MAVİ ŞEHRİN KALEMLERİ
Şairler yazarlar Vansesi'nin Mavi Şehrin Kalemleri sayfasında buluşuyor.
Çok Kutsal Çin Seddi Adına
Mustafa Ayyürek
Bir zamanlar okur-yazar oranının düşük olduğu bir dünya vardı. Toprağın elle ekilip-biçildiği, gökyüzünde turnaların uçtuğu, leyleklerin bacalara yuva yaptığı zamanlar… Asker ocağından gelen mektubun muhtara okutulduğu zamanlar…
Muhtarın, o gelecek mektubu okuyabilsin diye, az buçuk okumayı öğrenmiş ve yazısı kötü bir çavuşun, askerin ağzından yazacağı o kıymetli hasretlik yükü. Teknolojinin evleri henüz kirletmediği o zamanlarda birlik içerisinde bir ihtiyarın ağzından dökülecek sihirli masallar, hep beraber oturulunca tadı çıkan yemekler, sobanın etrafına kurulup pişmesi için can atılan o tatlı tatlı kestaneler vardı.
Bunların hepsi emek istiyordu, gerçek bir emek, hakikati olan bir çaba. Bize ağır geldi bunlar bir kolayını bulmalıydık, herkes okuyup-yazabilmeliydi, tarlayı sürmek için saban kullanmamalıydık, İstanbul'a gidişlerimiz üç ay sürmemeliydi, Tarlayı sulamak için kanal açmak yerine sondaj vurmalıydık, uçakla Amerika'ya gidip dönüşte İtalya'da makarna yemeliydik. Ve bu yüzden ilk zamanların ağırlığından kurtulmak istedik, büyük ölçüde kurtulduk da.
Zannettik ki okur-yazarlığımız artarsa bununla paralel olarak insanlığımız yücelecek, aslında sadece okur-yazar da olmadık 'Yüksek Mühendis, Uzman Doktor, Profesyonel Hukukçu' da olduk. Rahatlığını kavradığımız bu genç ortamda elde ettiğimiz şeyler bizi tam manası ile tatmin edecekti.
Maalesef yanılmışız. 'Tüketim Toplumu' olmaya başladığımız günlerden beridir ki Tüketim Toplumu eşittir Postmodernizm, (Örnek: Türkiye'de 1923 yılında 235 bin olan İlköğretimi okuyan öğrenci sayısı 2011 yılında 10 milyon 979 bin olmuş TÜİK, yaklaşık 50 katlık bir artış var) yani artan okuyabilen sayısı ile doğru orantılı olarak basılı kaynak sayısı da arttı. Arttı da ne oldu? Ben söyleyeyim yüksek orada sosyal hayattı içselleştiremeyen, 'Sosyopat,' hasta, ezik, duruşu olmayan, hatasını kabullenmeyen, özür dilemeyi beceremeyen, kin kusan… Şeklinde sıralanıp giden olumsuzluklar döngüsü sardı etrafımızı. Birde bunun bize kadar olan yadsınamaz zararlı geri dönüşleri.
Tabii, benim burada asıl eleştirisinde bulunduğum olgu okur-yazar oranının yüksek oluşu veyahut tüketim toplumunun elde ettiği kolaylık değil. Bu durum insan vasfı korunduğu zaman olması gereken ve belki de ideal olanı yakalamamız adına attığımız ilk kutlu adımdı. Lakin gelinen durumda insan olma vasfımızı yitirdik /yitiriyoruz/. Ezik bir psikoloji içerisine girip ulaşamadığımız her ciğere mundar dedik. Ve dönüp dolaşıp 'Nerde o eski bayramlar' deyişini tekrarladık ki bu bizi en derinden sarsan ifadeydi.
Buraya kadar yazdıklarım işin bir perdesi, ferahlık zannettiğimiz bu değişimin bir de topluma mal olmuş kısmı var. O da şudur; 'Hata yapanı linç edelim.' Bunu nereden mi çıkarıyorum. Sonraki paragrafın Tüketim Toplumuna ve Postmodern olmuş bizlere yansımasına bakalım.
"Kim Milyoner Olmak İster'de 'Çin Seddi' nerededir sorusu için iki joker harcadı." Sonuç olarak iki joker kullanan yarışmacı soruyu doğru yanıtladı. Yalnız seyirci jokerini kullandığında gördük ki izleyicilerin 49'u yarışmacı ile hem fikir. Yani cevap evet, Çin olmayabilir. Diyarbakır Kapı mahallesinin Mardin'de bulunduğu gerçeğine bakarsak gayet makul bir çıkış yapmış olur hem yarışmacı hem de seyirci. 'Bu genel kültür meselesi bilsin canım' diyebiliriz o zaman 49'a tekrar bakmak gerek. Bu konu hakkında çıkan haberler hep kara propaganda ve ezilmişlik duygusunun dışa vurumu zannımca. Okur-yazar olan ama okuduğunu anlamaktan aciz kalan, ciğere mundar diyen, 'Postmodern Tüketim Toplumu' olmuş bizlerin keskin hatlarla çizilmiş ufacık beyinlerimizdeki dar kalıpları.
Soru şu acaba 'Çin Seddi' gerçekten tamamıyla Çin'de mi? Yanıtı evet olsa da olmasa da bu önemsiz bir soru. Asıl soru şu olabilirdi: Neden cevaplarından yarışmacı ile birlikte muallâkta kalan 49'luk kesim bizim dilimize düştü (Yarışmacı tek başına bunu göğüslemiş)? Şahsi kanaatimi belirtmem gerekirse bilmemesi pek şık olmamış, keşke joker kullanmadan soruyu doğru yanıtlasaydı ama olmadı, jokersiz bilemedi.
Şimdi, ikinci paragrafı bir elimizde tutup ilk paragrafa gelecek olursak şöyle bir sonuç kaçınılmaz olacaktır. Ezikliği ruhunda hmeye başlamış bizler eşitiz alaya alma ve gevezelik etme. Bu ifadeler alelade seçilmedi ben hakir görülme anlamında bu ikisinden daha oturaklı ifade kestiremiyorum. Veişin iç dinamiğine bakarsak şunu göreceğiz; 'İsan yapısı itibari ile kendisi ile özdeş ve aynı paralellikteki durumlarda malumu içselleştirir. Yani kendiymiş gibi, kendisi oradaymış gibi olur sonra bakar - aaa ben değilim, o zaman karalayabilirim, onu ezebilirim.' İçten içe yaralandığını bildiği halde.
Acaba diyorum şu son yüz yıllık zaman diliminden önce böylesi bir hatayı (Yarışmacı sorunsalı) eskiler bizim gibi mi değerlendiriyordu, yoksa daha oturaklı mıydı? Dedemi düşünüyorum evet, daha oturaklıydı. Neden bizimde yapabileceğimiz böylesine bir hatayı dalgaya alıp, insanları hakir görürüz ki? Sonuç; Kapital insana yenidünya düzeni derki 'Cool ol' ve müritlerine sunduğu imkânlar için 'Cool olmak' yüceltilip insan aşağılanmalıdır, bir gün yerinde ben/sen/o olsak dahi.
Keşke turnalar her süzülüp gittiğinde leyleklere bıraktığı o mektubu bir çavuş ilk hassasiyet ile muhatara iletseymiş ve muhtar kekeleye kekeleye ağır aksak kulağı duymayan annelerimize okusaymış. Varsın annelerimiz kulaklarından dolayı tam anlamasaymış mektubu ama bilecekti ki çocuğu hasret yükünü en güzeli ile iletmişti, bu yeterdi, bu sorunsallar olmasaymış.
Urartu Hatırası
Mustafa Işık
Urartular, Milattan Önce birinci yüzyılda, Anadolu'da, Van Gölü çevresinde kurulan bir devlettir. Başkenti Tuşba (Van) olan Urartu Devleti, Milattan Önce 8. ve 7. yüzyılda en güçlü olduğu dönemi yaşamıştır.
Başkenti Tuşba (Van) olan Urartu Devleti, Milattan Önce 8. ve 7. yüzyılda en güçlü olduğu dönemi yaşamıştır. Bu dönemde devletin sınırları içinde İran'ın kuzeybatısı, Aras Vadisi ve Doğu Anadolu yer almaktaydı. Mezopotamya ve Asur sanatının etkisini barındıran bir kültüre sahip olan Urartular, çivi yazısı ve Hitit hiyeroglif yazısını kullanan bir devletti.
Urartuların siyasi ilişkilerinde öne çıkan devlet, Asurlulardı. Asurlular ve Urartular birçok kez savaşmıştır. Asurluların kayıtlarında Urartuların adı geçmektedir. Bu kaynaklarda, Asurluların Urartulara karşı savaştığından bahsedilmektedir.
Bu savaşların da etkisiyle, Urartuların yapılarında savunmada kolaylık öne çıkarılmıştır. Bulundukları dağlık, kayalık bölgenin avantajı ile dik yamaçlara yapılan yapılar, savunma için bir kolaylık sağlamıştır.
Maden işlemede gelişen Urartular, bulundukları bölge ve çevresinde metal işlemecilik üzerine önemli çalışmalar yapmış ve diğer uygarlıkları da etkilemiştir.
Bu yazımızda 'Urartu Hatırası' şiirimize kaynaklık etmesi bakımından Urartu medeniyeti hakkında kısaca bilgi paylaşımında bulunduk. Şimdi, Urartu Hatırası' adlı şiirimizle yazımızı tamamlıyoruz:
Urartu Hatırası
***********
Van Gölü'nü öperken akşam kızılı
Bütün fotoğraflarını usulca yaktım
Ardında yüzün vardı, kara çığlıklar
Urartu'dan şaha kalkan atlar vardı
Vedalar iz bırakırdı feleğin alnında
Hangi dala asılsam acılar dile ağıttı
Ey adımıma dar gelen tarih atlası!
Tene soyunmuş çığlığın günbatımı
Vaktin kızıllığını bildireydin ki
Gülü boyar hafızın kalbini öpeydim
Bahar seli testiyi kırmazsan eğer
Göz ahı bir avuç suda boğulaydım
Dağlanmış dilimi gurbetine saldım
Issız bozkırlarda kara oraklar gibi
Ömrünün ortasından soluklandım
Senle değiştirip sol kaburgamdan
Havva'nın ilk Âdem'i oldum
Ben bir elma için cenneti sevdim
Bir çift zeytinde kapkara gözlerini
Sıcak kelebek ölüsüydü yüreğinde
Kırk ağızlı yemini kapında unuttum
Gün gelip kuruldu dünya ortasına
Uzandım hatıraya ellerim kurudu
Ağzım çöl, başımda kandan taç ile
Yüzümü ince tarih şeridine astım
Her kış uçuruma uykulu ağaç gibi
Geceleri ay boylu gülüşler giydim
Cinnetimden göğe bulaştırmaya
Rüzgârın yelesine dört elle yapışıp
Dağ başında kuşlara kanat gerdim
Elimde kör bıçak ağzı vicdanımla
Ruhun yitik parçasını kazıyordum
Gölgeye sığınmış yaralı bir at gibi
Sahibin kırık kapısını arıyordum
Elimde Değil!
Hasan Ortakaya
Elinde olmayan ne?
Hepsi bir bahane
Niye yalanların arkasına saklanıyoruz?
Elimizde neler yok ki?
Yaşadığımız bir ömür
Gözlerimiz, kulağımız, ağzımız-dilimiz mi yok?
Doğru bir bakışla
Yokluktan daha çok varlığı görürüz,
Görecek gözümüz varsa eğer!
Elimde değil! der
Bırakırız kendimizi bir boşluğa,
Oysa boşluğa bile ellerimizle iteriz kendimizi
Elimde değil! diye
Tutkularımızı tutarız ellerimizle, boş
Versek de yarınlarımızı
Ümitsiz kaldığımızda
Hayallerimizi kucaklarız ellerimizle
Yalnız kaldığımızda yalnızlığı sararız
Ama yine yalnız
Kalmayız yalnızlık varken yanımızda
Elimde değil, diye
Bir sevgiliye ihanet ettiğimizde ihaneti
Besleriz ellerimizle
İhanet şarkı söylerken; sevgi
Gözyaşı döker ellerimize
Elimde değil, der
Ellerimizle gözyaşını sileriz sevgilinin
Elimde değil, der
Olanlara bakarız kör tarafımızla
14 Hasan Ortakaya
Elimde değil
Çiçeklerine basarken; elimizdeki gülleri
İncitiriz zaman zaman
Görebilir miyiz elimizdekileri?
Elimde değil yalanlarına
Aldırmadan
Dünyadaki tüm insanları dinleriz
Elimde değil, elinde değil
Elimizde değil, elinizde değil…
Peki, kimin elinde?
Zamanı ellerimizle bozar
Zamanın bozukluğuna küseriz
Öldürerek zamanı:
"Ömür su gibi geçiyor" deriz…
Gençliği zamana kurban ederken
İhtiyarlıktan şikâyet ederiz
Zamanla her şey olurken
Olmayacakları zamandan çalarız
Elimde değil derken zamanı
Zaman zaman mezara gömeriz
İyiliği bin zamanla toplarken
Bir tek kötülükle hepsini sileriz
Elimizdedir zamandan zamana sığınmak
Zamanımızın sonu yaklaştıkça
Zamandan kaçarız
Elimizdedir işte
Üç günlük dünyayı cennete çevirmek!
Elimizde değil mi?
Kötü bir nefesle cehenneme gitmek?
Her şey elimizdeyken
Hayat nefesimiz tükenmemişken
Elimizde kur 'an gibi bir rehber varken
Daha ne isteriz?
Lâl Melâl Halim
Gönül Biner
Çoktandır salan okundu
Şu garip gönlümde
Çoktan unutuldu varlığın
Gidişinle yüreğim yangın yeri
Enkazın yakıyor içimi
Ben, gidişine
Dönüp dönüp ardına bakan
Yaralı bir ceylan
Ah zalim avcı
Sendin, bir çift bakışla
Beni can evimde vuran
Bir zamanlar gül bahçesiydi
Yüreğim yüreğine
Bir tebessümle yeşerirdi
Güllerin bin bir çeşidi
Senin yıktığından beridir
Enkazında unuttu felek beni
Karanlığındayım artık
Tükeniyorum
Sen uzaklarda bir yerlerde
Bir muzaffer komutan
Lâl melal bu gülistana
Yok artık yağmur yağdıran
Oysaki bir bakışın yetecekti
Yüreğime cemre düşürmeye
Dokunuşun yeşertecekti beni,
Ama şimdi bir yerlerde bağdaş
En zalim gülüşünle
İzliyorsun can çekişimi.
Eylül
Zuhal Vadi
Bak yine geldi güz
Yüreğim hazan yeri
Dur durak bilmeyen
Hüzün sarıyor benliğimi
Önce rüzgarlar savuruyor
Dağılmış saçlarımı
Tenimde tuz buz yokluğun
Hasret midir bilinmez
Eylülü hazin kılan
Sararıp düşen yapraklar
Sürgün yemiş şimdi
Yarınların soğuk gölgesi
Vakit eylül
Ağaçlar soyunmaya meftun
Heybemde soğuk akşamlar
Kuşlar göç edecek
Gün doğan mevsimlere
Yalnızlık sarar umutlarımı
Vakit eylül
Gitmek ister ayaklarım
Üşüyen bedenimden sıyrılıp
Şuursuzca kaybolmak
Çiçek kokulu bozkırlarda
Hadi, toparlan yüreğim
Yağmurlar yıkasın hüzünleri
Vakit eylül
Baharlara göç edelim...