MAVİ ŞEHRİN KALEMLERİ
Vansesi Gazetesi ile Van Yazarlar ve Şairler Derneği işbirliğiyle mavi şehrin kalemleri yazıyor.
Bulutta Dağ Yürekler
Mustafa Işık
Gece de gündüz de zamanın un-ufak çakıl taşları. Madeni bir gürültünün hengâmesidir kulaklarımızın pasını alan, şaklayan kırbaç sesi gibi ensemizde geçmişin muhasebesi ve dil vermez yaralarımızdır sükûtun habercisi.
Unuttuk, sessizliğin nasıl bir ezgi olduğunu. Hayâ ettik birbirimize güzelliklerimizi anlatmayı. Doğayı, çiçeği, böceği; ele ele tutuşmayı, göz göze bakışmayı… Hasletlerimizi, inceliklerimizi yitirdik, kapıldık feleğin çarkının kırık dişleri arasına. Uğraşımız, un-ufak olmamayaydı, ama nafile!
-Ve hayat bize sunulmuş bir armağandı, kıyamadık yaşamaya.
Malum anlatıdır: Kanuni Sultan Süleyman, Şeyhülislam Ebussuud Efendi'den, manzum bir beyitle, Topkapı Sarayı'nın bahçesindeki meyve ağaçlarına zarar veren karıncaların yok edilmesinin dinen caiz olup olamadığını sorar. Beyit şöyledir:
"Dırahta ger ziyan etse karınca
Günah var mıdır anı kırınca?"
(Karınca ağaca zarar verir, onu kurutursa onu yok etmenin bir günahı var mıdır?)
Şairliği de bulunun Ebussuud Efendi, manzum soruya manzum bir cevap verir:
"Yarın Hakkın divanına varınca,
Süleyman'dan hakkın alır karınca..."
Ebussuud Efendi, cevaben ince nükteyle hakka, hakikate rivâyet edilmesinin gerekliliğini, zaten farkında olan Sultan'a sadece bir kez daha hatırlatır.
Bugün en büyük özlemimiz işte böyle incelikleri bize hatırlatacak olan yöneticilerimizdir, büyüklerimizdir, öğretmenlerimizdir, dünya hayatı yolculuğunda önderlerimizdir.
Her yeni sözümüz, hayır üzere tefekkür kalesine konulan bir tuğla gibi olmalıdır. Kelâmı diline dolandırmaya namzet er kişi, önce yüreğine hükmetmeli, nefsinin üstüne basarak yürümeyi öğrenmelidir; hâl bilmeli, hâlden anlamalıdır.
Haktan, hakikatten, hayattan, gelenekten beslenmeden yola çıkan kalem erbabının, menzile ulaşmadan, bir yol kıvrımında kıvrılır kalacağını unutmamalıdır. Göçmen kuşlar misali, kaçırdığı katarı bir yıl daha beklemeye mecbur kalır o vakit. Savaş ortasında mermisi biten asker gibi ya menziline sinip kurşun vınlamalarıyla yüreğindeki canhıraş sese yârenlik edecektir veya düşman kurşunlarına göğsünü siper etmeye mecbur kalacaktır.
Çünkü başkasının ağaca çıkardığı kişi ağaçta kalmaya mahkûmdur. İllâki ineceğim derse o zaman da düşüp yaralamayı göze almalıdır.
Kişi kendisinin olmayanı ne kadar hayra verse de, asla cömertliğin gerçek mertebesine ulaşamayacaktır. Çünkü insan bazen başkasının elindeki mumla kendi mumunu tutuşturduğu zaman, ortaya çıkan ışığı kendine sanır. Kendisini bile karanlıktan kurtarmaya yetmeyen ışığın aczi ne hadde ki başkalarına yararsın.
Bunun için de yüreğimizi bulutlara dağ yapmamız gerekir çoğu zaman, deniz gibi yağmur damlalarına kucak açmalı... Unutulmamalıdır ki her şey bedel ister, hayatta! Bedeli ödenmelidir yaşanmışlıkların. Ve elbet bir gün, bize bahşedilen o muhteşem sonsuzluk içerisindeki tüm yaşanmışlıkların faturasını ödememiz gerekir.
Ama şu gerçeğimizdir ki çok basit yaşıyoruz bu koca hayatı. Hiç tokat yemeden, kırılmaya uğramdan, sıradan bir yaşamla aldığımız rutin nefesle, hoş bir seda bırakabilir miyiz? Bunun içindir ki çokça inişli çıkışlı olmalı yaşantımız. Çok ciddi problemlerimiz olmalı, uykularımızı kaçıran.
Mesela, felekle nefes nefese bir kavgamız olmalı, yoksa rüyada gördüğümüz sadece rüyada kalmaya mecburdur.
Tek başına da kalsak karanlıkta, kalabalıkta ve en yorgun hâlimizle eğer haklı olduğumuzu biliyorsak, yine de büyük bir kavgaya hazır olmalıyız her daim.
Dünyayı dünyada bırakıp gitmek lazım geldiğinde ise yükümüze yük etmeden faniliğimizi, biraz düşle biraz gerçekle ve bolca merhametle doldurmuş olmalıyız heybemizi.
Kendimize iyilik istemeliyiz daima ki en büyük iyiliğimiz de yanılgılardan kurtulma talebimiz olsun. Ve her şeye rağmen giderken gözlerimiz açık olmamalı.
Hediye edilmiş kitap olan ömrümüzü en güzel şekliyle hatmedip, rafa bırakarak gitmeliyiz buradan. Bizden sonra gelenler için bir anlamı olmalı o kitabın. Okudukları zaman yüreğimizin rengiyle renklenmeli okuyanlar.
Mesela yaşamımızı arındıran, kaygıları eriten, çocukların yarım kalan oyunlarını tamamlayan, kadınların gerçekleşmemiş düşlerini gerçekleştiren. Ve feleğin ayak izlerini yağmur damlalarıyla silen... Hayat tadında bir kitap okumalı okuyan.
Her okuduğunda yeniden başa sarıp bir sonraki bitişi merakla beklemeyi bilmeli insan.
-Bulutta dağ bir yüreği hep ankalara ısmarlama ey gönlümün erişmediği sonsuzluk!
Çocuklarımız ve Geleceğimiz
Gülşah Türk
Günümüz küresel dünyasında teknolojik aletlerin kullanımı gün geçtikçe artıyor. İnsanlığa hizmet için oluşturulmuş televizyon, bilgisayar, telefon, internet kullanımı amacının dışına çıkmış ve kişileri hizmetine alır duruma gelmiştir. Peki, suç!
Doğru ve güvenli kullanıldığında birçok faydası olan bu uygulamalarda mı? Tabii ki hayır.
Çocuklarımız ve gençlerimiz teknolojik aletlerin başında sosyalleşmeden ve oyundan muaf pasif bir alanın içindeyken, biz yetişkinler telefonlar elimizde iletişimden uzak, manevi duygularını yitiren bir toplumu kendimiz oluşturuyoruz. Buna da bağımlılığın bir başka açısı diyebiliriz. Çok uzağa değil, biraz geçmişimize bakarsak. Aslında çok şanslı olduğumuzu hepimiz görürüz.
Bizim arkadaş sohbetlerimiz vardı. Birlikte hayaller kurulur fikirler paylaşılırdı. Geziler düzenler doğanın keyfini çıkarırdık. Toprağın kokusunun verdiği mutluluk paha biçilemezdi. Büyüklerimize özel bir saygı duyar, onlarla vakit geçirmek huzur verirdi. İnsan ilişkilerinin verdiği sıcaklık ve tecrübe bizi biz yapan değerledi. Aile bağları oldukça kuvvetli, komşularla geçirilen keyifli vakitlerde, akide şekerlerle çaylar içilirdi. Herkes yaşına göre adap usul bilir. Ona göre hareket ederdi. Sonuçta değerlerine bağlı daha medeni bir nesil vardı. Saymakla bitiremeyeceğim bu güzelliklerin azalmasındaki en büyük etken yine biziz. Bu şekilde büyüyüp, çocuklarımıza bunu aşılamamak da biz yetişkinler açısından ayrıca düşündürücü bir durum.
Üzücü haberlerle karşı karşıya kaldığımız bu günlerde. Bir takım oyunların çocuklarımızı kötü etkilediğini ve olumsuz sonuçlarını hepimiz görüyoruz. Tabii ki bu TEHLİKELİ oyunlardan çocuklarımız korumak en doğrulardan bir tanesi olabilir. Fakat başka açılardan değerlendirecek olursak. Yaşadığımız dünya tehlikelerle dolu bir yer ve bu hepimiz için geçerli. Ama çocuklarımız ve geçlerimizin naif ruhları daha fazla etkileniyor. Biz yetişkinler ve ebeveynler ne yapabiliriz. Bunu konuşmamamız lazım. Az önce de bahsettiğim gibi sevgi gören, sosyal bir çevrede yetişen, kurduğu iletişimle dinlendiğini hisseden bir ortam sağlayabilirsek, çocuklarımız bu tarz ortamlarda ve olaylardan uzak kalacaklardır veya maruz kaldıklarında bizlerle kurdukları iletişim sayesinde beklide bu tehlikelerin önüne geçmiş olacağız. Bağımlılıkların sayısı ve çeşidi zaman göre şekil değiştirse de aslında tehlikeli ortamlar, oyunlar, kişiler her zaman olmuştur. Biz yetişkinlerin yapması gereken bağımlılıkların ve tehlikelerin karşına, doğru alışkanlıkları koymak ve desteklemek olacaktır. Spor faaliyetleriyle ilgilenen, müziğin içinde olan, enstrüman çalan, kitap okuyan, sanatsal etkinlikler içerisinde olan çocuklarımız bu alışkanlıklar sayesinde, duygularını daha iyi ifade edebilecekleri, ruhsal, fiziksel sağlıklarını olumlu yönde etkileyecek faaliyetlerle daha mutlu olacak ve ciddi boşluklara düşmeyeceklerdir.
Hem keyifli vakit geçirip hem de ebeveynlerin desteklemeleri ile daha eğlenceli, sosyal ve erdemli bir ortamda büyüyeceklerdir. Tehlikeleri tamamen yok edemeyiz; fakat sevgimiz ve ilgimizle yavrularımızın vakitlerini doğru değerlendirdikleri bu güzel alışkanlıklar sayesinde, ismi her ne olursa olsun sağlıksız ortamların, tehlikeli oyunların ve bağımlılıkların büyük oranda önüne geçebiliriz.
Sevgi, saygı, doğru iletişimi hayatımızdan eksik etmemek ve teknolojik uygulamaları amacına uygun kullanmak umuduyla…
Senli günlerin özlemi
Halide Mengelli
İçin içine işler ya
İşte...!
O günlerdeyim
Her şey sen kokuyor
Biraz hüzün biraz keder
Biraz da hasret
Velhasıl sensizlik
Özlem çöküyor geceme
Bir puslu karanlıkta
Hafif esiyor rüzgar
Gelinlik giyen ağaçlar
Döküyor umutlarını
Yüreğimi hırpalarken
Kanatıyor benliğimi
Sahi,
Hiç özledin mi?
Toz tutan mazimizi
Gecenin bir yarısında
Anmadın mı senin için
Döktüğüm yağmuru utandıran
Gözyaşımı
Biliyorum,
Asırlar geçse de içimin içinde
Aklayacağım seni
Unutma..
Ne desem boş
Biliyorum,
Hükümsüzdür kelamlarım
Tesellilerim devrikleşiyor
Yarım kalıyor ümitler
Eksik bir şiir gibiyim
Bilirsin,
Sırt üstü gömülür insanlar
Sen… Beni...
Yüz üstü bıraktın
Hiç mi sızlamaz yüreğin
Hiç mi için kanamaz
Hiç kalbin burkulmaz
Taştan katı yüreğin
Ey yürek yanığım
Sessizliği kabullenmişken
Neden kalemim anlatır seni
Bilmem ki
Siyah beyaz sinema gibiyim
Mutlu başlangıçların
Hazin sahnesinin perdesindeyim
Sanki…
Bazı sevdalar unutulmasın diye
Seveni sırtından bıçaklar,
Demek ki…
Senden yanadır
Kesiklerim (yaralarım)
Ömrümce unutmayacağım seni
Malumun olsun.
Bir Nida Çağırın Efendiler
Kübra Öztaş
Bir nida verin efendiler
Habil'in meşrebine denk, Yakup'un gözyaşıyla
Bir nida!
Sûra üflemeden bir nefha
Münacat ile bir dua
Sözünüzde Kabil'den kalma bir riya
Katrandan kara yahut bilmem ne bela
Sonsuz kelâm içinde hep en kötü, en eza
Bunca zulüm reva mı Âlem-i İslam'a?
Cehennem harlanmaz mı Hicaz'da ki esnâma?
Tüm cefalar müstahak mı cem-i cumaya?
Bir nida verin efendiler
Sûra üflemeden bir nefha
Münacat ile bir dua
Sanma ki yaptıkların kârdır sana efendi!
Döşek tutmuş metruk tenini, zebani
Hüsran ile sersen de yerlere cevâmi
Teslis ile çökmeyecek Âlem-i İslam feri
Musallada yıkamayacak gassaller seni
Anlayacaksın
Ademoğlu kimin nesi
Ah çocuk!
Tennuren bulanmış ne alçak bir kana
Şen kahkahalar düşerken payına
Zülüm selinden geçmek mi kaldı sana?
Yasın tutmak anaya
Şule-i rahman onlara
İlahi! Bu yer bu gök bu iman aşkına
Sürme bizi
İçimizde ki o ıssız sükût-u heyulaya!
Ermeden harabat ehli Vahdet-i İslam'a
Doğmasın güneş batıdan doğuya.
Yokluğunda dönüyorum
Nimet Taner
Yokluğundan dönüyordum
Sığınarak varlığına
Duymuşluğu olmasa sesini
Görmek istemezdim bu izbe şehri
Çarpık ev gölgesinde yitikliğinin tadı
Yaşanmışlık işte bilirsin
Kimi saçımızda ak güller
Kimi avuçta kanlı diken izi
Öyle berduş bir sabah
Ve evsiz şehirler
Hangi sokak reddeder
Ayaklarına değişliğini
Hangi rüzgârla oynaşır şimdi
İğde kokun
Hiç rahatsız olmazdı
Kahkahalarından
O bahçe ve bağlar
Eksik ötüyor yokluğunda
Yuvasız kuşlar
Bir tek çiçekler memnun
Yokluğundan
Bir tek onlar
Bir rakibi olmayışından
Varlığından kalma eski şehirler
Dokunuyor anıların
Küf kokulu ucuna
İlle de…
İlle de bu nemli
Seher çıkmazında...