MAVİ ŞEHRİN KALEMLERİ
Şairler yazarlar Vansesi'nin Mavi Şehrin Kalemleri sayfasında buluşuyor.
Kalbin Vuruşu
Gürgün Karaman
Kıyameti bekleyen bir kalbin geri çekilmesi gerekir hayattan. Randevu, eğer ötelere ertelenmiş bir buluşma anıysa unut gitsin bu hayatı. Sadece tanışmak için gelmiştik bu diyarlara. Önümüze konulan bir elma ağacındaki habire salınıp duran bir elmayı sadece ısırmış olamazdık. Daha büyük bir suç mu işlemiştik? Çok mu büyük bir yalan söylemiştik? En nadide tohumları mı yok etmiştik? Bir fincan kahveye kırk yılı doldurup da içmemiş miydik? Fazla mı gevezelik yapmıştık bilinmeyen bir huzurda? Heybemize ne koyup da göç eylemiştik? Geçmişi geçemeyen şimdiyi bir şişenin içine bırakıp da bir nehre mi atmıştık?
Kalbimizin vuruşlarını bile artık duymuyoruz. Aşk bize ihanet etti! Biz de aşka! Hafızamızda, Hafız'ın şiirlerinden tek bir tını bile yok… Tanımadan geldik, tanımadan, tanınmadan ve tanışmadan göç ediyoruz. Oysa yalnızlığın ilacıydı tanımak, tanışmak ve tanınmak. Tanımak, var kılmaktı. Tanımlamadan, sınırlamadan, sınırlandırmadan bir aşk gülünü doyasıya koklamaktı tanışmak.
Dilin geriye ket vurduğu biz zaman diliminde, dilde olanın dili yok etmesidir varlığımız. "Varlığın dili gittikçe kapanıyor." diyordu İbn-i Haldun. Kalbin kapandığı yerde dil kapanmaz mı? Kapanan kalp ve akıldır, dil sadece kalbin ve aklın tercümanıdır. Akıl ve kalp kapandığında aşka zaman bitmiştir.
Heybesinde aşkla bu diyara göç eden bizler, aşkı sol yanımızdan söküp atınca sağ yanımız, koynuna olmadık putları doldurdu. Oysa bu âlem "hayal bile değildi, hayal içinde hayaldi." Hayali olmayanın aklı olur, akıl aşka sahip olmak isteyince aşk çoktan geri çekilmiştir. Aşk zamansız, mekânsız ve mesafesizdir. Delinin kuyuya attığı taşı ancak aşk çıkarabilirdi. Oysa akıl ipin, makaranın, kovanın peşine düştü.
Kalbimiz aşkı ve hayali kaybettiğinden beridir yastadır. Kalp gözü kapanalı hayli uzun zaman olmuştur. Akıl âşık olmaz, aşka sahip olmak ister. Kalp, aşkın yoğrulduğu bir mekândır; akıl, aşkın zindana vurulduğu yerdir. Aşk, hem yazgıdır hem yangındır; temizleyen bir yangın… Hesapsız ve kitapsızdır. Aşkın kıyısı yoktur. Akıl hep kıyıda bekler, avlamak için.
Geride bıraktığımız her şey yetimdir artık. Yitirilmiş bir yitikliktir yetimlik de. Ağzımızdan çıkan her kelime bir mesafedir. Yitiklik mesafeden dolayıdır. Neden cümlelerimizin sonuna noktalama işaretleri koyarız ki? Sessizlik için mi? Hiç sanmıyorum. Her noktalama işareti, dilin sınırlandırılmasıdır ona sahip olmak için. Çünkü konuşan akıldır. Kalbin kelimeleri yoktur. Başın belası değil, kalbin başındaki beladır dil, sözcükler ve kelimeler ve şeyler…
Bir minarenin biricikliği dahi özgündür ve özgül ağırlığıyla gökyüzünden bir haber bekler. Tüm kibrimiz, bir minareden yükselen ezana ve sala'ya karşı kayıtsızdır. Gökyüzüne değil, vitrinlere bakıyoruz, ekranda gözlerimiz. Haber, vitrinden ve ekrandan geliyor. Dil de yetim kalmıştır, işgal edilmiştir ekran ve vitrin tarafından. İlahi tek bir haber tenezzül etmeyecektir artık.
Ey kalbim, böylece kalbine sahip olmak isteyen her şeye dikkat kesilmen gerekir. Bir mabedi ziyaret için yola çıkacaksan eğer, göklerden gelen bir haber için gözlerini gökyüzüne çevirmelisin. Meczup bir münzeviliğin koynuna atmalısın kendini. Tanrı'nın elindeki tüm çiçekleri koparmak için değil, doyasıya koklamak için yolculuğa çıkmalısın.
Ey kalbim, meczubane bir duruşla boynunu bükerek kibirli tüm inançlarını yerle yeksan etmelisin. Duaların büyüdükçe sen küçüleceksin ve kalbin kitabındaki son sayfada kendini unut gitsin! Ayrılırken bu diyarlardan son bir defa, bir umut öpücüğü kondur en masum bir çocuğun yüzüne.
Ey kalbim! Ben sana gerçeklikleri konuşmuyorum. Yenik bir aşkın tartamadığı, bir terazinin kolunda sallanıp duran yetim bir sevdayı konuşuyorum. Senden tek bir şey istiyorum:
Sadece bir umut öpücüğü kondur yanaklarıma ve öylece ayrılalım tanışmadan.
Berjinya
Vahap Takar
Üç yıldır başucuma kuruyorum gözlerini. Ara ara eşlik ediyorsun rüyalarıma, ne büyük lütuf bana yaptığın. Üç yıldır aralıksız okuyorum seni, her satırbaşında daha parlak ve renkli oluyor gözlerin. Dolabımdan "Yüzyıllık Yalnızlık"a değiyor gözlerim ArcadioBuendia oluyorum. Bir köy kuruyorum ellerimle ve sen o köyün en güzel kızı oluyorsun. O sahnenin en güzel yerini kendine alıyorsun. Remedios oluyorsun gökyüzüne uçan, eteklerinde köyün bütün sırlarını tutan Güzel Remedios.
JackLondon, Martin Eden diyor adıma, belli ki çok iyi tanıyor beni. Seni de çok iyi tanıyor, hatta Ruth, diyor adına; üniversiteye gidiyorsun. Sende kitap okuyorsun. Kütüphanelerde kesişiyor yolumuz, tiyatrolarda. Sana "Ruth", bana "Martin" diyor. Böyle çiziyor resmimizi...
Sonra hangi kitaba baksam, biraz sen, biraz da ben. Al bir şiir oku! Fark etmez herhangi bir şiir, muhakkak içinde biraz sana seslenişimi taşır. İlkokul şiirlerinde bile rastlarsın, bilirsin ki orada bile cumhuriyetim, demişimdir sana.
Üç yıldır Berjinya, ne yaşadıysam kaydettim görevi başında bir memur gibi titizce. Okuduğum her sayfayı sana okurum umuduyla beynime kaydettim. Belki bir sonraki ay, düşen cemre alevlendirir cesaretimi. Belki bir zaman sonra dilimin kulağı olursun. Sana Şamanlardan ve Sihistlerdensöz ederim. Konuşacak o kadar çok konu olur ki, hiç sıkılmaz canın. Ah! Muhsin sereriz aramıza. Ben sana temiz çoraplar giydirmek ve ayakkabılarını kapımda görmeyi isterim. Belki de sen biriktirdiklerinden açarsan bir konu. Absürt bir şiir okursun ben kutsal bir zevkle dinlerim. Ah! Ne kadar kutsal hissederim.
Üç yıldır Berjinya! Üç yıl... Bir kanser gibi büyüyorsun içimde. Elimden gelen tek şey daha çok hatırlamak ve okumak ve senin ölmene izin vermemek içimde. Bir kanser gibi büyüyorsun içimde, her geçen gün daha çok doluyorsun bedenime.
Ama biliyorum; sen iyi huylu bir kansersin, öldürmezsin. Biliyorum seni atarsam içimden kendime yabancılaşırım. Öyle söylüyor Pavese, öyle ya haklı çıkaramam sevmediğim filozofu.
Üç yıldır Berjinya! Tam tamına üç yıldır, beni ben yapan her şey; çok uzakta, seninleyim bir üç yıl daha.
Söylerdik
Mervenur Biçer
Sorsalar söylerdik Reşha
İçimizde morların tutsaklığını
Rüzgârla uçuşan yarınlarımızı
Dilimizde oynaşan şarkılarımızı
Sorsalardı söylerdik
Bir kerecik gelirdik dünyaya
Ama binlerce vazgeçerdik
Yaşamaktan, şahit olmaktan
Sevmekten, sevilmekten
Oysa güneş her gün doğardı
Yaşamak ne de güzel şeydi
En çok da ikindileri parlardı
Ve akşamüstü ölürdü, izlerdik
Ellerimiz kirli sularda çırpınırdı
Yorgun dalgaların şarkılarında
Dans ederdi kırık gölgelerimiz
Ve maviliğe uzanan gözlerimizden
Boncuk boncuk akardı masumiyet
Bazen bir kötülük görürdük
Gezginler dolaşırdı beynimizde
Her hücremiz heba olurdu
Ama yine de susardık Reşha
Neden sustuğumuzu anlamadan,
Bilmeden, sormadan…
Belki haberdar değildik Reşha
Belki sadece kimsesizdik
Geceleri yıldızlarımız intihar ederdi
Yine de yeni umutlar dikerdik göğe
Ve uçsuz kızıllığın arasından
Tanrıların ziyaretini beklerdik.
Dualı Şiir
Berna Öner
Canı yanan hikâyelerin başrolüyüz biz
Belki de bu yalnızca bir his
Eşikte rahmet vardır belki de
Beklemekte, durmakta
Şikâyette değil, şükürde
Bizi sana yönelen kullarından eyle,
Yüzümüzü, gönlümüzü sana döndür
Allah'ım! Rahmetinle
Canımızın yandığı hikâyelerde
Bize sabır ihsan eyle
Güç- kuvvet nasip eyle
Kızlarımızı Meryem'ce gelin
Erkeklerimizi Ömer'ce damat eyle
Bir nesil yetiştirmeyi,
İçinde EbuBekir olmayı
Hayâyı Osman'dan giyinmeyi
Sulhta Fatih olmayı
Hz. Muhammed (sav) 'den hal almayı
Nasip eyle Allah'ım!
Derler ya,
Gecenin en karanlığı
Gündüzün doğuş aydınlığıdır
Allah'ım! Bu karanlık, bu gece
Gündüze varan ilk hece olsun
Kalpler imanla dolsun
Sana kul olmak Allah'ım
Musibette dahi hamd'dır
Derya idim
Umman diledim
Bir avuç su idim
Okyanus okyanus taştım
Sevdandan alıkoyma bizi,
Allah'ım!
Her kadın özeldir
Selahattin Çakır
Kimi bir ameliyathanede
Kimi bir doğum evinde
Hayata gözlerini açıyor,
Minicik elleri, gözleri, ağzı, burnu
Biri anneye benzetiyor, biri babaya
Halası, teyzesi, dayısı derken
Yavaş yavaş büyüyor bebek
Hastalanınca sabahlayan bir anne
İlk adımı attığında
Havalara uçan bir baba
Düştüğü vakit
Dizinden çok içi kanayan bir aile
Derken büyüyorsun
Sonra biri çıkıyor karşına
İlk adım attığın anıda unutturuyor
Baba dediğin ilk günü de
İlk hastalandığın geceyi de unutuyorsun
Okula gittiğin o ilk günü de.
Sonra biri çıkıyor karşına
Annenin başında beklediği geceleri
Babanın omzundan
Hayata baktığın günleri
Ve mahalle dükkânından
Özenle paketlenmiş
Zıbını bile unutuyorsun
Dünyaya gelen ilk bebekmiş gibi
El üstünde tutulan sen
artık tozlu raflarda
Tarihi geçmiş bir kutu çikolata kadar
Değer görmüyorsun
Bir an dönüp bakıyorsun ardına
Bir taraf da seni el üstünde tutan ailen
Diğer tarafta zoru görünce
Elini bırakacak olan insan
İşte burada başlıyor asıl hayat
Kimi el üstünde tutulmayı seçiyor
Kimi avuç içinde tutunamamayı...