ah Kanaviçe'.

Çünkü bilir şair, yol insanı terbiye eder. Kendini bilen Rabbini bilir, hakikat yoluna yolculukta hiçbir gam, keder, zorluk onu vazgeçirmez. Demir asa, demir çarık yoksa da artık günümüz masallarında, O gönlündeki güzellikleri bir nakkaş hassasiyetiyle gül kokulu yâr göğsünü bildiği cennet vatanın sinesin kanaviçeye nakış nakış işler.

Klasik söylemlerin ötesinde, hayal gücünüzü doyuracak olgunlukta bir kitapla ikinci defa okurlarını selamlıyor, hukukçu şair Yaşar ADIYAMAN. 2017 yılında çıkan ''Ay Işığında Mavi Düşler'' şiir kitabıyla şiir dostlarının gönlüne selama duran şair, kısa bir süre zarfında ustalığını göstererek 2018'de Serencam yayınları ile ''Ah Kanaviçe'' diyerek gönlümüze sözün hasını nakşetti.

Yerelden ulusala emin adımlarla yürüyen, sesini-nefesini arama gayretinde olan bir şair, ADIYAMAN. Ses getirecek, yarınlara kalacak şiirler vücuda getirmek adına, ortaokul sıralarında yazmaya başladığı şiir serüvenini çok uzun yıllar sonra kitaplaştırmaya karar vermiştir. Bu birikim neticesinde kısa süre zarfında iki kitapla okuyucusunun karşısına çıkmıştır.

Serencam Yayınevi'nin 34. Şiir kitabı olarak 1. Baskısı yapılan 'Ah Kanaviçe' şiir kitabında 47 adet şiir bulunmaktadır. Kitap 128 sayfadan oluşmaktadır.

Yüreğinin en ücra köşesinden kayan yıldıza serzenişle başlıyor şair, ölümün tadına dem vurarak gitmeyi düşlemektedir. Kendini yürek işçisi bir işsiz olarak adlandıran şair bindiği küheylanıyla 'Bend-i Mahi' yi bir rüzgârlık uçuşla geçmenin hesabındadır. Bunu yaparken de yaşama dair izlerin varlığı bize bu terennümle gönül bahçelerinin zenginliklerinin kapısını açar.

Gerçek anlamıyla bir ab-ı hayattır şiir ADIYAMAN'ın dizelerinde. Evet, yaşamak trajik bir gerçekliktir belki de; ama şair trajedinin içinde olduğumuzun farkındadır ve bunu özümser. Duyguludur, bir o kadar da duyarlıdır. Açık, anlaşır bir üslup da bu yolda gönle fethe çıkmanın atıdır şairin. Aşk, dostluk, sevgi, hasret, özlem ve bir tutam hüzün! Sonra da ayrılıklara açıktır gönlü şairin. Askıda olduğu halde düşüncelerini askıda unutmayanların sesidir.

Yaşamın içindeki anı yakalar, o yakaladığı an'ı görüntüsü en net fotoğraf makinelerinin kalitesiyle dizelerine taşımayı başarır. Müzik, onun şiirlerinin tınısıdır. Melodinin ritmine yarenlik eden şiir dizeleri bambaşka bir birliktelikle gönlümüzün çelmeyi başarır. Nefes almayı becerebildiğimiz her yerde aşkın en yalın hali, yalnızlık tınısının o ince zırhına sarılarak bizi sarmalayacaktır. ''Kün fe yekün'' sırrına mazhar olan her şey umudu tazelemeye sebeptir.

''Bize denk gelmişti bir ırmağın soğuk suyu.. "

Dizelerinin ipucu olduğu geçmişe özlemin, gençlik hayatından izlerin sıraladığı dizeler de şairi memleketindeki üç mevsim kış öyküselliğine bizi götürür ve sosyal hayatın gerçekliğine dalalet eder. O en yalın haliyle başarılı bir şekilde hayatı satır aralarına sığdırmaya çalışır. Hayata açılan pencerenin açık camı gibidir satırları.

''Kimi dillensem/kimle konuşsam/herkes yorgun''dizesi bize şairin, modern hayatın acımasız çarkının dişlileri arasında un ufak olmamak için direnen, bunun için de diğer yargılarını zırh yapıp buna sığınan; ama hiçbir zaman hayallerini yitirmemenin çabasını elde bırakmayan bir ritim avcısı olduğunu gösterir. Bu çabalar dizelere gelir ve '' Neredeysen çık gel, Eftelya'' dizeleriyle mucizevi bir bekleyişe adar kendisini ve okuyucusunu.

Bir bütünün ayrık parçalarının birbirinin tamamladığı bir zincirleme tamlama gibidir 'Ah Kanaviçe'. Hora geçen dramatik öyküler demetidir adeta, kavruk yüreklerin yol gözleyişleri serüveni. Bütün bir yaşamı bir bütün olarak yaşamak adına çekilmiş bir film sahnesi gibidir. O sahnede yakarışıyla şair, çocukluğu, yaşanmışlığı / yaşanmamışlığı, ailesi, çevresi, aileden uzak yaşadığı yılların acısı… Bir bütün olarak sosyal gerçeklilik tablosu yansır dizlere.

Çağın son demine yakalandık, diyen şair, gönül sarayının tarumar olduğunun farkındadır ve bunun telafisi için gelecek adına umutludur. Yola çıkmış kervanı beklemektedir..ve aşkın her oyunu bozacağını da bize söyleyerek umudumuzu kaybetmememiz gerektiğini söylemeye gayret eder.

Kimi zaman ''FihiMaFih''ten dem vurur, kimi zaman masalsı unsurlara salar düşlerimizi, kimi zaman da bizi Leyla ve Mecnûn'a misafir eder. Ne şehre yabancıdır Yaşar ADIYAMAN ne de köye bigâne. Biraz masaldan biraz gerçekten ve çokça yaşanmışlıktan beslenir.. Heybesi tebessümlerle doludur. Ne diyordu Descartes: "Şiir, insanı bir ırmağın kıyısına götürür ve yıkar." Evet, bizi ırmak ırmak gezdiren ve gönlümüzü arındırmaya yarenlik eden bir nehir kıyısıdır şair Adıyaman'ın sözleri.

Şair, adı konulmamış acıların susunca bitmeyeceğini biliyor ve bize bu gerçekliği tüm çıplaklığıyla 'Şairim ben en telli kaleminden/ öfkem benden ağır bir lisan' diyerek bize her daim yüreğimizdeki aşkı, acıyı, öfkeyi, hakikati dillendirmeyi canlı tutmamızı öğütler.

Şiirin az sözle çok anlam ifadesinin yolu olduğu hepimizin malumudur ve yazılması için hiçbir neden yoktur şiirin. Söz ustasının terennümü her zaman gönül alıcıdır. Yaşama dair izlerin varlığı bize bu terennümle gönül bahçelerinin zenginliklerinin kapısını açar. 'Ah Kanaviçe 'de de bu zenginliği görmemiz mümkündür. ''Ağıtlar Kürtçe/yüreğim Türkçe sevdaya düştü'' diyerek sevdanın bütünselliği ve bütünselliği yakalama adına 'anne' imgesini evrenselliğini anlamlandırmaya gayret eder.

Şiir, yaşamayı beceremeyenlerin nefes alışıdır sözü şair Adıyaman'ın kaleminde bir kez daha kapımızı çalar. ''Büyüme Çocuk'' nidasıyla hayatın hengâmesine şairin, çocuğun yaban kalacağını ifadeye gayretlidir. Bu da şairlerin yaşamayı bilmedikleri için yazmaya gayret ettiklerinin göstergesidir.

Bunun bilincinde olan şair ''şiir ve aşk''temlerinin kardeşliği ile bitirir kitabını. Biliriz ki şiir hayatın gerçekliğine tutulan en güzel aynadır ve aşk da bu aynada yansıyan güzelliktir.. bu iki güzelliğin satıra arlarındaki kardeşliği, muhabbeti dünyayı gelecek adına daha iyi bir yer kılacaktır. Şair, böylece adı konulmamış acıların susunca bitmeyeceğini biliyor ve bize bu gerçekliği tüm çıplaklığıyla Kanaviçeye işler gibi, yüreklerimize işlemeye gayret ediyor. Yoklukla vurulmuştur. Vurulan da vuranda yokluktur. Dilindeki suskunluğa yokluk ekilmiştir. Tohumu yeşermiştir bu çorak topraklarda. Dal dal, boy boy bedenini, ruhunu, dilini sarmıştır. Derman da yokluğun dilinde boy atmıştır artık. Çok az bulunur, karaborsaya düşmüştür. Ulaşmak için aracı, tanıdık, ahbap çavuşları bulmak gerek. Vicdan da yokluğun dilinde köşk yaptırmıştır kendine. Merhamet kutsal kitapların sayfalarında unutulmuştur. O sayfalarda vicdan, merhamet, varlık en ön saflarda kol kola verip insan aramaktadır.

Mavi Misali Dostluk

Fatma Zehra Polatcan

Dost... Dört harfle yazılan ama sayfalara, kitaplara hatta yüreklere sığmayan en değerli varlık. Sevgi, saygı, huzur, mutluluk, aşk... Size edilecek en güzel dua bir dostunuz ya da sizi iyi htiren birinin var olmasıdır.

"Çok dostunuz olsun "deseydim bu defa dost özel olmaktan çıkar arkadaş tanımına girerdi. Dost ilmek ilmek yüreğimize işler, sonra bir bakmışız ki sevgisinden bedenimiz sıcacık olmuştur. Ve o sıcaklığı sadece o soğutabilir. Kendi elleriyle bizi ona bağlar yani. Hem de öyle bir bağlar ki ölümün olduğu bu dünyada Allah'tan, ondan önce ölmeyi dilersiniz. Bu biraz bencilliktir belki ama onun sesinin, kokusunun, gülüşünün olmadığı bir hayatta bir saniye bile yaşamak istemezsiniz. Dostunuz yoksa o zaman eksilir, yarım kalır her şey.

Dost bir periyse değneği onun dilidir. Değneğiyle istediğini yapar. Bazen farkında oluruz bazen de olmayız. Eğer gerçek bir dostsa karşımızdaki değnek bizi hep iyiliğe, güzelliğe yönlendirir. Bazen kırdığını düşünürüz ama bu öyle değildir. Sonunda anlarız ki mutluluğumuz için yapmıştır bunu. Çünkü bizim mutluluğumuz onun mutluluğudur.

İlla ki canlı biriyle mi dost olunur? Hayır. Bence insana kendini çok iyi htiren duyguların toplamıdır dostluk. Bana da iyi gelen dostlarım var. Annem, çilek kokulu dostum Neslihan ve bana kendimi her zaman iyi htiren huzurum mavi... Şimdi size en değerlilerimi anlatacağım.

Her şeyden ve herkesten önce annemle dost oldum. Çünkü o gökyüzünden yeryüzüne inmiş bir melektir. Melekten daha güzel bir kelime bulamıyorum ona. Güldüğünde dünyalar benim oluyor. Üzüldüğünde de dünyam yıkılıyor. Anneler dokuz ay boyunca değil yaşadıkları sürece bizim ağırlığımızı içlerinde taşıyorlar. O ağırlığa rağmen bizden bekledikleri tek şey ona olan sevgimizin hiç bitmemesi, günbegün artması...

Yüreği huzur kokan ve mutluluğu yanında bulduğum insandır Neslihan. Hani insan aşık olduğunda sevdiğinden başka gözü kimseyi görmez, herkese kör olur ya benim de Neslihan'a olan sevgim öyle. Bir tek onun o tatlı gülümsemesi ısıtıyor içimi. O benim için bir dünya dolusu aşk. Onunla nefes aldığım her gün için binlerce şükür Allah'a.

Aynı okulda okuduk biz. Ama lisede yollarımız ayrıldı yurtta devam etti okumaya. Ben ise ailemle. Benim için çok zor günlerdi ondan ayrı kalmam. Hani insan küçüklüğünde en sevdiği oyuncağını kaybettiğinde kendini yarım hisseder ya ben de öyle hissediyorum. Ama zaman her şeyin ilacı ve ben onun yokluğuna birazcık da olsa alışmıştım.

Çok vefalıdır Neslihan. Her zaman yanımda olur. İyisiyle, kötüsüyle attığım her adımda arkamda durur. Beni her zaman iyiye yöneltir. Kötü günlerimde elimden tutup yüreğime sıcacık yapan yine odur.

Onunla hayat anlamlıdır bana. Birlikte yediğimiz yemeğin tadı başka güzeldir. Beraber adım attığımız yollar daha özeldir. Onunla güldüğüm her saniye daha kıymetlidir. Bazen onun o tatlı gülüşünde kaybolmak istiyorum. Ben sadece ona ölmek istiyorum. Beni öptüğü zaman dünyanın en mutlu insanı oluyorum. Öpmek değil beni bu kadar mutlu eden… O beni yüreğimden öpüyor ve yüreğime sinen kokusu hiç bitmesin istiyorum.

Nasıl da tutkuyla bağladın beni kendine buram buram mavi kokan kadın. Sahi mavi gökyüzünün değil miydi? Nasıl indirdin böyle yeryüzüne? Sonbaharı bile sen güzelleştirdin bana. Sonbaharda esen sevgi rüzgârlarını sen saldın yüreğime. En sevdiğim çiçeği bile sen güzelleştirdin bana, papatyam, deyişinle.

Gözlerimin dilinden anlıyor musun beni? Dilim susuyor bakma öyle kelimelere. Bu benim susmuş halim. Yüreğimi duyman gerek. Sen benim boğulduğumda, nefes alamadığımda sığındığım yıldızımsın. Sen benim her zaman biricik dostum olarak kalacaksın.

Ve sadık dostum mavi. Renklerle de dost olunmalı bence. Çünkü onlar hayatımızı güzelleştiren, hayata başka gözlerle bakmayı öğreten, cansız bir varlığa bile anlam katmamıza sebep olan güzel şeylerdir. İlla ki her insanın bir rengi vardır. Onu tanımlayan, sebepsiz yere ona mutluluk katan. Benim de huzur bulduğum bir renk var. O da mavi. Dediğim gibi mavi huzuru içime işliyor. Kalbimin en derinine aşkını aksettiriyor. Tüm dertleri ve sevinçleri içinde barındırıyor. Her tonuyla insana açıyor içini. Ben ne zaman yalnız hissedersem maviye koşuyorum. Çünkü biliyorum ki beni bıkmadan dinliyor. İnsanlardan daha vefalı mavi. Denize gidip saatlerce oturuyorum dibinde. Bazen saatlerce konuşuyorum. Kendi kendime değil mavi ile. Bazen de sessizce içimden anlatıyorum. Çünkü biliyorum, o da annem gibi, Neslihan gibi ben sussam bile beni içimden anlıyor.

Bence insanlara mavi ile dua edin. Mavi gibi temiz ve huzurlu olsunlar. Yürekleri mavi gibi saf ve masum olsun. Gözleri mavi gibi aşk dolu ve aydınlık baksın. Kalpleri mavi gibi özgürlük koksun ki güzel sevsinler. Ve mavi gibi vefalı olsunlar. Siz sussanız bile sizi içten anlayacak, verdiğiniz sırlara gözü gibi bakacak vefalı bir dostunuz olsun.

Benim canımdan çok sevdiğim dostlarım var. İyisiyle, kötüsüyle sevdiğim dostlarım. Her zaman yanımda olan annem, pamuk şekeri misali rengiyle ve tadıyla gönlüme işleyen canım arkadaşım Neslihan ve huzurum mavi.

Ben hepsine de vefalı oldum, olacağımda. Size edeceğim en güzel dua vefalı dostlarınızın olması. İşte o zaman hayat çok daha güzel olacaktır…

Dil

Fuat Oskay

Şirazlı Sadi " Mum, dili yüzünden yanar. Arif insan bunu bildiği için susar." der

Altına kıymet bindiren ayar ne ise, ağız için ehemmiyeti de o kadar. Ayarsız ağızdan dökülen sözlerin lağım sularından farkı yoktur. Ayarı bozulmuş ağızdan güzel bir söz beklemek küf tutmuş bir besin malzemesinin ağzınızda güzel bir tat bırakmasını beklemenizden farksızdır. Bazen dış görüntüsüyle tarlada veya manavda alıcısı olarak sizi cezbeden karpuzlara bıçağı vurmanızla çürümüş içini görerek başınızı çekip ikrah etmeniz bir olur. 'Dışı güzeldi, kesmeseydik keşke!' der, hayıflanırsınız.

İçinde ne varsa kazanın dışına taşıracağı da o olur. Doğrudur; lakin insan düşünen, dili aracılığıyla düşündüklerini aktaran, hafızasından ötürü düşünce depolayan, aldığı eğitim ve içinde bulunduğu kültürel ortam gereği, ürettiği düşünceleri ayarlayıp söze bağlayarak tercihli bir biçimde dışa vuran varlıktır. Demem şu ki 'ne varsa ilminde o her zaman görünmez dilinde'. Bunun için de istediğini söyler; istemediğini işitir insan.

Bazı insanlar amiyane tabirle içi boş teneke gibidirler. Papağanlar gibi sadece ortamdan işittiklerini hafızalarında depolayıp takliden konuşurlar.

Bazı insanlar tamamen ortam tarafından şekillenirler, ortam nasıl konuşmayı gerektiriyorsa sözcükler ağızlarından öyle dökülürler.

Hâl, vaziyet ne olursa olsun sahip oldukları bilgi ve kültür birikimleriyle birlikte usul erkân bilen insanlar ise sözlerini tartarak söylerler. Dokuz ölçüp bir biçerler.

İyi veya kötü konuşmak aslında insanların beklentilerinin doyurulmasına yönelik eylemlerdir. Tamamen psikolojiden ibaret bir varlık olan insan, ruhunu okşayan, hoşuna giden sözleri duymak ister her zaman. Bu yöndeki beklentilerini karşıladıysan iyi konuşmuşsun, güzel konuşmuşsundur. Sözlerin hoşuna gitmediyse muhatabının bil ki beklentilerini karşılayamamışsındır. İnsanın beklentilerinin içerisine ise dünya görüşü, inanç, tutum ve değer yargıları gibi benlik bütünlüğünü oluşturan her şey girer.

Her ne kadar yaban duruyorlarsa da zannımca tüm canlılar birbirleriyle çabucak ısınıp kaynaşacak şekilde yaratılmışlardır. İnsan diline ilişkin semantik ögeler anlamlı ve şekillidir; lakin bu tür ögeler yok diye diğer canlıların dil taşımadığı söylenemez. İnsanlarla diğer canlılar arasında iletişim ve kaynaşmayı sağlayan ise diline yüklenen ve kendisinden diğer canlılara geçen sevgi ve merhamet elektronlarıdır. Aksi halde yılan bir tatlı dille niye deliğinden çıksın ki!

Samimiyet ve sevgi içeren sözlerle kendisiyle konuşulan nice çiçeğin çabuk büyüdüğü, kendisiyle iletişim kesilenlerin ise boyunlarını büküp günden güne solduğu hakikattir.

"Söz ola kese savaşı söz ola bitire başı

Söz ola ağılı aşı yağ ile bal ede bir söz"

Söz söyleyenlerin en güzellerinden olan Yunus Emre'nin bu dizelerinde kılavuzluk ettiği gibi sözün tesiri ve güzelliği kendisinde değil; söyleniş biçimindedir. Nitekim güzel sanat dallarından biri olan edebiyat, güzel söz söyleme sanatı değil ; " sözü güzel söyleme sanatı " olarak tanımlanmaktadır. Belirli konularda sokak diliyle sarf edilen, estetik değerden yoksun sıradan konuşmalar ise yine edebiyat üzerinden alan bulan ' edebiyat yapmak ( boş konuşmak) veya eskilerin deyimiyle 'laf u güzaf'tan öte değildir.

Söz söylemek her zaman konuşmak değildir. Vakit olur ki susmak, en güzel konuşmaktır. Kelimeler dile külfettir bazen. Bir yenilgi değil, bir büyüklüktür susmayı başarabilmek.

Susmak, sözün darasını almaktır. Susmak, sözü en sona saklamaktır.

Afrikalı Kadınlar Dahil

Ömür Karakaya

Sesini duyduğum bir naz bahçesinde

Sesine boğulmak istedim

Olmayan bir gölde

Suyun sancısını yaşayarak

Kamerunlu kadın dahil

Gözlerini

Avucumun sol kenarına bıraksalar

Sol yanım şarkılara konu olur

İçine kapak çalan avuç

Bir hayatın adrenalini taşır

Aç uyuyan çocuklar gibi

Mozambikli kadın dahil

Sen şiire konu olmuş olmamış

Herkes değilsin

Hiç kimse de

Hiç kimsesiz ayrım gören insanlar gibi

Kenyalı kadın dahil

Körpe kuş yuvalarının sesi çanak tutmuş

Benim kirli paslı gövdeme

Sen bana gök üstü kavimler yaratmışsın

En iç açıcı noktalarımdan

Açlık yoksulluk bedenlerini sardığı

Yürekler gibi

Senegalli kadın dahil

Avuç içinden çıkmış bir şarkı

Gayet rasyoneldir

Tüm sokak arası kebapçılar gibi

Ama yoksul kentler irrasyoneldir

Malili kadınlar dahil

Gözlerin tüm fizik kurallarını

Bir kaba sokup

Beni dansa kaldırıyor

Kabile savaşlarına mağdur

Dansın devrimcileri gibi

Angolalı kadın dahil

Gülüşün bir semboldür

Bir devrim

Bir manifesto

Bir şiir

En çok da şiirdir

Ve birçok şey

Zeki Müren bestesi

Orhan Veli şiiri

Bir ezgi

Ve birçok güzel renk

Burkina Fasolu kadın dahil

Dişlerin bir elmas

Belki sömürülmemiş

Belki bir destan

Ama her daim bir savaş

Gineli kadınlar dahil

Şimdi göğe bak sevgilim

Güneşi topla

Aya haber sal

İnce fikirleri öp

Tohumları ek

Biliyorum yeşerecek bu dünya

Senin gülüşün için

Senin gözlerin için

Afrikalı kadınlar da dahil.

Yalnızlığın Sebeb-î Telifi

Baran Özkaplan

Bu aralar seninle karşılaşmaya

İhtiyacım var,

Meczup yalnızlığımın

Cüzzamlı sokaklara tükürdüğü

Bir akşamüstü...

Birkaç sokak ötede

Minik bedenlere rastlıyorum

Biran kendimi

Barbar ve arkaik bir

Korku ütopyasında buluyorum

Sen hâlâ gelmiyorsun

Oysa pencerem açık

Tütünüm zehir zemberek

Sanki aramıza duvar örüyorlar

Ve ben inadına

Sevdiğimiz renge boyuyorum

Birden gökyüzüne bakıyorum;

O esnada Tebbetsûresi

Çınlıyor göklerde,

"Elleri kurusun tüm zalimlerin"

Yukarda Allah

Boynumuz kıldan ince

Yeryüzünde ben

Kirli sakalımla

Ve başucumda sen;

Eşsiz bir dünya...

Vansesi Özel Haber

Bakmadan Geçme