MAVİ ŞEHRİN KALEMLERİ
Şairler yazarlar Vansesi'nin Mavi Şehrin Kalemleri sayfasında buluşuyor.
2 Nisan Bayramlarında Dedem Ağlardı!
Ümit Kayaçelebi
Anadolu'muzun ayrılmaz parçası olan serhat şehrimiz Van 2 Nisan 1918 günü Ermeni mezaliminden ve Rus işgalinden kurtarılmıştır. Üç kıtada hükümranlığını sürdüren Türkün gücünü harp meydanlarında yenmenin mümkün olmadığını çok iyi bilen dış güçler Osmanlı İmparatorluğunu içten parçalamak için Ermeni azınlığına birçok parlak vaatlerde bulunarak onları isyana teşvik etmişlerdir.
İngiliz ve Ruslar tarafından merkezi Van olmak üzere Doğu Anadolu'da bir Ermeni devleti kurma hayalleri ile komiteler kurarak sinsi sinsi çalışmaya başladılar. Bu sinsi yeraltı çalışmaları 1.Dünya Savaşı başladığında ortaya çıktı ve 20 Mayıs 1915 de Van'ın Ruslar tarafından işgal edilmesinde de Ermeniler başrol oynadılar. İşte o günden sonra Vanlılar için elem ve keder dolu kara günler çatmış oldu. Çünkü o zaman Van'da bulunan tümen Erzurum cephesinde bulunuyor ve Ruslarla çarpışıyordu. Ayrıca eli silah tutan bütün gençler de İran ve Sarıkamış hududunda gönüllü olarak savaşa katılmışlardı.
Van'da yalnız kadın, kız ve yaşlı erkekler kalmıştı. Bu durumdan haberdar olan Ermeniler fırsatı ganimet bilerek emsali dahi görülmeyen bir katliama giriştiler. Rus ve İngilizlerin en modern harp silahları ile mücehhez olan Ermeni çetecileri eli silahsız ve kendilerini müdafadan yoksun sivil halka saldırarak genç kız ve kadınlarımıza utanç dolu hareketlerden sonra onları evlere doldurup gaz dökmek suretiyle cayır cayır yakarak sadist ruhlarını tatmin etmeye çalıştılar. Devletin emri ile Van Gölü üzerinden göç etmeye çalışan binlerce Vanlıyı da gemileri batırmak veya gemicilik mesleği onların elinde olduğundan sizleri Tatvan'a götüreceğiz deyip ham paralarını alıyor ve sonrada da gölün derin bir yerinde denize atıyorlardı. Bu şekilde binlerce Vanlı katledilmiştir. Bu ve benzeri şekilde Ermeni çeteleri tarafından 30 bin Vanlı çeşitli işkencelerle öldürülmüşlerdir.
Nihayet 2 Nisan 1918 günü 4.Kolordumuz ağır zayiat vermesine rağmen Van Gölü'nün kuzey ve güney sahillerini takiben Van'a girerek Rus Ordusunu büyük hezimete uğratmış ve şanlı bayrağımızı güzel Van'ımızın mavi semalarında yeniden dalgalandırmaya başlamıştır. Böylece Van Şehri yeniden vefakâr Vanlısını sinesine basmış ve 2 Nisan günü Van düşman işgalinden kurtarılmıştır. 1984 yılında 101 yaşında iken Van'da vefat eden Kayaçelebi ailesinin kıymetli büyüğü Cemile Kayaçelebi o kötü günleri nasıl yaşadığını bakın nasıl dile getiriyor:
20 Mayıs 1915 günü Rusların Van'ı işgal etmesini fırsat bilen Ermeniler Van'da büyük bir katliama başladılar. Bu işkence ve eziyetler bir seneye yakın devam etti. Ve o günkü Van Valisi Cevdet Paşanın emriyle seferberlik başladı. Birçok Vanlı gemilerle gitmek istediler ama Ermeni gemiciler onları gemilerde öldürüp Van Gölü'ne attılar. Bunun duyulması üzerine biz geride kalan Vanlılar karayolu ile gitmeye karar verdik. Ben de tam göçeceğimiz gün doğum yaptım. Kalmak ölmek demekti ve hemen kaçmak gerekiyordu. Ben de Kayınpederim Mahmut Beyin yardımı ile yola koyulduk. Yanımıza bir miktar yiyecek alarak ve bu yiyecekleri de ineklere yüklemek suretiyle Van'ın Edremit istikametine doğru yola çıktık. Erkeklerimiz ve askerlerimiz cephede olduğundan kafilemizde yalnız çocuklar, kadınlar ve yaşlılar bulunmaktaydı.
Edremit'e geldiğimizde yamaçlardan atlarıyla inen Ermeni Komitacıların baskın yapması sonucu bizim kafileye rehberlik eden 7 jandarmayı ağaçlara bağlayarak kurşunlayıp şehit ettiler. Ondan sonra yaşlı erkekleri de öldürmeye başladılar. Bu arada ben loğusa olduğum için bana destek veren yardımcı olan Kayınpederim Mahmut Beyi de silahla vurdular. Bu arada açılan ateşte iki kurşun da bana isabet etmişti ve ben kanlar içerisinde kalmıştım.
Orada kafilede bulunan tüm erkekleri teker teker öldürdükten sonra geriye kalan kadın, kız ve çocukları dipçiklerle vura vura hakaret ede ede tekrar Van'a getirdiler. Geri getirdikleri kafilede bulunanları ayrı ayrı bahçelere dağıttıktan sonra sizi Amerikan Sefarethanesine götüreceğiz dediler. Bu arada her bahçede olanları birer ikişer alıp götürüyorlardı ve bu götürülmeden hemen sonrada silah sesleri geliyordu. Ben 4 çocuğumla en sona kalmıştım. Ermeniler gelip Sabahattin (4), Selahattin (3) ve Feti (1,5) isminde üç oğlumu da benden zorla alıp götürdüler. Ne kadar yalvardıysam para etmedi en sonunda ayaklarına kapandığım bir ermeni kafama dipçikle vurdu ve biraz sonra seni de alıp götüreceğiz dediğinde ben bayılıp kendimden geçmişim. Uyandığımda daha evvelce bizim bahçenin bahçıvanlığını yapmakta olan bir ermeni bahçıvanın kambur kızı yanma gelerek:
-Cemile abla sen oturuyorsun, dediğinde
-Çocuklarımı sefarethaneye götürdüler şimdi de gelip beni götürecekler dedim.
Kambur kız:
-Cemile abla yalan söylüyorlar senin çocuklarının hepsini öldürdüler şimdi de gelip seninle bebeğini öldürecekler kalk ben seni Amerikan sefarethanesine götüreyim, dedi. Ben kızla birlikte saklana saklana zor bela Amerikan Sefarethanesine vardık. Hastanede birçok esir vardı ama beni tanıyan hiç kimseye rastlamadım. Loğusa olduğum için çok kan kaybettiğimden birden yığılıp kaldım. Uyandığımda tahta bir sedir üzerindeydim. Orada bir müddet kaldıktan sonra bizleri at arabalarına bindirerek Rus askerlerinin nezaretinde yola çıktık. Zaten oraya gelen esirlerin birçoğu da ölmüştü, kala kala biz 30 kişi kalmıştık. Yolda bile Ermeniler bizlere saldırıyorlardı Rus askerleri bizi korumak isteseler de yine de birkaç arkadaşımızın öldürülmesine mani olamadılar.
Böylece bir hafta sonra Tiflis'e vardık. Tifliste Kafkas Müslüman Türkleri tarafından kurulan Cemaat-i Hayriye namı altında İtam hane (Yetimhane) denilen bir yere yerleştik. Burada 500'e yakın kadın ve çocuk bulunuyordu. Burada kısa bir süre kaldıktan sonra beni bu yurda Müdire olarak görevlendirdiler. Ben bu 500 çocuk ve kadına orada müdire olarak tam 3 yıl hizmette bulundum. Nihayet mütareke olunca bizi önce Batum'a daha sonrada oradan gemi ile İstanbul'a götürdüler. Bu arada eşim Vehbi Bey de gelip beni buldu. Böylece eşim İstanbul'da sivil askeri memur olarak 5 yıl görev yaptıktan sonra tekrar Van'a döndük. Fakat Van'a geldiğimizde şen bülbüllerin mekân kurduğu yuvamız da baykuşların öttüğünü gördük. Her şeye rağmen hürriyet havası içinde devam eden hayata ayak uydurmalıydık ve yeniden yuva kurmalıydık ve kurduk. Böylece bu günlere geldik.
Ve ben kendim istiklal harbi gazilerinden olan ve savaşta bir gözünü kaybeden Baş Muallim Yusuf Ziya Kayaçelebi ki benim dedemdir. Onun beni elimden tutup 2 Nisan Bayramını görmeye kutlamaya gittiğimiz zaman onun milisler şehre girerken Ermenilerin kaçtığı anda gözlerinden damla damla yaşların süzüldüğünü görmüşümdür. Yani o yıllarda yaşayan insanlar senelerce çok sıkıntılar çektikleri için kurtuluş bayramı önemliydi onlar için.
İşte 2 Nisan Kurtuluş Bayramı kutlamalarından bir gün evvel şimdiki hükümetin önüne protokol için sade bir platform getirilip bırakılırdı. 2 Nisan gününden bir gün önce öğleden sonra belediyenin görevlendirdiği davulcu ve zurnacı hükümetin önünde nefeslene nefeslene arada bir mola vererek o zamanki gençler kol kola girerek halk oyunları oynarlardı. Oyun oynanırken halaya herkes de katılırdı; çünkü herkes birkaç Van oyununu rahatça oynardı. İşte o gün bir gün öncesinden insanlar havaya girer ve andan itibaren kutlamalar başlardı. Derken efendim biz okulun yolunu tutarken evdeki erkeklerde sabırsızlanarak sabah hemen kahvaltılarını yapıp doğru kahveye gider orada bir sabah çayını içtikten sonra Cumhuriyet Caddesinde bayramı daha iyi görebilecekleri bir yer arar ve orada dururlardı.
Tabiî ki herkes erken giderdi ki iyi bir yerde dursun protokolü görsünler diye. Bunun ötesinde hemen protokolün yanında yer alan direğe beyazlar içinde bir genç kız ve üstünde de ay yıldızlı bayrağın yer aldığı bir elbise giyer ve o direğe iplerle bağlanırdı. Bu da Türkün esaretinin biterek kurtuluşunun bir simgesi olurdu. Zaten o bayramın da en önemli anlarından birisi de o genç kızın kurtularak Van'ın kurtarılışını görüntüleyen andı. O anda şehre giren temsili milis kuvvetlerinin başında şehre giren Ali Haydar Beyin bir anda atından inerek kılıcıyla kızın iplerini keserek hür kıldığı anda bayrama gelenlerin alkışlarıyla koca meydan inlerken seferberliği yaşayan, yakınlarını kaybedenler ister istemez o anları yaşar gibi hüzünlenir ağlarlardı.
Şimdi tabii ki biz ondan önce neler olduğuna dönersek; halk caddede dizilirken bayrama yalnız erkekler değil hanımlar ve kızlar da gelirlerdi büyükleriyle beraber. Önde yer kapmak marifetti kapan da bir daha yerinden kolay kolay teprenmezdi. Protokolün yanında bir platformda yüksek mevkili memurlar, eşraf ailelerden olanlar dolar ve gerisi iki tarafa dizilirdi. Bu sabahın erken saatlerinde Hacıbekir Kışlasına taraf olan bir kısım binaların damlarında mevzilenen Türk askerleri dururken şehre doğru yürüyen askerlerin de arada bir patlattıkları kuru sıka silah sesleri de bayrama ayrı bir heyecan katardı. O zamanlar en yüksek ev ve dükkânlar iki kattı ve caddedeki bazı dükkânların damları da bir bakıma loca görevi yapardı. Ve yukarıdan farklı görünürdü bayram alanı. Bütün okullar gelmeden askeri bando ve ardındaki silahlı birlikle bayram alanına geldikleri zaman oradaki insanlar Mehmetçikleri alkış yağmuruna tutarlardı. Askeri bando yerini aldıktan sonra liseler, ilkokullar sırayla bayram alanına gelip onlar için alandaki belirlenen yerlerini alırlardı. Ve her okulun yeri belliydi zaten çok az okul vardı. Liselerin başında Atatürk Lisesi ve ilkokulların en başında da Atatürk İlkokulu durur ve resmigeçitlerde de her zaman bu okullar en önde yürürdü. Bazı lise ve ilkokulların bando takımları, yavru-kurt takımları, mehter takımları da olabiliyordu. Onlar alanda yer alırken onlara rehberlik eden alan düzenini sağlayan görevliler de vardı. Bu arada resim çektirmek içinde Foto Haydar, Foto Kırcan, Foto stil, Foto Süphan ya kendileri gelerek veyahut elemanları vasıtasıyla bayramda arzu edenlerin resimlerini çekerlerdi bir anı olsun diye. Bu çektikleri resimleri kartonlara dizer cama asarlar ve siz sizin veya bir başkasının resmini çoğaltarak alırdınız. Çünkü o yıllarda şimdiki gibi bol fotoğraf makinesi yoktu ve mecburen bu amme işini de fotoğrafçılar yapıyorlardı.
Bayrama okulların yanı sıra askeri birlikler, mekanize birlikleri süvariler katılırken, otobüs firmaları da gelin arabası gibi firmalarına ait otobüsleri süsleyerek hem firma reklamının çaktırmadan yapıldığı gibi içine binen çocuklarda otobüse bindikleri için ayrı bir sevinç yaşarlardı. Yine 1915 yıllında o günleri yaşayan gazilerde bir askeri ciple tören alanından geçerken onlarda asker gibi selam vere vere geçerken halktan alkış alırlardı. İşte program gereği İstiklal marşı okunur, Vali Bey konuşur, öğretmenlerden günün mana ve ehemmiyetini belirten konuşmalar yapılırdı. Ve yine lise ve ilkokullardan o günle ilgili şiirler okuyan öğrenciler de kürsüye çıkıp şiir okumanın gururunu yaşarlardı.
Yalnız o yıllarda sunucu gibi programı takdim eden kişiler vardı. Bunlardan aklımda kalan bu işi çok seneler yapan Nevzat Türköz'ü ki bu işi senelerce en güzel şeklide yapmıştır. Bu arada rahmetli amcamız Kaya Kaya çelebi'de hemen hemen her kurtuluş Bayramında ya şiir okumuş veyahut o günle ilgili konuşma yapmıştır. O yıllarda Van'ı Tanıma ve Tanıtma Cemiyeti Başkanlığı da yapması hasebiyle her zaman o günlerin aranılan bir siması olmuştu.
İşte bu bayramın en heyecanlı ve en güzel anı bir anda temsili olarak ermeni komitacıları canlandıranlar kaçarken onları kovalayan Türk askerlerinin onları tören alanında yakalamaları da ayrı bir görüntüydü.
Ve derken ermeni komitacılar kaçarken temsili milisler silah ata ata cumhuriyet alanına atlarıyla gelirken onların başında da vali haydar bey görünüyor ve doğru Vali beyin yanında yer alan direkteki bağlı esir kızı kurtarırken o an görülmeye değerdi. O anı şimdi yazı diliyle ne ben nede hiç kimse ifade edemez. Çünkü o anı yaşamak lazım. Bu Vali Haydar Beyi de bir Dönem Rahmetli Hakkı Yakupoğlu, Mustafa Dervişoğlu ve Mustafa Solmaz canlandırdılar. Yani 2 Nisan kurtuluş bayramı formalite değil gerçekten hissedilerek yaşanan ve yaşatılan bir bayramdı.
Gerçekten Van halkının canı gönülden katıldığı ve kutladığı bir bayramdı. Şimdi yok ama o yıllarda şimdiki mafel dediğimiz yerden gece ellerinde meşalelerle bir bölük asker ve onun önünde askeri bando marşlar çalarak yukarıdan Cumhuriyet Caddesine iner ve halk ta onların ardı sıra yürüyerek onlara eşlik eder ve fener alayı da böylece yapılmış olurdu.
Biz ve bizim gibi tüm insanlar fener alaylarında o Mehmetçikleri gördüğü zaman kendi evlatlarını görmüş gibi duygusal anlar yaşar ve fener alayı mafele döner ve bizde evlerimizin yolunu tutardık Ve bir bayram kutlaması da böylece nihayete ermiş olurdu.
Van'ın Kurtuluşu
Gülşah Türk
Türkiye'nin kalabalık illerinden olan Van, büyükşehir olma özelliği, tarihi güzellikleri, gölü, şehrin imkânları sebebiyle çevre illerden göç almakta ve talep görmektedir. Misafirperver halkı, doğa güzellikleri, dünyaca bilinen Van kedisi vb. güzelliklerini saymakla bitiremeyeceğim bu kadim ilimiz itilaf devletlerinin, Türk topraklarını işgal etmesinin üzerine, tarihteki kanlı mücadelelerden nasibini almış, yağmalanmış, unutulmaz maddi ve manevi kayıplar vermiştir.
Üç yılda binlerce can kaybı ile ciddi bir soykırım yaşamıştır. Bıraktığı acılar, yıkımlar, düşmanın topraklarımıza göz dikmesi Şubat 1915'tir. Her zaman beyaz saflığın simgesi olan mevsimin ikinci ayı, bir asır önce soykırımın soğuk adı olmuştur. Ve Ermenilerin göz diktiği kadim ilimiz büyük mücadeleler sonunda kurtulmuştur.
Şimdi coşkuyla yaşadığımız kurtuluş mücadelesinin, asırlık yıldönümünü büyük bir gururla anıyoruz. Tabii ki biz şimdi bu topraklar üzerindeysek her zaman saygıyla anacağımız bir nesil geride bırakmışızdır. Osmanlı devletinin zayıflamasını fırsat bilen işgalci Ermenilerle savaşan yiğitler, düşmanları bozguna uğratmış bu uğurda canlarını vermekten çekinmemişlerdir. Bu sebepten kırmızıdır bu toprakların altı. Bin günden fazla süren kurtuluş mücadelesinden sonra çifte baharla birlikte 2Nisan 1918 yılında bu günkü tarihte bile çeşitli oyunlarla kendilerini gösteren dış güçlerin ataları dize getirilmiş ve Van ilimiz bağımsızlığını kazanmıştır.
Aslen Vanlı olmayıp güzide şehir Van'ımızda ikamet eden biri olarak bende kurtuluş mücadelemizi minnetle anıyorum. Bu topraklar hepimizindir. Ülkemizin her yanındaki kurtuluş savaşları destan niteliğindedir. Ve bir daha tarihimizle gurur duyuyoruz, şehitlerimizi rahmet ve dualarla anıyoruz.
Van'ın kalbi ZEVE!
Selahattin Çakır
Her şehrin vardır bir hikâyesi; ama o hikâyeyi şiirleştiren şehrin kendine has güzellikleridir."Dünyada Mekân Ahirette İman" cümlesini ne kadar çok insanın kullandığına çoğumuz şahit oluyoruzdur. Van'da bu söz "Dünyada Van Ahirette İman." olarak bilinir. Bu şehre ağlayarak gelenler şehirden mutlaka ağlayarak giderler. Tarihi mekânları, doğası, gölü, camileri, kümbetleri, kaleleri, tarihi kiliseleri ve sayamadığım onlarca güzellikleri ile dünyada mekân diye tabir edilen yerdir Van.
Sabah göle karşı nam salmış kahvaltısını da yapabilirsiniz, öğlen Van'a has tandırda tuzlu balık da yiyebilirsiniz. Duvarlarında Urartuca alfabesinde görebilirsiniz, kilisesinde ayin yapanları da, Türkiye'nin en büyük gölünü de izleyebilirsiniz, en uzun düz caddesinde de yürüyebilirsiniz. Yedi kilometre boyuyla ayaklarını göle doğru uzatmış iskele caddesi ve sağa sola açılmış kollarıyla tarihi İpekyolu Caddesi ile kucaklar insanı.
Bir avucunda Erciş diğer avucunda Edremit vardır. Kalbi bedeninden ayrı atar, çünkü bir annenin evladı başında beklediği gibi bekler iki bin beş yüz şehidini Zeve'de. Tarihi, güzellikleri yanında kocamanda bir yarası vardır şehrin. Askerin cephede olmasını fırsat bilip saldıran düşmana, baltalarla küreklerle göğüs geren yaşlı, kadın ve çocukların katledilişine şahitlik etmiştir "Vay Vay Tarlası".Bir kurşunla ölmenin kurtuluş olacağını bile bile düşmanın üzerine iman dolu yürekleriyle koşmuşlardır. Kimi yakılarak öldürülmüş, kimi kurşuna dizilerek, kimi boğularak öldürülmüş, kimi henüz doğamadan...
Bunu öğrenen Osmanlı 4.Kolordusu 1918 yılında doğuya ilerlemiş ve Van'ı geri almıştır. Uğruna binlerce kez öldürüldüğümüz, uğruna diri diri yakıldığımız bu toprakları vatan yapan insanları Van'ın kurtuluşunun 101.yılında saygı ve rahmetle anıyoruz.
Askerlerimizin
Yaşlılarımızın
Kadınlarımızın
Çocuklarımızın
Ve henüz dünyaya gelmeden anne karnı kesilerek çıkartılıp öldürülen bebeklerimizin… Aziz şehitlerimizin ruhu şad olsun saygı ve minnetle.
Âleme ilan edin Van sevdasını
Mustafa Işık
Bir nadide ildir iller içinde
Adı destan olmuş diller içinde
En büyüktür gölü göller içinde
Âleme ilan edin van sevdasını
Tamara öyküsü vardır bilsinler
Selvi boylu yârdır diye sevsinler
Doğunun incisi van'dır desinler
Âleme ilan edin van sevdasını
Tuşba'nın nazlısı bu güzel kale
Almazsan selamını incinir hele
Cennet muradıdır, deme şelale
Âleme ilan edin van sevdasını
Artos, açılmamış gelin duvağı
Yel değince öper yaşlar yanağı
Mekânların kutsalı şu erek dağı
Âleme ilan edin van sevdasını
İrem bağısın kalbinde şamran
Ahirette iman dünyada da van
Bilesin sensin yazılmaz destan
Âleme ilan edin van sevdasını
Vakti seher zikri dillerde ismin
Sevdası bitmeyen bir güzelliksin
Bir âhına bin can feda istersin
Âleme ilan edin van sevdasını
Seni seveli van, unuttum derdi
Görülen rüyaya saydım gurbeti
Zernek suya aksettirdin sureti
Âleme ilan edin van sevdasını
Güzel sevdim en güzeli sen idin
Vatanımın doğusunda cennettin
Coğrafyanı gönüllere nakşettin
Âleme ilan edin van sevdasını.
Çatak
Adnan Özkan
Uzadıkça uzanır hep virajlı yolların
Gönülleri celp eder yeşil yeşil bağların
Bulutlarla yarışır pek yücedir dağların
Güneşe yükseklerden, Kato'dan bakan Çatak!
Derelerin coşkulu alabalık yatağı
Sarp yerlere kurulmuş yiğitlerin otağı
Hele dünya gözüyle görmek vardır Çatak'ı
Kahnisipi suyunla yürekten akan Çatak!
Bir vadiye kurulmuş Van'ımın hoş beldesi
Dağında yankılanır kekliklerin hoş sesi
Yazın sefası çoktur, kışın bitmez çilesi
Bahar gelince türlü rayiha kokan Çatak!
Dolaşsam kırlarında mis kokulu havası
Koyunlardan, kuzulardan geçilmez merası
Doğayla kucaklaşmış, doğayadır sevdası
Aşkından yaylalara türküler yakan Çatak!
Üstte köprülerin var, altında akan dere
Neşe ve sürur verir su sesi gönüllere
Bahçeler ne yakışmış taş örülü evlere
Yaylalara, kırlara, ozana çıkan Çatak!
Nimetlerin sayılmaz; peynirin, armudun, balın
Çatağa nimet sunar ceviz yüklü dalların
Bir ecza deposudur nebat kokan kırların
Binbir şifalı otla cana can katan Çatak!
Bağrında akan Botan, Dicle'nin sadık kulu
Balık çiftliklerin var etrafında kurulu
İnsanların mert mi mert ta doğuştan doğulu
Pervari'ye, Müküs'e, Şırnak'a sarkan Çatak!