MAVİ ŞEHRİN KALEMLERİ
Şairler yazarlar Vansesi'nin Mavi Şehrin Kalemleri sayfasında buluşuyor.
Aşk Cesaret İster!
Gürgün Karaman
Şairin aşk cesareti, Tanrısal cesaretle birlikte hareket eder. Şair, sözün bittiği, kelimelerin kifayetsiz kaldığı yerde şiire başlar:"Ela gözlerini sevdiğim dilber, gönlüm sana düştü halım nic'olur?" Tükenen kelimelerdir, kelimelere ruh veren sadece şairin nefesidir. Şair, söz yazarı değil; özün feryadıdır. Çığlıktır nefesi. Kelimeler buharlaşmıştır, tükenmiştir. O kelimelerin peşinde değil ruhun peşinde deli divanedir. Kim şaire 'söz yazarıdır' derse bu, şaire haksızlıktır. Şair, Tanrı'nın nefesidir. Bu evrenin sınırlarını aşarak söküp getirir hakikatin anlamını. Zamanla ve mekânla kayıtlı olan bu evrende ayakları yere basmaz; anlamı, bitmez tükenmez bir diyalektiğin girdabında, büyük bir cesaretle, azimle, acıyla, heyecanla, esrimeyle sürdürür.
Moloz yığınına dönmüş bir hayatın diriltici soluğundan fışkıran nefestir onun şiiri. Çamurdan olan bu dünyalı sözcüklere, ötelerden söküp getirdiği anlamla yeni bir ruh verir. Bir şuur patlamasıdır onun şiiri. Esrimenin, melankolinin, heyecanın, tutunamamanın en derininden akıp gelen sadece nefestir, kelimeler nefesin titreşimleridir sadece. Şair ölür ya da nefesi yetersiz kalırsa kelimeler de ölür. Yayını sonuna kadar geren şair tüm kelimeleri en uzağa fırlatır.
Ela gözlerini sevdiğim dilber
Gönlüm sana düştü halım nic'olur
Bu sevdayı verme kullar başına
Müptelalık bir beladır güc'olur
Hem tutunmak ister, hem tutunmak istemez. Gönül, dipsiz bir kuyuya düşmüştür. Söylenecek olan söylenemez olandır, sadece ruhtur anlamı bir mekânda toplayan.Ela gözlerdir anlamın mekânı.Müptelalığını söylemek istemediği için söylemi zirveye taşır. Söz/söylem zirveye çıktığında söylenemez olan söylenmemiştir aslında. Anlam dipsiz kuyuda toplanır, sevgilinin gözleri dipsiz bir kuyudur; ulaşılamaz, dokunulamaz, bakılamaz.Tüm anlamı ela gözlerde toplar şair. Kelimelerin canına okur, sevdiğiyle bir olur. Ne seven vardır, ne de sevilen; seven de sevilen de aynıdır. Bu paradoks, ruhun hem belası hem bekasıdır. Şair bekadan çok belanın ve müptelalığın peşine düşer. Yürekte patlayan volkanın binlerce yıllık ateşini bağrından dışarıya püskürtür; hem yanar hem yakar. Var olan ateş değil, iç patlamadır. Dilber, müptela oluşun hem belasıdır hem kurtuluşudur şair için. Şairi var eden bu patlama ve paradokstur. Çelişkilerinpatlamasından çıkan ruhla nefes alır şair. Onun nefesi bu dünyalı değildir. Dünya dışı bir dünyadan nefes alır. Şikâyetin kendisi aşktır onun için. Aşkını var eden tutku değil, gerilimdir, esrimedir, ruhsal depremdir. Tüm bedeni sarsılır, esrimenin titrettiği o narin ruhundaki tüm fay hatları harekete geçer. Sözcüklere yer yoktur. Fay hatlarındaki çatlamaları tamir edecek hiçbir şey yoktur. Bağrını dolduran bulutların kar, dolu, fırtınayla huzura kavuşması mümkün değildir. Şimşekler çakmalıdır en derinden. Ruhsal olan sadece sesle şekil kalır. Şairin dilinden dökülen sözcükler değildir. Ruhun huzura kavuştuğu, şimşeklerin çaktığı yerden geriye kalan küllerdir. Şairin bu müptelalıktan, paradokstan kurtulması yakarmanın zirvesinde gerçekleşir. Yakarış bu evrenin dışına taşmadan şair huzura kavuşmaz. Onun varoluş evreni ancak bu evrenin dışına taşmayla mümkündür, varoluşu orda inşa eder. Anlam bu evrenin dışından gelip yine bu evrenin dışına taşmıştır. Ela gözlerdir şairin varoluş evreni.
Beni ağlatma ki sen de gülesin
Muradına, maksuduna eresin
Korkarım yad ele meyil veresin
Meyil verme altın adın tunç olur
Yakarışlar gözyaşlarıyla değil, ruhun patlamasıyla buluşur. Gözyaşları, ruhu sonsuza sürükler, sonsuzluktan söküp getirir sözcükleri. Sevenle sevilen bir olduğu için gülme ile ağlama aynı uğrakta kesişir ve talep çıkar ortaya. Muradın gerçekleşmesi ancak buna bağlı olarak ruhsal esrimeyi, titremeyi maksuduna kavuşturur. Sazın telindeki tüm titremeler sevenle sevilenin gerilimine neden olan nar-ı firkatına ve feryadına eşlik eder. Beste de yoktur burada. Sadece "meyil" vardır. Sevenin ve sevilenin, muradına ve maksuduna ermesi ancak nar-ı firkatla mümkündür. Bundan sonra bir isme tutunma ihtiyacı kendisini dayatır ama şair bunu da aşar. Çünkü tutunacağı ismin bu dünyadaki var oluş olduğunun bilincindedir. Oysa o hep ötelenmiş olana tutunmak ister. İsmin de canına okur. İsmi gizler, tutunacağı isim yoktur; onu ancak bir mecazla haykırır. Altındır, paha biçilemez olandır isim. Pas tutmayan ismin meylini sadece kendisine bağlar. Tutunduğu ismi kendisiyle birleştirir ve mahlasını en sonda ismin merkezine yerleştirerek onunla özdeşleşir. Artık sevenle sevilen bütünleşmiş olur.
Gevheri'yem yandım nar-ı firkata
Dostumun hasreti çıkmaz yürekten
Bir zaman ben seni diledim haktan
Verir amma korkarım ki geç olur
Dilek geçmişe tutunur, şimdi ve gelecek yoktur. Çünkü nar-ı firkatin kaynağı geçmiştir. Geçmişe doğru yapılan bu dilek ve tırmanış tükenmez, tüketilemez. Kopmuştur bir kere sevgiliden bir daha kopmamak üzere… Zirveye ulaştığında şair, ruhundaki volkanik patlamalar dinmiştir. Bulutlar, bağrındaki biriken rahmeti boşaltmıştır gerçek bir varoluş için. Söylenemez olana ihanet etmez. Fakat susmayı da sevgili için günah sayar. Bunu dile getirirken talebini tekrar yükseltir fakat onu var eden hasrettir, nar-ı firkattir. Çünkü ayrılığın en derin duygusallığından beslenir. Ayrılık biterse şair de biter. Talebi yerine geldiğinde artık geçtir. Talep ile talepsizlik arasındaki gerilimdir onu var eden. Ayrılığa, kadere, alın yazısına meydan okur. Onun lügatinde bunlara yer yoktur. Ona geriye kalan katmerli bir hasret ve ayrılık ateşidir.
Şair, ruhsal olanı biçimlendirme derdinde değildir. Ruhun ta kendisi olmak ister, varoluşunu orda gerçekleştirir. Çünkü ölümsüz olan ruhtur. Var olmayı bir zamanlar dilemiştir ama zamansal olan belirsizdir. Gönlün düştüğü yerdir şairin varoluşu. Zaman ve mekânda değil. Varoluş sadece ela gözlerde gerçek bir varoluş olabilir. Onu içine çekerek var eden tek şey budur. Geriye kalan her şey bir yanılsamadan ibarettir. Bu serüvende şaire kalan tek şey Tanrısal yalnızlıktır. Tanrısal olanın şaire, şairin de Tanrısal olan ihtiyacı bitmez. Günah işlememek için günah işler şair. Tek bir günahı vardır: Ela gözlere müptela olmak… Günahı derin bir heyecan ve tutkuyla başlar; sadakatle, aşkla, sevgiyle, muhabbetle sonsuza uzanır. Ela gözlerde durmaz onun günahı, ela gözleri de aşan bir kutsallıkla bütünleşir. Ama yine de kurtulmaz. Çünkü kutsal olanda da varoluş bitmez ve diğer boyutlarda bu varoluş devam eder. Başka bir yerde bu şuuru şöyle işler:
Kurtulamam üç nesnenin elinden
Biri firkat biri gurbet biri aşk
Üçü bilmez birbirinin halinden
Biri firkat biri gurbet biri aşk
Ve kelimeler tükenir şairin şuurunda… Hakikat, şairin şuurunda şimşeklerini çakmaya başlar: Halk-ı âlem aciz kaldı dilimden…
Gece
Sevgi Gülmez
Gece karanlık çökünce insan kafasındaki düşüncelerle baş başa kalır. Kimse o an sizi rahatsız edemez. O an özgürsünüz an gelir ufak bir anı yüzünüzde bir gülüşe sebep olabilir.
An gelir bir olay kafanızı karıştırır. Bir çıkar yol bulamayınca bu kafa karışıklığı gözyaşı olarak yastığınızı ıslatır. Hıçkırıklara boğulursunuz kimse sizi duymaz. Gözyaşlarınızı kendiniz silmek zorunda kalırsınız. Bazen de dönüp durursunuz.
Gece aslında birçok şeyin şahididir. Daha sonra bütün bunları bir nebze olsun unutabilmek için kendimizi dışarı atarız, rahatlamak için.Gökyüzü karanlık; ama insanda umut gökyüzündeki yıldızlarlar gibidir işte. Yıldızlar da umut gibi bitmez tükenmez.Her zaman bir ışık misali karanlık gökyüzü yıldızlar sayesinde renklenir.
Gece bizim bilmediğimiz hayatlara, hayallere ve umutlara şahittir. Aslında bizim gördüklerimizin dışında bir de görmediklerimiz ve bilmediklerimiz var. Herkes uyuduktan sonra yazılan anılar ve hayallere şahitlik eden yine her zaman ki gibi gecedir.Bizim yapacaklarımız belli, gecelerimizi hüzün ve bulutlarla doldurmak yerine, ışıl ışıl parlayacak bir gök tarlasına çevirebiliriz..ve yaşatabiliriz umudu, rengarenk gökkuşağı oluşturabiliriz. Her şey elimizde değil belki; ama en azından elimizde olan fırsatları bize verildiği kadarıyla güzelleştirebiliriz.
Güneş yüzünü gösterir. Gözler silinir, defterler kapanır, umutlar ertelenir, hayaller zamanını bekler. Hiçbir şey yaşanmamış gibi güne başlanır.
Bu da şunun bir göstergesidir ki, hüzün gelip geçen bir duygu olmalı, tıpkı güneşin doğup batması gibi…
Bir nur yağdı
Mekin Baykara
Yine karanlıklar çöktü
Günün avucuna
Ben yine yalnız kaldım
Rüzgâr kulaklarıma fısıldıyor
Kelimelerimle seni anıyorum
Beni bırakma ey sevgili!
Beni senin sensizliğinle bırakma
Bırakırsan kül olur, toprak olurum
Yeşerip kalemime seni anlatamam
Sende dinle kalemimin çığlıklarını
Dinle ki mürekkebim bitmesin
Kalbimin çığlığı yüreğimin esintisi
Bakarım semalara anlatırım seni
Ezilmiş kalbime kırık kalemime
Beni bırakma ey sevgili!
Gündüzü yutmuş karanlık
Okyanusun avucuna,
Suya hasret kalmış güllerin arasına
Düşlerimde arar oldum
Semada uçan kelebeklerin esintisi
Yüreğimin üç kesimlerinde
Beni bırakma ey sevgili!
Dört duvar arası mahkûmlar gibi
Güneşi görmeden çiçek açmaya gül gibi
Suya hasret toprak gibi
Seni görmek isteyen gözlerimin
Israrına beni bırakma ey sevgili!
Gönlüm bu dünyadan ayrıldığından beri
Aşkından eriyip bitiyorum
Sensiz geçen günlerim geçer mi bilmem
Sokaklarda mırıltısı geçmeyen
Karanlıklar gibi.
Azize
Berna Öner
Göz kapaklarımda bir ağırlık var
Yorgunum diyemiyorum
Üzgünüm
Kırgınım
Diyemiyorum
Diyemem de zaten
Zehra yarım kalmış bir hikâyenin
Başkarakteri
Zarifoğlu boşuna demezdi!
"Şairin ölümü de zariftir." diye. .
Sait Faik gibiyim bu aralar,
"yazmasaydım yenilirdim" misali..
Güneşin dahi ısıtamadığı içimin sokağında,
Üç kişilik, beş kişilik ruh halleriyle
Savaş veriyorum.
Bu sefer kıyafetlerim de var
Rüyalardan.
Bir martıyım denize küsen
Kanatsızlardanım,
Kanatlılara uçmayın diyemedim
Aksine uçmak hakkınız dedim de uçtular
Hatta ben eşlik ettim uçmalarına...
Eğer konsaydılar yenik düşebilirdim
Ben sessiz simit satanlar kadar
Güçlü değildim
Gitmeyi tercih ettim
Şimdilerde sessiz yankılar var
Azize demişti bana
Bu demler yüreğiniz incinecek diye...
Ey içimin şahidi azize'm!
Hüznün güzelliğini terk etmek istiyorum
Bendim terk etti zati
Ara ara rüzgarlar uzunca saçlarımı estirtiyor
Saçlarım gözlerimin yeşilini örtüyor da
Göremiyorum ben
Kendime isyan ediyorum
Bir şiir var ara ara onu okuyorum da uslanıyorum
Ama yine de yalpalanıyorum
Şairliğimi kabul etmiyorlar
Hüznümü, yorgunluğumu kabul etmiyorlar
Üşüyemiyorum
Üşüdüm diyemiyorum
Neyse ki kedim var
Turuncu benekli bir kuşum var
Pencerem de reyhanlarım...
İçimin şarkısı var ara ara dinlediğim
Hala ayakta durmak için bir kaç nedenim var
Trafik ışıklarını tamir etmeliyim mesela
Kazaları önlemeliyim
Ah be azize!
Yine şiirin azizliğine uğradım da bir sürü yazdım hüzne
Hâlbuki ki sen bilirsin sağ yanağımdaki hafif gamzeyi
Final verdim hakikate yolculuk için,
"Bir zorunluluktu ki, galibiyeti de mağlubiyeti de elem verdi"
Diyebiliyorum yalnızca
Bazıları inanmasa da
Bazıları inanıp hafife alsa da
Ve bazıları az az inansa da
Ben tüm kalbimle inanıyorum
İnanıyorum işte
İnanıyorum da inanıyorum azize.
Söyle o yankılara
Tez zamanda sustursunlar zalim yankılarını
Bilmiyorlar mı ki inciniyor kandan, candan.
Serhad İlleri
Hamide Ablak
Şuh bir kuş olaydım
Serhad illerinin serin semalarında…
Katılaydım Van Gölü'nün hırçın dalgalarına…
Artos'tan Süphan'a bir selam verip
Halay çekeydim Ağrı'nın zirvesinde…
Gezeydim İshak Paşa Sarayının
Gizemli odalarını
Geçip bir Fatiha okuyaydım
Ahmed-i Hani'nin ruhuna…
Alaydım gelenek göreneklerle bazenmiş
Bir heybeyi,
İl il gezeydim serhat illerini…
Dolduraydım yaşanmış aşkların
Öyküleriyle heybemi,
Soluklanmadan varaydım
Bir mutluluk pınarına,
Bol ikramda bulunaydım
İnsanlıktan nasibini alana…