MAVİ ŞEHRİN KALEMLERİ

Şairler yazarlar Vansesi'nin Mavi Şehrin Kalemleri sayfasında buluşuyor.

Yaşamdan Bize Kalan Öyküler/ Fesif Vural'ın 'Tel e Tün' kitabı hakkında

Mehmet Özçataloğlu

"Yaralarım. Yaralarım. Her yara göründüğü kadar da gizlidir biraz."

Edebiyatımızın toplumcu çizgiden uzaklaştığı gerçeği özellikle 1980'lerle beraber daha çok kendini göstermektedir. Oysaki yaşadığımız coğrafyanın her günü bir öykü konusudur. Buna rağmen günümüz kalemleri olabildiğince uzak kalmaya çalışıyorlar bu gerçeklerden. Yarınlara kendi kurgularında yarattıkları gerçeklikle kalmak istiyorlar.

Ama okur olarak bizler, özlüyoruz… Edebiyatımızın gerçekle düş çizgisinin birbirinden ayırt edilemediği metinlerini özlüyoruz. Arıyoruz… Her gün çevremizde olup bitenlerin yazıya dönüşmüş şeklini arıyoruz. Neyse ki bunun peşini bırakmayanlar var hâlâ. Merkezden çok uzakta, taşranın da taşrasında bunun için kalem yontanlar var. Fesih Vural var. Scala Yayıncılık tarafından yayımlanan "Ten ve Tül" adlı kitabı var. "Ten ve Tül "deki öyküler gerçeklerden yola çıkarak kurgulanmış öykülerden oluşuyor. Merkez öykücülerinin göremediklerini bu denli uzaktan görebilmiş olması yazarın, takdir edilesi kaleminin tezahürüdür.

"Ten ve Tül" on altı öyküden oluşuyor. Her biri okurun bam teline basan hatta daha ötesinde okurun içinde volkanlar patlatan öykülerdir. Okurunun gözlerini uzaklara daldıracak, belki yaşartacaktır… Bunlardan ilki "Onda Bir" öyküsüdür. Dünyadaki en büyük acının fotoğrafı bir öykü bu. Evladını kaybetmiş bir annenin yürek yangını. Sadece 10'a dek sayabildiği için 11 diyemeyen, bundan dolayı da onda bir diyen bir anne… Bu öykü hemen Kamber Ateş'i anımsattı bana. Bilenler hemen anımsayacaklardır. Kamber Ateş nasılsın?

Bir diğeri "Kerpiç Zaman." Bu bir 19 Ocak öyküsü. Kavak ağacından çocukların ortasına düşen bir serçenin üzerini örtmesi ve öyküdeki çocuk karakter. Hrant'ın dedesinin serçe için döktüğü iki damla gözyaşı…

"Saat 22.05'i gösteriyordu" başlıklı öykü sevdiğini yitiren bir kadının öyküsü olmaktan da öte adaletin dağıtılmasında görevli bir insanın dünyanın adaletsizliği karşısındaki güçsüzlüğünü, tahammülsüzlüğünü anlatıyor. Olayların hızlıca ilerleyip geliştiği, geçip gittiği bir aşk öyküsü. Fakat öykü gösteriyor ki; insanoğlunun eğitimi, kariyeri her ne olursa olsun en zayıf olduğu an sevdiklerinden birini yitirdiği andır.

Öykülerin arasındaki yolculuğa devam ederken… "Son Çığlık" bu coğrafyanın binlerce, on binlerce kadınının da çığlığı aynı zamanda. Değer görmeyen, yok sayılan, hiç kadınlarından birinin öyküsü. Bu öyküyü okumamın ardından düşünmeden edemedim, hiç kadınlar bu ülkenin gerçeği; fakat o hiç kadınlar, yakılarak katledilen kadınların anılacağı bir günde et lokantasının önünde bedava et yemek için neden ve hangi bilinçle sıraya girerler? Alın bir öykü konusu daha işte, diyerek "Ten ve Tül "deki yolculuğumuza devam edelim.

"Cenazesi Ortada Kalan Yol" iri, açılmış bakan bir çift karagözün anımsatıcısı. Yüreğin derinliklerine işleyen, fotoğrafa her bakıldığında insanın içine bir sızı düşüren bir çift gözün… Yıllar geçse de üstünden bir yerlerde yeniden görüldüğünde bu fotoğraf, hemen anımsanacak bir çift göz… Gerçeğin ta kendisi!

"Babamın Kara Gözlü Kaçak Sevgilisi" yine hafıza tazeleyen bir öykü. Soma, Ermenek ve daha geri giderek tarih şeridinde çoğaltılabilecek adresler. Bir madencinin kömüre olan aşkı. Maden, madenci denilince de hemen akıllara düşen çizmelerimi çıkarayım sedye kirlenmesin" diyen ses. Sarı baretli engin yürekli adam…

Kitaptaki öykülerin her birine değinmeyeceğim elbette. Kalanlarını okur keşfetsin. Yazar, her birini gerçek yaşantılardan çekip aldığı karakterleriyle kurgulamış öykülerini. İyi bir gözlemci olduğunu da htirerek. "Ten ve Tül" taşranın taşrasından yükselen bir çığlık belki de. Merkezin üzerini kalın duvarlarla ördüğü taşradan duvarları yıkarak çıkması gereken bir kitap.

Roniya

Ömer Beder

Sahilin ince kumlarına

Birikmiş gülüşünden

Yüzünden /inan bana

Çaresizliğimden değil

Korkumdan hiç değil

Bana ağır gelen haykırıştan

Sevgiden, sessizlikten

Biliyor musun?

En büyük emaneti oldu

Azaldıkça yankılanan o buğulu sesin

Tenhalara gündüzleri bırakışın

Titrek nefesin / bakışın

Bir garip akşamda özlerim seni

Ne olur uykuda terk etme beni

Uyanırım

Uyandırma hüznümü

Öyle büyük umutlarım olmadı benim

Avuçlarımda ellerin, baktığımda gözlerin

Ve o esrarlı gülüşün

Yenilgim / yenildim sana

Sen hala orda mısın?

Görüyorum

Kapansa gözlerim başucumdasın

Uyansam, dinlediğim bütün şarkılarda

Ama ben orda değilim

Yeni bir ölüm yolculuğuna başladım

Sevmekle ağlamak arasında

Sumakla, susarak yaşamak

Adını haykırmayı o kadar isterken

Ellerimi bıraktığın yerde kesildi sesim

Soğuk bir çan sesi duyuyorum

Tükenen ömrün denizlerinde

Vuruldu çocukluğumun neşesi

Saçlarınla darağacına

Bir düğümekleyeyim

Ben değilim artık gözleri gülen yaramaz

İçimde yarım bir salâ yaşatıyorum

Ve bir vazgeçilmezlik

Bir çiçeği yaşatmak uğruna, bütün

Tel örgülerden ben atladım

Suladım, o çiçeği ben yaşattım

Sen de bilirsin roniya

Ayrılıklar sabır ister / susmak ise ayrılığı

Sevmek gözyaşı içeren bir kelimeymiş

Dedim ya kelimelerin bittiği yerdeyim

Ama gözlerim hiç dinlenmedi

Ayrıca beni hiçbir derviş dinlemedi

Geceler de soğuk, titriyorum...

Ardında titrek bir yara bıraktın

Kanayan bir yara

Ben ise üstü açık bütün anılarını

Kesmeyi denedim bileklerimde

Sen daha iyi bilirsin roniya,

Hiçbir umut yaralı bir ipin ucunda beklemez

Bu da bir yaşama biçimi değil mi

İçimde yaşattığım hiçbir çiçeğe

Basmadım.

Roniya

Sel sebil

Mehmet Şirin Aydemir

Gölgelenmiş heveslerimin

Havasında ağ/u hasretin

Dilimin kıyılarına

Vuran adını

Perçinlediğim yar

Döşümden sıcak

Nar kızılı harım

Hasmı hayalin

Harami ateşi

Çöl yanığı yüreğimin

Düşlerin girdabında

Boğulan kadın,

Yüreğimin koylarına

Her sokuluşun

Zihnime zerk eder

Masum gülüşlerini

Yavan aşımın

Katıksız tadı,

Savurma hoyratça y/ele

Yosun kokulu saçlarını

Sessizliğim sensizliğimin

Yetim çığlığı

Ey! Sükûti derunuma

Ar gelen yar,

Kaldır terk edilmiş gözlerindeki

Kepenkleri, bir nazar eyle.

Gün aydınlığında karanlık hayatlar

Rasim Akman

Gün aydınlığında karanlık hayatlar

Seherde tarifsiz hüzünlerim var

Usulca süzülen loş bir ışık

Zamansız öperken kirpiklerimi

Küçük bir tebessümle uyanırım

Umuda yolcu bir gemide

Gözlerim alaca odaya misafir

Acılara şahit bir hasta yatağında

Uçuverir yüzümden tebessümler,

Sonrası kimsenin bilemediği

Gün aydınlığında karanlık hayatlar

Beni masmavi denizlere götür

Ey umuda yolcu gemi!

Elimde boş bir denizci bavulu

Dilimde kırık sözcükler

Yalnızlığa yorgun martılar

Göğsüme konuverir

Umuda yolcu bir gemiyle

Karanlık denizlerde seyrederken

Ay ve yıldız eşlik etsin bize

Aşkın sırrını fısıldaşsın kulağımıza

Usul usul seyredelim güneşi

Karanlıklar denizi terk ettikçe

Deniz kendini maviliklere bıraksın

Kalsın karanlıklar geride

Gelsin beklenen zaman

Gökyüzünde bulutlar şen şakrak

Tarifsiz bir kızıllıktır şimdi ufuklar,

Güneşe yaklaştıkça

Lumbuzdan sızan ışık yüzümüze çarpar

Yorgun, uykulu yüzümde tebessüm

Göz bebeklerim küçülür sebepsiz

Ve martılar, gözlerimizde

Umuda kanat çırparlar

Bu yüzden sabahlara kırgın gözlerim

Denizin ortasında sensizliğe mahkum

Ne zaman ki denizlere dönsem

Denizin maviliklerinde gözlerim ışıldar.

Bakmadan Geçme