MAVİ ŞEHRİN KALEMLERİ
Şairler yazarlar Vansesi'nin Mavi Şehrin Kalemleri sayfasında buluşuyor.
Serhoş Eden Tını
Mustafa Ayyürek
Yaşam bana varoluşumuzun sonsuzluk yansıması ve bu sonsuzluk yansımasının tüm güzellikleri barındıran dertsiz adam gömleği gibi geliyor. Öyle ki, onu bizden koparacak ölüm bile sadece bu gömleğin düğmelerini iliklemekten ibaret olacakmış hissini veriyor. Yani ben öldükçe sonsuza uçacak ve sonsuza uçtukça da bu gömleği kendime elbise ediniyorum gibi. Benim onda (yaşam) külçelenmiş halim; dertten, tasadan ve yılgınlıktan usanmış bir adamın hayalindeki neşe, umut ve serhoşluk duygusu gibidir. Bu duyguların hakkını verdiğim zaman, saf halde bulunan altın ayrıştırılarak tüm karanlık noktalarından kurtulacak ve tamamı cevherden oluşan bir dağın en derinliklerinde bulunan yüreği olacak.
Birçok şey (güzellik) canlılara ve dahi daha doğrusu insana dengiymiş yahut adil bir şekilde eşitiymiş sonucu verir. Bu güzelliklerle karşılaştığımız zaman sonsuzluk istenci hissi devreye girer ve bende, kendi kendine yetmeyen insanın karşısına çıkan bu güzellikler,'Dağın Yüreği'ne ancak ve ancak birlikte ulaşılabilir vehmini oluşturur. Kimi canlılar bu sebeple insanda, insan ise bu sebeple tüm canlılarda asıl güzelliği yakalama girişiminde bulunur daima. Sanki yaratıcıyı arama ve bulma girişimlerimiz bizi hep bu güzelliklerle bir araya getiriyor. Acaba işin özü, sırrı burada mı saklıdır?
'Dağın Yüreği'nin güzellik sırrı, sürekli bize yeni görünmesinde ve her yeni görüntüsünün ilkinden daha da güzel olmasındadır. Zamanın her anında tüm canlıları büyülemeye yeten durumu, bizi uyandırmaya çalışmakla kalmaz aynı zamanda bizi kendimize getirir ve sonsuzluk ile bütünleşme gayretimizin bir sonucu olur.
'Dağın Yüreği'ne kavuşmak için, sonsuzluk için her canlı kendi nispetince ve kendi değerince yeni gibi görünme çabasındadır. Bu yeni görünmenin de tıpkı onda (Dağın Yüreği) olduğu gibi ilkinden daha güzel ve iyi olduğunu ispatlama gayretinde olmalıdır. Ancak o zaman o ikna edilebilir ve saklı güzelliklerini görmemiz için perde üstüne perdelerinden belki birini daha kaldırabilir.
Niçin yüzyılların, bin yılların yaşayış şekline, üslubuna, arayışına, sevme ve hme tarzlarına ve buralarda bulunan yanlışlara şahit olduğumuz halde bizi güzellikten alıkoyan bu olguları terk edip, gerçek manası ile sonsuzluğu kavrayabileceğimiz imkânlarla kendimizi beslemeyelim? Onlar kendi imkânları ile kendilerini beslemiş ve bu besleyişleri onları o şeyden (güzellik) uzak tutmuşsa, biz neden aynı yolda ısrarla ilerlemeye çalışıp, hakikati ıskalayalım ki?
Kaldı ki, 'Dağın Yüreği' tüm bunların tersi içerisinde bulunup, sanatsal ve müzikaldir. Hatta bu müziğin tınısı o kadar ahenkli ve hoş ki, çok uzaklardan dahi duyulursa bir kulak zevki verir ve insanı serhoş eder. Fakat bazı müzikler de vardır ki, onlar yalancıdır ve tınısı ilkin hoş gelse dahi kulak tırmalayıcı ve pistir. Her er ve hatun kişi kendisini bundan korumalı.'Dağın Yüreği'ne saklanan sonsuzluk istencine kavuşabilme potansiyeli sahip iken onu güzellikten alıkoyacak gayri seslerin zehirli tınılarına müptela olmamalıdır.
DOĞUDA Çocuk Olmak
Selahattin Çakır
Zordur doğuda çocuk ol(ama)mak, erkeğini erken büyütür, kızına kendi seçimlerini yaşatmaz. Kız çocukları aşırı sevilmez, erkek evladın başı babanın yanında okşanmaz bile. Burada boyundan büyük işlere karışma demezler insanlar; çünkü yaptığın her iş zaten boyundan büyüktür aslında.
Ama her şeye rağmen güzeldir doğuda çocuk olmak, mesela şarjı bitiyor diye ağlayacağın bir tabletin de yoktur, pili bitti diye üzüleceğin Barbie bebeğinde. Ellerin bebeklerden, arabalardan çok süpürge tutar, tezek taşır donmamak için sınıflara. Öyle siteleri havuzları, kulüp golf sahaları, çarpışan arabaları hayal etmek bir yana, bayramlarda dedesini ziyaretine gelen şehirli kız çocuğunun saçlarına daha önce hiç saç görmemiş gibi bakar, kıyafetini aşkla izlersin imrenirsin, özenirsin...
Su kanallarının önüne taş koyar, biriken suda tadını çıkartırsın yüzmenin; ama biliyor musun hiçbir duvarda da yazmaz "bonesiz girmek yasaktır."diye, özgürsündür. Oyuncak almak için dükkân dükkan gezmezsin, gezemezsin ayda yılda bir kez şehre gidersin oda eğer hastalanırsan.
Mesela sofrada taze ekmek yok diye küsmezsin; çünkü bilirsin ki tandır haftada bir kere yanar ve o gün heyecanla beklenir sıcacık ekmek taze kaymak bahanesi, ayaklarını sıcak tandırın içinde sallandırmaktır asıl dört gözle beklenesi.
Hayvanlarla birlikte büyür, ineğin altında süt sağar, eşeğin üstünde tarlaya gider, öküzlerle tarla sürersin. Bu coğrafyada çocukluk sokağa çıkabildiğin yaşta biter. Sonra koskocaman adam yapar seni hayat. Yaş, boy, kilo önemini yitirir. Sabah pembe panjurlu evlerden değil, kahverengi ahırlı evlerden açarsın gözlerini güne. Hayvanlara su verir, her öğlen tasta yemek götürürsün tarlaya, adına da 'daşte' derler.
Belki tek eğlencen dostluk maçı niteliğinde yapılan futbol maçlarıdır, futbol maçı dediğimde öyle krampon, dizlik, tozluk gibi ekipmanlar canlanmasın gözünde, sakın ha! Dibi delinmiş lastik ayakkabı, üzerine basıldıkça sönen ve söndükçe şişirilen bir top, gerek de yoktur zaten böyle şeylere; çünkü hayatı bu seviyede mutlu eden var olanlar değil beraber yapılanlardır.
" Evet, evleri ayrıdır, evet anne babaları farklıdır, evet aynı kandan değillerdir; ama anaları acıdır, anaları yokluktur. Aynı acının evlalarıdır onlar…
Harcanmış Şiir
Kübra Nur Kan
Kışın sert gecelerinde, o korkunç kaybedişi
Kabullenir insan, tedirgin, ürkek...
Ama dik duruşun asla eksilmez satırlarından
Şair'sen bir yerde canın yanmalı,
Bir şeyler bazen eksik kalmalı...
Eksik kalan, en eksik olmaması gereken şey ise bile..
İnsan böyle yanıla yanıla hayata tutunmalı...
Kaybedişin dökülür alnından
Annen tüm kaybedişleri göğsünde biriktirmiş
Kocaman yüreğiyle kucaklar yenilgini
Ayağa kalkarsın... Babana bakar / oturur
Mahrum bırakılmış evlatlara şiir yakarsın
Ama bilirsin masumdur bekleyen tüm yolcular
Yolsuz kalmış,
Gurbete yol alacak yolcuların tümü…
En az senin kadar
Sana sorarlar, anlatırsın
Yol neydi, nereye giderdi
Yolun sonunda var olan ne idi
Anlatırsın..
Tüm yenilgini avuçlarında sıkıca tutarak…
Anlatırken tutulur dilin, anlatamaz olursun,
Sessiz kalırsın, yazarsın..
O durakta bekleyen tüm insanlara
Gelecek olanı yazarsın
Gidilecek yerin ne varılmaz olduğunu
Çıkmaz sokaklarda gökyüzünün bulunduğunu
En çıkmaz sokağın gökyüzünün olmadığı yerde olduğunu
En çıkmaz sokağın zindan olduğunu yazarsın,
Kırılır kalemin...
Umudunu mucizelere inanarak harcarsın
Bir ömür harcarsın
Gitmemesi gereken kişilerin
Gitmesiyle kabullenirsin kaybedişi
Yazsanda, konuşsan da / sussan da, haykırsan da
Bu duyguyu anlatamazsın!
Ah o gözleri
Nimet Öner
Düşler dünyasına yolculuk yaptım dün gece
Topladım dost meclisini,
Kıyıdaki kervansarayın kırkıncı odasında
Hasbıhale daldık yarenlerle, haldaşlarla
Birden kapı aralandı
Bir maral süzüle süzüle içeri girdi
Gözlerine baktım önce
Gözleri kızıl kıyametti
Gözleri beni çeken kementti
Düştüm ayaklarının dibine
İnanmak güçtü gördüklerime
Hem cennet, hem cehennemdi
Bir tarafta nehirler çağlarken
Bir taraf yalaz yalaz alevdi
Kuyu oldu aniden
Sarkaçlar sarktı kirpiğinin ucundan
Baktım kuyu, derine daha derine
Bulutlar öbekleşmiş, şimşekler çakılı
Gözleri hem sadakat, hem ihanetti
Hem tapınak hem ibadetti
Olsaydı dili zehir zemberekti
Ah o gözleri, aşka açık davetti
Dağa baktı, dağ eridi hasedinden
Semaya çevirdi, gök ikiye bölündü
Binlerce yıldız vardı gözlerinde
Ay hicabından kayıp gitmişti
Gözlerini kapattı, ara gece oldu
Açınca seher vakti
Yaz oldu, kış oldu
Gözleri, ah o gözleri!
Dört mevsime mekândı
Mecliste aradığını bulamadı
Büküldü dudağının kenarı
Gözleri buğulandı, kirpikleri ıslandı
Akan gözyaşı değil,
Toprak testinde şaraptı
İçtim de sarhoş oldum
Kapattım gözlerimi
Derin bir uykuya daldım.
Gözleri, ah o gözleri!
Akla zarar, akla ziyandı.
Gönderme Beni
Ayşe Gül Ayaz
Bir gün düşersem gönül ağına
Kirpiğin okuyla öldürtme beni
Solunda sakla beni verme sağına
Aşkından el âleme güldürtme beni
Uzak diyarlarda tozsuz bir yelsem
Umutsuz sevdadan çıkıp da gelsem
İlkbaharda dolup taşan o selsem
Yerden yere vurup sürdürme beni
Söküp inadını bir yana atsan
Sahte sevdalara kaşını çatsan
O muhtaç gönlüne sevgimi katsam
Yaktığın ateşte söndürme beni
Yüreğim yaralı dermanım sen ol
Kırıldı kanadım fermanım sen ol
Geldim kapına harmanım sen ol
Kurduğum hayalden düşürme beni
Bıraksa acılar halime tütsem
Dönmez oldu çarkım isyan mı etsem
Kaderim kadermi nereye gitsem
Kapında sevgisiz gönderme beni
Susuyorsam bilki sevdiğimdendir
Sana büyük de yer verdiğimdendir
Sabrın derde göğüs gerdiğimdendir
Daha fazla dertle doldurma beni.