MAVİ ŞEHRİN KALEMLERİ
Şairler yazarlar Vansesi'nin Mavi Şehrin Kalemleri sayfasında buluşuyor.
Papatya Kokulu Kadın
Hacer Çalış
Hayat, onun için çok erken açmıştı kapılarını. Küçük yaşta hemhal olmuştu dünyanın hengâmesiyle. Sımsıkı sarmıştı onu dertler, kederler… Belki de bundandı sonbaharı ve hüznü bu kadar çok sevmesi.
Gecenin koynuna girmesi onun için en büyük huzurdu. Ah, papatya kokulu kadın! Hem ağlayışın hem de yıldızlara tutunup tırmanışın yedi kat göğün ötesine. Biliyorum, gözyaşların eşlik ediyor adımlarına. Ne elinden tutan var bu hayatta ne de papatya kokusu sinmiş zülüflerini taramaya uzanacak bir tarak.
Yaralı bir martının ötüşüydü, gecenin gözyaşlarına eşlik etmesi, ahhh papatya kokulu kadın. Bilirsin, bir kadının yüreği acısı kadar açar kollarını hayata. Bedeninin çürüdüğü yerde filizlenir papatyalar, ruhunundu derinliklerinde. Hep erken doğan bir güneş kimselere görünmeden kurutur gözyaşlarını. Ay şavkına ve yıldızların ışıltılarına eşlik edecek güzelliğin nerede şimdi?
Nefes alıyorsam özgürlüğüme şahit kılıyorum dağı taşı, kimse engelleyemez bunu, ey papatya kokusu, haydi, sin yüreğime. Huzur, sımsıkı tutunduğum umutlarda, içimin gizli gizli ağlar yanı verir geçen zamanın hesabını. Dudaklarımı aralasam sanki uçup gidecek papatya kokulu kelebekler, ansızın kondukları omuza başından. Nasıl çıkayım ben bu işin içinde, nasıl ereyim dökülen bir yaprağın toprağa baş koyma huzuruna.
Ey ay, götürme huzurumu bir daha. Bak mevsim sonbahar. Yapraklar yerde… Ah, sayesinde huzura uzanacak papatya kokulu kadınlar.. Samanyolu beni sana kavuşturmaya yeminli. Dolunay şarkılara notalar ezberinde… Sen, yıldızlar arasında salıncak kurabilir misin bana?
Papatyaları sevmelisiniz, şairler… Papatya kokulu kadınları da. Onlara yazmalısınız en güzel şiirlerinizi. Sazın tellerine onların hüzünlerini dolandırmalı âşıklar. Mızrabın ucuna gözlerindeki karalığı sürmeliler... Gül damlamalı her taşın değdiği alnın kızıl teri. Irmaklar denize kavuşurken onarlın adıyla kondurmalı ilk buselerini. Çünkü oydu karanlığın bağrına sımsıcak gözyaşlarını bırakan. Oydu, annesine olan sevgisine kendi sevgisini esrik eden ama hiçbir zaman çaresizliğe boyun eğmeyen… Mutluluğu ararken, özleri ufukta yorulan…
Hayata ve umuda sımsıkı sarılmıştır kadın, Suskunluğudur yağmur sonrası gökte yedi renk kuşak. Desem ki gökteki bulutun yükü benim kederimdir, kim inanır. Ahhhhhh… Beni papatya koklarına sarın, zamanın soğuk yüzüne dayanmış yüzümü alın ısıtın avuçlarınızda. Papatya kokularıyla yıkayın saçlarımı. Bil ki soluk alışlarımı renginin sarısına adamışım, sevgilim.
Bana sessizliği ve papatya kokularını armağan edene vereceğim yüreğimi. Ben yâr için yara sevdalı bir maralım. Denizin dalgalarının ucuna konan bir avuç köpük, katarından ayrı düşmüş yol bilmez bir üveyik..Taşların suskun kalbine sarın yaralarımı. Bana hazanın hüznü yakışır bir de annemin muska diye boynuma astığı papatya kurusu.
Seni düşündükçe hayatın sırrı çözülürdü, kendimi bir dervişin selamına salar, akdim bir kavmin duası gibi yürekten yüreğe dolardım, dilden dile dökülürdüm. Dağları ve yıldızları saymaktan yorulurdu ayaklarım. Kırı ayağıyla geceyi kutsayan doru at gibi, hazanı düşlerken acı çeken papatyalar gibi ve en ağır uykusunu evladına bağışlayan anne gibi.
Beni bir çocuğun masumiyetine sarın, ben papatya kokulu bir kadınım. Yorganım gece olsa da en güzel sesleri salacağım saçlarının arasına kuş kondurmak için. Beni bu umutsuz yolculuğun azabından kurtarsın düşlerim. Şiir diye adımı sevin, papatya kokularıyla yıkansın bedenim.
Geceye Düşen Düş
Mustafa Işık
"Bunca zaman lebüniçün saçun karagusındayam Âb-ı hayat kanda dur sorayum andan öleyim."
(Dün gicedüşde ben seni benüm ile görür idüm Bu düşümün ta'birini yorayım andan öleyim)
-Kadı Burhaneddin
Kalın bir perdenin ardında bakarsan geceye, yaşama dair bir düş düşüremezsin talih yaprağına. Çünkü yıldızları saymak için önce göğe bakmayı bilmeli insan; âşık dilli olmak için de bir derdi olmalı, yüreğini kasıp kavuran.
Gönlü şiire kaymalı insanın, kuş beslemeli satırlar arasında. Ömrü sükûtu kadar uzun bir şaire dost kılmalı omzunu. Nereye gittiğini bilmeden düştüğü sokaklarda hayra yormalı her duyduğunu. Annelerin desenli sandıkları gibi aranılan ne varsa orada bulunabilmeli geceden ve düşten yana.
'Beni hep gitmeler alıyor' sözü gün olur da bir asa gibi tutar elimizden her yerin bir yerde olduğu vakitlerde birbirine dolanır adımlarımız ve gecenin düşüne düşen en güzel rüya kalın bir perdenin ardına saklanır. Yüzüm yüzünüze çokça akraba… Gölgelerimiz kaçışırken birbirine basar çoğu defa.
Mekânları bilmesek de, yolların başında bekleyenimiz olmasa da ince bir hilalle gelir durur gece her zamanki yerine, aralanır perdenin en kalın yanı. Nice düşler dökülür üstümüze, saçımızın her teli ıpıslak. Yalnızlığın yakıştığı kurt gibi.
İşte o zaman akşamdan kalma bir rüzgâr, dillerde eksik şarkıya eşlik, gelir dolanır tenimize. Sokağın ağır aksak lambası camlarımıza ne de yakışır o vakit. Köşelerde, yağmak için gözlerinden öpmek isteyen tarifsiz bir yağmur durur.
Günden kalma onca temenni gelip de yüzünün en güzel yerine ben diye toplanır. Sarmaşıklar işgale kalkar pencerelerin dört yanını.
Kerpiç evlerde saklı serin uykulara baha biçmeye kalkma sakın. Damımızı yıldız tarlası yaptık çünkü serinlik gözlerinden dökülen nemdir bize hediye.
- Geceye düşen düşün ince perdesiyim, kırk yerinden sar beni yüreğine…
Araf'a hapsetmeseydiniz gidişlerimi, yarısı yutulmuş suçlu bir nefes değildim ki ben. Bilirdim şeytan dört duvarda dört gözle gülümserdi Bersisa' ya, hani beni de bu gülüşten paysız bırakmadın, bilesin. Hiçbir zaman olmayacak bir kuş gelip damımıza konardı o vakit.
Ayaklanırdı yıldızlar bir bir. Duvardaki kitabı üç kere alnıma götürürdüm. Ellerim sayısız yaraya sızı, dilimde dua hiçbir zaman eksilmezdi. Gözlerin yüzümdeki perdeye inat yüzgörümlüğü diye Belkıs tahtı isterdi. Bu gurbetlik hevesinden kurtuluşumun tek yol gecenin düşüne düşüşümdür. O düş ki bir çift kanat, alıp beni zamansız götürecek, çok istediğim o bilinmeyenler ülkesine.
Yaşanmış, yaşaması muhtemel veya hiç yaşamayacak onca hikâyeye kahraman olmaya ne koçlar kurban ederdim, ah zalim! Ama şimdilerdeki bu durgunluk her vakit ki âdeti, yedi katmanlı kocaman göğün. Aşkı bir serçenin kanadına yükleyip sekizinci cennetin hatırası diye dağ ardına. Yolların kesiştiği kavşağa varmaya yetmezdi takatim. Sana karşılık gelen basamak, bana adadığın adak..
Gökten koç mu bekleyeyim… Nasıl çıkayım selamete. Bir damla yağmur da değilim, dudağım toprağa öpmeye de uzanamayacak. Oy, seni sevmezliğime, oyy!
Önce sevilen sonra kesilen kurban gibiyim. Geceye düşen düşü hayra yormaya hakkım yok. Toprak dama çıkan yıldızlar, geçmişin cezvesinde pişmeye yüzü olmayan dileklerim... Dilek demişken, çaput bile kabule yanaşmaz artık onları.
Ne zaman gönlümü sararmış bir dalın yüzüne benzetirsem, üstüme yıkılmaya kalkar mahallemizin sağlı sollu parkeden evleri. Bir şair çıkmalı da beni bu geceden kurtarmalı ya da bir deli. Bilirim, ancak ölümün nefesiyle ısınacak yüreğim. Haydi, size gidelim. Tozları silelim, şirazelerini dikelim adı aşk nüshasının, henüz yakmadan Hülagu Han. Gecenin düşüne en güzel notları düşelim.
Denizin dağ kokan dudağını dudağım bildiğimden beri gecenin umuduna sözlendim. En darmadağın tomarları okumaya diz çöktüm. Ondandır ağır aksak kelimelerim.
Yoksa kelimelerim mi kurşundan askerler.. Masal cini mi sızdırdı sırrı, uykulu bir anda gecenin en güzel düşüne düşmüşken. Her masal bir ölümdür ve artık tüm rüyalar Çin masalıdır. Kaftanı giymeye mecalsiz parmaklar, takılıp kalıyor gözlerimin ucuna. Tuşba'nın geceleri de hüzünlendirmiyor eskisi gibi, daha çok üşüyorum. Yoksa sen mi açık bıraktın dünyanın kapısını?
Haydi, size gidelim gecenin düşüne düş katmaya. Kalemlerimiz dururken, şiirlerimizi kurşunlara dizdirmeyelim. Tik taklar dizelim boğazımıza, elleri kınalı gelinlerin nakışlı sandığından aşırma. Yüreğimizi dama serip çıkalım göğün son kertesine, düşlerimizi hara yoralım.
- Haydi, size gidelim. çabuk büyüyelim ama çok geç ölelim.
Babama Mektup
Fatma Zehra Polatcan
Babacığım,
Sana yazıyorum babam
Herkes uykuda ama ben
Sen gittikten sonra
Gecelerle dost oldum
Herkes uyurken
Hasretinle sırdaş oldum
Bana seni anlatıyorlar baba
Beni çok özlediğini anlatıyorlar
Bir de üzüldüğümde kırılıyormuşsun
Ardına bakmadan gittiğin için
Kızgınım sana baba
Hani bizim seninle
Güzel günlerimiz olacaktı
Hani prensesler gibi büyüttüğün evde
Telli duvaklı gelin edecektin
Torunlarını öpüp koklayacaktın
Beni sımsıkı sarıp öptüğün gibi...
Beni senden sonra
Kimse içten öpmedi baba
Beni kalben kimse sen gibi sevmedi...
Hatırlıyor musun?
Yaramazlık yapmayı sen öğrettin
Mahallede kavga çıkarıp
Eve ger gelişimde
Sana sığınırdım annem kızdığı için
Benim senden sonra
Hiç sığınağım olmadı ve ben
Senden sonra korkmamayı öğrendim
Çikolata çok sevdiğimi bildiğin için
Her eve gelişinde
"Benim çikolata kızım nerede"?
Diye beni çağırırdın
Anlardım, koşup kucağına atlardım
Bana senden sonra
Kimse çikolata kızım demedi baba...
Acıyor baba
Yüreğim sen gittikten sonra
Hiç sönmedi hep yandı
Gülmeleri sahteleşir mi insanın?
Benim senden sonra gülüşüm soldu
Bir kız çocuğunun ilk âşkı babasıdır
Ben senden sonra
Kimseye âşık olmadım baba...
Çarelerde çaresiz oluyormuş anladım
Senden sonra özlemi tattım baba
Seni çok özlüyorum babacığım
Hadi bu gece rüyalarıma gel
Yaramazlık yapıp sana koşayım
Sen bana en güzel çikolatalarından
Al ya da alma, fark etmez
Sadece sarıl baba
Bana sımsıkı sarıl...
Ve beni de götür kendinle.
Bu gece gel
Babagel...
Yalın ve Yalnız
İlayda Özmen
Issız aşk; kızıl, yalın ve yalnız...
Bir serçe misali can veriyorum
Bir serçe misali ürkek, kırılgan
Mahşer meydanında sen'i arıyorum
Issız aşk; kızıl, yalın ve yalnız...
Durgun bir gecede bekliyorum sen'i
Bu büyük şehirde gözlerini aramak
Ne garip bir hazdır bekleyişin nedeni
Ve her yabancıya güzelliğini sormak
Durgun bir gecede bekliyorum sen'i
Gülümseyen gölgelerin uçurumunda
Şın'ın noktaları dökülür ağzımdan
Çığlıklar biriktirdim sensiz ömrümce
Ki ben eski bir alfabe gibi bin parça
Gülümseyen gölgelerin uçurumunda
En güzel şarkıyı söyler kurşunlar
Derken döner dünya, bir şair
Yalnızlığı bin yüreğe sığdırır
Zambakları yok etse de bu sır
En güzel şarkıyı söyler kurşunlar
Issız aşk; kızıl, yalın ve yalnız...
Bir serçe misali can veriyorum
Bir serçe misali ürkek, kırılgan
Mahşer meydanında sen'i arıyorum
Issız aşk; kızıl, yalın ve yalnız...
Babam İçin
Figen Çakan Oral
Sen dayanağım
Sığınağım
Sol yanım
Canım
Cânânım
Yanında
Güven bulduğum
Vazgeçemediğim
Sevdiğim
Saydığım
Korkmadığım
Arkadaşım
Sırdaşım
Yoldaşım
Gözyaşım
Babam
Senden öğrendim
Karşılıksız iyiliği
Kırılıp kırmamayı
Kaderime razı olmayı
Her işi Allah'a bırakmayı
Sana layık oldum mu
Olur muyum?
Bilmiyorum
Ama bildiğim şey
Seni seviyorum
İyi ki varsın
İyi ki babamsın
Ömrüm senin olsun
Sen yanımda ol da
Ne olursa olsun