MAVİ ŞEHRİN KALEMLERİ
Şairler yazarlar Vansesi'nin Mavi Şehrin Kalemleri sayfasında buluşuyor.
Duvarı Nem İnsanı Gam Yıkar
Abdullah Karagülle
Hafta sonu yapılacak olan Üniversiteye Giriş Sınavında görevli olduğumdan, cumartesi sabahı erkenden uyandım. Öğrencilerden önce okula ulaşıp hazırlıkları yapmamız gerektiği için; evimiz uzak olsa da en az bir buçuk saat önceden gidip hazırlıklarımızı yapmamız gerekiyordu ki sınavda herhangi bir sorun olmasın, aksaklık yaşanmasın. Sabahın erken saati minibüs ne arar. Bekle ki gelsin. Ama gelmeyeceğini bildiğin halde beklemek de ahmaklık olur herhalde. O nedenle beklemedim ben de geçen arabalara el kaldırıp durdurmaya çalışırken çoğu da tanıdık olan komşularımın öylece geçip gitmesine içerlesem de arada kendime hâkim olamayarak söylene söylene de olsa arabalara el kaldırmaya devam ettim. Nihayet sınav görevi olan komşularımızdan birinin durmasıyla moralim biraz olsun düzelmişti.
Belli bir mesafeye kadar gittikten sonra, yolumuzun ayrılacağı son kavşağı geride bırakmıştık. Arabadan inip tam biraz yürüyeyim derken bir minibüs Hızır gibi imdadıma yetişmişti. Okula vardığımda görevler çoktan taksim edilmişti.
Çok şükür sınav kazasız belasız bittikten sonra sınav evrakları sorumluya teslim edildi. Dışarı çıktık sınavdan çıktıktan sonra hayat, arabası olanlara güzeldi. Arabalarına binenler evlerine gidiyordu. Benim gibi arabası olmayanlar da minibüslerde yer bulabilmek için acele etmeliydi. Sırf bu nedenledir ki epeyce hızlı bir şekilde yola çıkmama rağmen kalabalık bir sıra çoktan oluşmuştu bile. Veliler ve sınavın stresini dahi henüz üzerinden atamamış öğrenciler mahşeri bir kalabalık oluşturmuştu. Mecburen bir saat beklemek zorunda kalmıştık. Bir saat sonunda nihayet az dolu bir minibüs bulduk ve çarşıya doğru yola çıktık. Minibüste bunalmıştım biran önce inmek istedim. Özellikle küçük bir parkın olduğu durakta inmeyi tercih ettim.
Parka gelen; genç - yaşlı kadınlar, erkekler, çocuklar 3 metre uzunluğundaki şelale şeklinde tasarlanan yukardan aşağıya doğru şırıl şırıl aktıkça orada bulunan insanların başından aşağıya dökülüp onların içten içe serinlemesine vesile oluyor gibi haz alarak suyun şırıldayarak akışını izlerken derin derin düşüncelere dalıyorlardı. Orada bulunanların çoğunun emekli olduğunu kısa bir gözlem yardımıyla anlamak hiç de zor değildi. Kimi akıp giden suda evlatlarının vefasızlığını unutmaya çalışıyor, kimi daldığı düşüncelerden hayatının mutlu anlarını ayrıştırmaya çalışıp her şeye rağmen gülümseme ve bu yolla sadaka dağıtma gayretine girişmiş, kimisi daha yeni vefat eden eşinin gidişiyle ruh dünyasındaki alt üst olmuşluğu görüyor tabi yine unutmaya çalışıyor belli ki, ama unutmak ne mümkün.
Önce uzaktan biraz izledikten sonra elinde tuttuğu sigaraya kaydı dikkatim. Şöyle 80 yaşlarında yüzündeki keder ifadesinden ömrünün son demlerinin sıkıntılı geçtiği net olarak anlaşılıyordu. Elinde tuttuğu sigarasıyla beraber kendini her ne kadar dik tutmaya çalışsa da beli her defasında yeniden bükülüyor, vücudu lisanı hal ile adeta sigarayı bırak yeter artık diyordu. Sigaranın dumanı direk bana doğru geliyor beni oldukça rahatsız ediyordu. Tam da bu anda içimden, amcaya içtiği sigara dumanından rahatsız olduğumu ve başka bir banka gidip oturabileceği konusunda uyarıda bulunmak hissi geçiyordu, lakin üzülmesini de istemiyordum. On on beş dakika kendimle giriştiğim mücadele sonucunda uyarma hissim galip gelmişti. Selam vererek amcanın yanına gittim. Merhaba, hoş geldin evlat, dedi. Anladığım kadarıyla genellikle yaşlı ve emeklilerin uğrak yeri olan bu küçük parkta muhabbete başlamak için kullanılan sihirli sözcük ta derinlerden gelen bir ''merhaba''ydı. Daha fazla kendimi tutamayıp amcacığım sigaradan rahatsız olmuyor musun? Deyiverdim kaşla göz arasında. Kederli yüzü bana döndü; o an adeta evlat neler yaşadığımı biliyor musun? Dese de ben konuşmaya başlamasını bekledim 1 - 2 dakika.
Sonra; evlat çocukları evlendirdik hepsi ayrı evlere taşındı gitti. Hayatta tutunacak tek dalım, hayat arkadaşım, dert ortağım olan eşim 5 ay önce vefat etti. Ben de bu meretle yıllar önce arkadaş ortamında tanışmıştım. Ama 65 yaşında 13 yıl önce kalp rahatsızlığım nedeniyle mecburen bırakmıştım. Eşim vefat edince her an ulaşabileceğim bir arkadaşa ihtiyacım oldu. Bunun için de en kolay ulaşabileceğim arkadaş olarak yine kalp rahatsızlığıma rağmen kolay olanı seçerek, mecburen sigaraya başladım. Amcacım peki çocukların onlarla kalsan, hem torun sevgisinden de mahrum kalmamış, hem de sigarayı bırakmış olurdun belki.
Yine yüzüme anlamlıca baktı, baktı sonra dedi ki: Oğlum, eğer evlatlarımı Allah'ını bilen, peygamberini bilen biri olarak yetiştirsem ben gitmesem de beni zorla evlerine götürürlerdi. Evlatlarımın iyi makam ve mevkilere gelmesi için varımı yoğumu harcadım, bu uğurda başarılı da oldum. Oğullarımdan biri doktor, biri avukat, kızım ise öğretmen oldu lakin onların iyi yerlere gelmeleri tek başına yeterli değildi. Anlıyor musun? Duvarı nem insanı gam yıkarmış evlat. Şimdi rahmetli annelerinin de desteğiyle onları evlendirdik iyi kötü bir düzenleri var benim yüzümden eşleriyle araları bozulsun istemem hem onlar da rahatlarını bozmak istemez ya neyse dedim ya onları iyi birer mümin olarak yetiştirmedim. Bizim tek gündemimiz iyi yerlere gelmeleriydi. Şimdi, vadem dolana kadar, en fazla birkaç yıl daha evimizde eşimin hatıralarıyla koyun koyuna zamanı öldürürüm kendimi tükettiğimin farkında değilmiş gibi, daha sonra ben de ölür giderim.
Epey konuştuk bu arada sigara dumanına da katlandım mecburen. Yıllarca nasıl çalıştığını, erken emeklilikten, evlatlarından, daha birçok pişmanlığından dem vurdu, ben dinledim. İbretlik öyküsünü dinlerken bakışlarının karşımızda akıp giden suya doğru gittiğini fark ettim. Soracağımı anlamış olmalı ki: çocuklar da bizi bırakıp gittikten sonra iyice yalnız kalınca, rahmetli Hatice'mle hep buraya gelir bu suyun akışını birlikte izlerdik. Ben müsaade isteyip kalkarken Sıddık Amca arkamdan el sallıyor, dudaklarından şu sözler dökülüyordu: Evlat en azından beni dinledin Allah razı olsun…
Ben Sevgi
Sevgi Gülmez
Ben Sevgi. Yirmi yaşındayım ama koşamıyorum. Yürüyorum birilerinden destek almam gerekse bile. Çünkü serebralpalsi'liyim yani beyin felcinin ayakları etkilemesiyle ayaklarda bulunan sinirlerin yeterince çalışamaması.
Bu durumu kabullenemiyorum. Bende gezmek, koşmak, gülmek, eğlenmek, ip atlamak, saklambaç oynamak… Kısacası mahallede, sokakta, çarşıda, pazarda gezmek, tozmak, eğlenmek… Yani her çocuğun, her genç kızın yaptığı, yapmak istediği şeyleri bende yapmak / yaşamak istiyorum. İstiyorum. Ama insanın her istediği olmuyor her zaman.
Bu hayatta, tek neşe kaynağım ailem ve her zaman iyi ki varlar diyeceğim dostlarım, arkadaşlarım. İpekyolu Belediyesi Engelsiz Yaşam Merkezi yeni yaşam merkezim, yeni mutlu yuvam.
Okula gidiyordum artık akranlarım gibi.. evet, ben de ilköğretime başlamıştım..Her ne kadar sıkıntılar yaşasamda sınıfımın zemin katta olması benim için bir kolaylık oldu. Çünkü merdiven çıkamıyordum. Öğretmenim Cennet ÖTER, elim ayağım oluyordu, kanatları altına alıyordu beni.
Ve lise yıllarım. Hayatımın en güzel yılları... Beni bağrına basan, bana kol kanat geren, masal diyarında koşan ve gülücükler atan küçük bir kız çocuğunun mutluluğunu yaşatan arkadaşlarıma ve öğretmenlerime sahibim. Ne mutlu bana. Ne mutlu onlara ki beni ve benim gibi kişilere önyargı ile yaklaşmıyorlar. Bizi sahipleniyorlar, evlatları gibi görüyorlar.
İpekyolu Belediyesi Engelsiz Yaşam Merkezi imkânlarıyla ve öğretmenlerim, arkadaşlarım sayesinde uzak diyarlarda yeni yerler keşfetmiş gibi hayatı keşfediyorum kendimce ev yeniden; kimi zaman bir yazar olup kitap yazıyorum kimi zaman bir yönetmen olup kısa film çekiyorum.
Şuan yirmi yaşındayım mutluyum, umutluyum, gelecekten yana zorluklar olsa da yılmıyorum, yılmayacağım da. Hayallerimi gerçekleştireceğim üniversiteli bir yazar ya da kim bilir belki bir yönetmen olacağım.
Ama inadına mutlu olacağım.
Kadın
Zuhal Vadi
Akşamın kızıllığı doğuyor iliklerime
Yeni güne hazırlanma telaşı
Tuz kokulu maviliklerde...
Heybemde hasret
Gözlerim dalar
Alev gibi yakar umutlarımı
Derken gün doğar
Buralarda kadınlar
Uyanır günden önce
Çocuk olmadan kadındır o
Coğrafyanın aydınlık yüzü...
Kangren düşlerine rağmen
Toprak kokan ellerinde
Bak mahislere gebe olduğuna
Canı yanmıştır çokça
Belki de entiz sesiyle kucaklaşır
Bir çift gözüne yazılmış şiirler
Göğsünü siper eder umarsızca
Saçlarında türkü kokulu geceler
Kadınım ben, anneyim
Ben yarına umudum dercesine
Yasak bir lisan gibi
Heybesinde biriken duygular
Konuşsa felaket sussa kıyamet
Saçları bile kırılıyorken
Yüreğindeki sancıları nasıl anlatmalı
Yahut savaş meydanında
Canla başla koşturan nene hatun
Cennetten kovulan Havva'dır
Yasak elma uğruna
İllegal bir varlıktır kadın
Sıcak kucağın tarifi
Devrimin adı
Sevginin vücut bulmuş hali
Ve yarınlara hep umutla...
7.2'lik Hayatım
Davut Mortaş
Aylardan ekim, mevsim sonbahar
Dallarından usulca yere düşen yapraklar
Buna inat bizde düğün mevsimi var
Sevgiyle birleşen canlar, âşıklar...
Gölden arşa çıkan kızıl alamet
Sarsıntıyla gelen ani felaket
Figan ediyor ana, çocuk, yaşlı, genç
Sanki başımıza geldi, beklenen kıyamet
Yıkıldıkça başımıza, taştan, binalar
Ardı ardına yıkılan yuvalar
Yavrusu için ağlayan analar
Enkazı seyreden çaresiz babalar
Bir yandan akan kanlarım
Bir yandan ölüme giden canlarım
Ya rabbi, çaresizim yanar ağlarım
Virane döndü gönül bağlarım
Unutulmuşken manşet olduk
Anında cihana duyurulduk
Canlarımızı yitirdik
Can yoldaşlarımızı bulduk.
Van Güzellemesi
Selahattin Çakır
Hangi şairin kalemiyle anlatılır ki güzelliği
Dağları ayrı güzel, kalesi ayrı, gölü apayrı…
Hangi gurmenin damağında anlatabilir ki tadı
Keledoşu ayrı güzel, ayran aşı ayrı, balığı apayrı..
Balıkların su ile dansı olur her sene Çatak'ta
Cevizi ayrı güzel, balı ayrı, inci kefali apayrı…
Hangi ressam tuvaline resmedebilir ki güzelliğini
Adası ayrı güzel, şelalesi ayrı, Vanadokya'sı apayrı…
Medeniyetlerin kavuşması olur her sene Gevaş'ta
Kümbeti ayrı güzel, tarihi kilisesi ayrı, camisi apayrı…
Hangi diller anlatabilir ki böyle güzel kardeşliği
Hoşgörüsü ayrı güzel, mihmandarlığı ayrı, turizmi apayrı…
Flamingoların kanat şovu olur her sene Erçek'de
Afrikalısı ayrı güzel, İranlısı ayrı, Vanlısı apayrı…
Hangi kadraj dondurabilir ki bu güzelliği
Kanatları ayrı güzel, duruşları ayrı, dansları apayrı...
Kültürlerin sergisi olur her sene Van'da
Fuarı ayrı güzel, kongresi ayrı, festivalleri apayrı…
Hangi şehir toplayabilir ki kendinde bu denli güzelliği
Hayvancılığı ayrı güzel, turizmi ayrı, kitabı, fuarı apayrı…