MAVİ ŞEHRİN KALEMLERİ

Şairler yazarlar Vansesi'nin Mavi Şehrin Kalemleri sayfasında buluşuyor.

Sıkılmak

Mustafa Ayyürek

İnsan, doğası gereği birçok amaç için hareketlilikle kendisini eylem çabası içerisinde sürüklemiştir. Her hareketlilik sonucunda hayatı ile ilgili bir veya birkaç karar vermiştir. Kimi zaman verdiği kararlardan bazıları için pişman olup vazgeçmiş ve vazgeçtiği için pişman olmuştur (kısır döngü). Sonuçta ise her pişmanlık bir can sıkıntısı olarak baş göstermiştir.

Bu onun hayat hikâyesidir ve her hayat ile ilgilidir. Bir ölçüde hayat hikâyesi farklı olarak " kendisini bilmek" ile ilgilidir. Duygularını ve düşüncelerini, zihni yapısını ve potansiyelini, felsefeyi ve inançlarını… Bunlarla ilgili olan-olmayan, olacak olan ve olmuş olan her şeydir onun (insanın) hikâyesi. "Kendini bilmek" ruh dünyasında kendisini gözlemleyerek madde alanında vuku bulacak sonuçları çıkarımsamasıdır. Evrenle ilgili olanı kendisi ile özdeşleştirip, evreni kendisine indirgemesi ve anlamaya çalışmasıdır.

Anlamaya çalışmak, kendisini, sıkılmaktır. Ruhun kabına sığmayıp sıyrılıp gitmesidir. Kalması, ruhun devleşmesidir… Sıkılmak, insan olduğumuzun (beklide) en belirgin özelliğidir. Çoğu zaman hayatla irtibatımızı koparacak kadar güçlenmesine rağmen, aynı ölçüden daha kuvvetli bir şekilde ayakta kalırız. Çünkü hayatla irtibatlı yaşama içgüdüsü, en derin şekli ile kendisini benliğimizde bize htirir.

Yaşam için varız her ne kadar ölümün son(u) olmayan bir gerçekliği olsa bile. Sıkılmak yaşam dürtüsünün ölümü öldürmesidir, bir nefes almanın bin nefes daha vereceğinin habercisi. Yeniden dirilmektir belki de, Azrail'i geri çevirmektir. Son bulmasını istediği hayatının sonrasında ki sonsuzluk istencidir…

Arthur Schopenhaur şöyle der; "Kandırılmışlar arasında kavrayışı sağlam bir adam, saat kulelerinin hepsinin yanlış ayarlandığı bir kentte saati doğru işleyen birine benzer. Tek o bilir doğru zamanı. Bunun ne yararı dokunur ona? Herkes kentin yanlış saatine uyar, doğru zamanı yalnız onun saatinin gösterdiğini bilenler bile." Sıkılmanın da buna benzer bir tarafının olmadığını kim söyleyebilir ki ve… Sanırım ben söylüyorum benzer olmayan benzer bir şekilde. Sıkılması gerektiğini bilmeli insan, çünkü bu varoluşsal bir durum. Kararsızlık ile baş gösteren bir kararlılık hali. En çok o zaman (O) insan hayatın varlığını, var olduğunu hisseder, yaşam için, yaşamak için, sıkılmalı insan. Ve sen ey insan bil ki bu bir istek hali, yaşama sımsıkı tutulmanın bir nevi olumsuzlanmış hali.

Bir başka deyişle "Bu dünyada canı sıkılan adam, bir tek ben olamam" diyor Sherlock HOLMES. Yaptığı olağan olan, olağan üstü çıkarımları ve gelişmiş zihin yapısı onun canının sıkılmasının önünde bir engel teşkil etmedi/etmiyor. Veyahut Galip DERVİŞ çözdüğü bir sürü polisiye olayına rağmen çözemediği o vaka (hâlbuki kendisini en çok ilgilendirendi) canını yakıyor ve sıkılmaktan kurtulamıyordu. Ya da Herkül PUARO ya da bir başkası… Sıkılmak bir istençtir, bile isteye, insan oluşumuzun göstergesi olduğu için…

Kurt Böcekleri Gibi İnsanlar…

Serhat Yıldız

İnsan, düşe kalka çıktığı hayat yolculuğunda olgunlaşır belli bir vakitten sonra. Bebeklikte başlar yaşam mücadelesi, musallada son bulur.

Hatırlıyorum da, daha sekiz yaşındaydım. Bahçemizin en güzel yerindeki ağaçta filizlenen bir elma vardı. Sabah akşam onu seyretmekteydim, vakitler bir birini kovalamaktaydı. Geldi yanıma oturdu rahmetli dedem… Bir söz vardı unutmam; insanlar ağaç gibidir, ekilir, sonra filizlenmeye yüz tutar, daha sonra yavaş yavaş büyümeğe başlar sonra, olgunlaşır. Olgunlaştığında kendinde biriktirdiği tecrübeleri salar dışına, faydalı gördüklerini yaşar, faydasını görmediklerinde uzaklaşır. İnsan da böyledir torunum; işine geleni sever işine gelmeyeni siler…

Günler ilerledikçe büyüyordum ve daha iyi anlamaya başlamıştım dedemi… Dökülen ağaç gibi ettim kendimi silkelendikçe silkiniyorum, dökülen onca kırıklarımı görüyorum gözlerimden akan yaşlarda boğulan sadece benmişim… Kırmızı olmuştu artık elmam ben gibi olgunlaşmıştı, koparmaya yeltenmiştim. Sonra aklımı bulandıran bir hüzün sardı gözlerime yaşları musallat eden bir hüzün…

Elimi tam uzatırken koptu dalından, içinde koşarak uzaklaşan bir kurt böceği… Bir gün bende öleceğim diye söylendim kendi kendime… İnsan varınca son ebediyetine dost sandığı herkes kurt böceği gibi olur işte, onlarda son görevini yapacaklar sırtlarında son kez taşınacaksın toprakla örtüneceğin mezarına… İki duadan sonra hepsi kaçacak başında sadece melek annen ve tek dayanağın baban kalacak…

Son cümlen dudaklarından sitemce dökülecek: -

HOŞÇA KALIN…

Suskun yüreğim

Halide Mengelli

Yangın yeri yüreğim

Nem tutan hüzün yurdu

Güç olsa iz sürmek

İzbe yollarda senin için

Ne zordur, sevgilim

Mevsimler ayaz sureti

İçimde hüzün

Gözlerim yüreğine vurgun

Fırtınaya esir düşmüş gibi

Alabora olmuş bir kalbim

Yoluna katar katar turna

Denizinde ıpıslağım

Susar içimde suskunluk

Issızlığım lav gibi

Saçılır dört yana

Keskin kayalı uçurumlara

Konuşur kalemim

Sen hayallerimin eteğinde

Savruldukça,

Sayfalarca yazsam

Bil ki tükenmez hüznüm

Ah, ne çare...

Bana gidilmez yollar bıraktın

Depremler nasıl anlatılır ki

Yürekte kılıç darbesine

Eştir hasretim

Kanaatim yine kendime

Hasretim koskoca dağ

Haykırır dilim

Vakit hazana çıksa da

Miadı geçse de

Teşhirsiz sözlerimin

Ben yine de, sevgilim

Eksik sözler kurbanıyım

Yutkuna yutkuna

Hasretle susarım

Hasretine su'sarım.

Züleyha

Mehmet Muhlis Şepik

Ey Mecnun!

Aşk için meczup olan derviş

Yüreğimin hengâmesinde

Özlemi devşirip adını zikrettiğim yâr

Arafın kapıları kapandı yüzüme

Umudum ışığın diğer yüzü

Gölgem küser geceme

Bir Süveyla haykırışıdır dağlara

Dicle'ye Fırat'a sevdam bundandır

Yüreğimde turnalar göçer Zigana'ya

Geceme okunur bir aşk masalı

Sökülür yüreğimden merhamet

Ne zaman ki

Sığındım sensizliğin merhametine

Halaçlar sardı umudumu

Çaresizliğin dizine

Ey yedi düvelin yedisinde sürgüne giden

Bilmediğim diyarlar adına

Yemin eden sevdam

Kaç tel kopardın mızrapla

Söküp aldın yüreğimden türküleri

Ağıtlar yakarsın şimdi aşka

Gözlerin ki

Hapseder günah şehrinin içinde

Tüm masumiyeti,

Bir Yusuf sığınır

Gönül kuyumun dipsiz köşesine

Züleyha

Yüreğinde tövbelerin vebali.

Fincan

Merve Beyaz

Bir kahve fincanıyla başlar çoğu hikâyeler

Kırk yıl yüklenir fincana

'Kırk yıl hatırım var artık sende'

Diye de eklenir

Değil ki 40 yıl, 40 saat kalır mı o hatır bilinmez

Aslında bütün hatır fincanda kalır

Çoğu zaman

O fincanla yapılan sohbetler

Verilen sözler

Geleceğe dair planlar

Her şey unutulur

Bir tek fincan unutmaz

O gün o saatte neler yaşandığını

Birçok mutluluklara şahit olduğu kadar

Birçok ayrılığa da şahit olur

Birçok seni seviyorumları duyar

Bazen artık benden bu kadar

Deyişleri de duyar

Mecburi ayrılıklara,

Hıçkıra hıçkıra ağlayışlara

Çoğu kişinin yalnızlığına ortak olur

Çoğu zaman da

Unutulur fincanın içindeki kahve

Ve öylece soğur…

Bakmadan Geçme