MAVİ ŞEHRİN KALEMLERİ
Vansesi Gazetesi ile Van Yazarlar ve Şairler Derneği işbirliğiyle mavi şehrin kalemleri yazıyor.
Saya Gezmesi
Tuncer Savcı
Zemheri ortasında; karlı ve soğuk günlerin akşamlarında köyün gençleri bir araya gelir vakit geçirmek için çeşitli oyunlar, eğlenceler, söylenceler düzenlerlerdi. Kış aylarında vakit geçirmek için her gün bir evde toplanırlar ve aralarında iş bölümü yaparlardı. Birisi sobada çay demler, birileri elli bir oynar, ev sahibi de ardiyeden çaydanlıkta köy şurubu ikram ederdi misafirlerine.
Gaz lambasınır isli ışığı aydınlatırken odayı, pencere aralıklarından içeriye sızan rüzgâr esintisiyle lambanın fitili ipildeyip dururdu. Sobanın harareti sönmüş kendi halinde içten içe yanardı. Pisinin keyfini sedirin altından deliğine kaçan köy faresi bölerdi. Sobanın üzerinde cısılayan çaydanlık çoktan bitmiş olup çatıdan indirilen üzüm kurusu salkımları kış meyvesi olurdu gençlere. Günlerce yolun kapalı oluşundan, köye ne sebze gelir ne de aydınlanmak için gaz kalırdı. Yollar açılacak da... Tanker gelecek de... Gaz alınacakta epeyce uzunca bir iş...
Yarın saya gezmesi yapılacağında köy çocuklarını da ayrı bir heyecan sarardı. Saya gezmesi buralarda kışın yapılan geleneksel bir köylü oyunlarındandı. Gündüz çocuklar kapı kapı gezerek bulgur ve para toplar sonrasında dükkânda bozdurarak harcarlardı. Belki de çocukların eline ilk defa bu kadar çokça para geçerdi.
Bu heyecanı yaşayanlardan birisi de Kocaların en küçük oğlu Gökhan idi. Akşamdan bulgur torbasını hazırladı. Torbanın delik olup olmadığını anasına kontrol ettirdi. Yarın erkenden kalkacak yukarı mahalle çocuklarıyla ev ev gezecekti. Gözüne uyku girmedi, bir an evvel sabah olsa da sayaya çıksaydı. Sabah erkencecik kalktı.
Gızkın kömbesini cebine koyarak çayını bile içmeden çıktı ortalığa. Öncelikle kendisini çok seven evlere gitmekti. Daha fazla birkaç tepsi bulgur veren kişilerden başlayacaktı. Aşağılardan demircilerden başladı. Demircinin avradı her seferinde çokça bulgur doldururdu torbaya. Öylede yaptı. İyi bir başlangıçla sevinerek yöneldi evlere. Kirveleri Gırca Mustafaların Kapıyı çaldı içeriden Gırcaların Avradı açtı kapıyı. Bolca torbasını doldurdu. Sevine sevine ortalıktan ivezlere oradan Nazmiyeleri sıraladı.
Köyün ortalığında birçok çocukla karşılaştı. Kimisi bulguru satmış bakkala, kimisi de sakız, balon, gofret, sucuk ve bisküvit almış yiyorlardı.
-Oğlum ben yarıladım, sen daha yeni mi çıktın?
-Ben parada aldım laa.Hem de beş lira.
-Onbaşı Bayram bulgur almıyor. Hüseyin emmi alıyor herhal...
-Tefik emmi de artık almıyor.
Köyün hemen hemen her evini dolaştı. Kimisini evde bulamadı. Kimisinin de evde bulguru olmadığı için boş döndü. Öğleye kadar torbayı yarılamıştı. Biran evvel dükkâna gidip bulguru hemen satmaktı amacı. Bakkal Hüseyin emmiye gitti. Bulguru tarttırdı. Tam iki çinik geldi. Kendini mutlu hti. Hepsine sucuk, gofret, cıbık kraker aldı. Yiye yiye evine gitti. Akşamki gençlerin günü, saya akşamında başlardı.
Dünkü gençler bugün için planlarını çoktan yapmışlardı. Köylü gençler, kılıktan kılığa girerek değişik kostümlerle kendilerini tanınmayacak bir hale sokarlardı. Gecenin ayazıyla başlayan bu ritüel, bulgur,tavukları herhangi bir evde pişirilerek giderdi.. Çan ve teneke sesleri köyün her tarafında yankılanırdı. Gümbür gümbür ev balkonlarındaki gürültü depreşmeleriyle dış kapının açılması zorlanırdı. Herkes farklı kılıkta olduğu için kimse tanımaz. Şaşkınlarını dile getirirlerdi.
-Ayy sen kimsin bir bakayım hele. Koca karıkılığında elinde kirmeni, büyükçe gözlüğüyle onbaşının Ersinmiş keleee.
-Bıyıklı foterli kaba sakal kim. Valla tanıyamadım.
-Saya geldi saya. Bir oyun bir halay... Darbukanın dumdu mu?
Sonunda bütün köy gezilir. Hâsılat hesaplanır ortaya dökülürdü.
-Beş tavuk, dört çinik bulgur, beş litre köy şurubu. Sabah olmazdı artık. Çalgılar, oyunlar, halaylar, sızmalar... Yavaş yavaş evlere dağılmayla bir sayada böyle geçip giderdi.
Not: Bu betimlemeyi saya toplayan bütün köy çocuklarına ithaf ediyorum.
Anne-Baba Kimdir, Kim Değildir?
Lokman Tekin
Hayatımızın en güzel ve en değerli parçası… Geleceğimiz, umudumuz, hayallerimiz… Kendimizden daha başarılı, daha mutlu, daha iyi olmasını istediğimiz tek varlığımız. Onların mutlu, başarılı ve sağlıklı olması, zarar görmemesi için var gücümüzle çalışıyoruz. Ne var ki çocuklarımız hiç olmadığı kadar sosyal, psikolojik ve fiziksel tehdit altında. Etraflarındaki onlarca unsur, olmasını istediklerimizin karşısına adeta birer tehdit olarak çıkıyor. Bu yüzden çocuklarımıza karşı sorumluluklarımız, görevlerimiz ve risklerimiz her zamankinden daha fazla.
O halde ne yapmamız ve ne yapmamamız gerekir? Kısaca bu sorunun yanıtını aramaya çalışalım. Her şeyden önce çocuklarımızı iyi ve doğru tanımamız lazım. Neyi yapabileceklerini, hassasiyetlerini, duygusal ve bilişsel durumlarını doğru bilmemiz lazım. Ayrıca sosyal çevrelerinde kimlerin olduğunu, kimlerle neyi paylaştığını bilmemiz gerekir.
İkinci olarak, çocuklarınızla arkadaş olmayın! Bu, neredeyse ebeveynlerin büyük kısmının düştüğü hata. Çocuklarımızın anneye, babaya, abiye, ablaya, kardeşe, teyzeye, amcaya ihtiyacı var, arkadaşa değil. Çünkü hepsi dışa dönük dönemlerini yaşıyor ve hepsinin onlarca arkadaşı var. Rol çatışması yaşayan çocuk-genç, bir süre sonra sizi dinlememeye başlar ve dediklerinizi dikkate almaz.
Üçüncü olarak, çocuklarınızı sevmeniz, onun mutlu olmasını istemeniz, onun serbest olması anlamına gelmez. Çocuklarımızı tamamen başıboş bırakmamız, onlara yapacağımız en büyük kötülüktür. Dolayısıyla onlara bir takım prensipler bırakmamız lazım. Örneğin, hangi saatte evde olması, geciktiğinde haber vermesi gerektiğini bilmesi lazım.
Bir diğer durum… Genç ve ergen olmak, hatalarını ve yanlışlarını meşrulaştırmaz. Bu mantığın arkasına sığınmamaları gerektiğini öğretmemiz lazım. Onun da doğruları ve yanlışları bilebileceğini, ayrıt edebileceğini ama bunun da sorumluluğunun olduğunu bilmeleri gerekir.
Hataları ve yanlışları karşısında soğukkanlı, yapıcı ve umut verici olmamız lazım.
Yıkmadan, incitmeden, kırmadan onlarla konuşmalı, cesaret ve güven vererek problemleri karşısında durmamız lazım. Unutmayalım ki, ne kadar katı kuralcı olursak, onları o kadar kendimizden uzaklaştırmış oluruz. Bu yüzden kurallardan çok prensiplerle hareket etmeliyiz. Hatta bu prensipleri birlikte oluşturabiliriz.
Ayrıca sosyal medya, televizyon, telefon ve internet konusunda onları bilinçlendirmeliyiz. Ne zaman neyi nasıl kullanmaları gerektiğini, hangi ölçülerde kullanabileceklerini belirlememiz lazım.
Kötü örnek olabilecek tehditlerden uzak durmaları gerektiğini öğretmeliyiz. Uyuşturucu maddelerin, ilkokul sıralarına kadar girdiğini unutmayalım. Şeker, şekerleme, emoji vs. şeklinde uyuşturucu maddelerle çocukları kandırmaya çalıştıklarını unutmayalım. Cinsel istismar, darp gibi çetelerin kol gezdiğini unutmayalım.
Bu ve benzeri konularda çocuklarımızı bilinçlendirmek, en temel görevlerimizden biri. İşin özü… Gözümüz çocuklarımızın üzerinde olacak, gelişimlerini adım adım kontrol etmeliyiz ama hayatlarına, güvenleri kırılacak kadar müdahale etmememiz lazım. Umudu, yaşam sevdasını, hayali, mücadele azmini, zafer lezzetini ve sorumluluk duygusunu onlara aşılamamız lazım.
Bu ince çizgileri ayarlamak zor ama anne baba olmak, bu ince çizgileri ayarlayabilmektir aslında…
Sessiz sokaklar
Ömer Beder
Çok sessiz bu sokaklar
Gözlerimden sayısız kere
Gözlerin geçiyor
Yutkunuyorum seninle
Döndürüp başımı tutuyorum
Ellerinden
Avucunda çiçek mi yetiştiriyorsun
Gülüyorsun ve sarılıp kokluyorum
Gülüşünden
Ne de güzelsin sen öyle
Kapatıyorum ellerimi
Hiç bırakmıyorum seni
Hüzün sokağından
Gölgesiz mutluluğumuz geçiyor
İçim içimden geçiyor
Sen benden geçiyorsun
Gülüp duruyorsun başımın ucunda
Ellerini bırakıp yavaşça sarılıyorum
Beni saran ruhuna
Derken gökte görüyorum seni
Yıldızım diyorum.
Sessiz geceden destanlar yazılıyor
Tutuyorum yüreğinden ve
Sımsıkı bağlanıyorum hayata
Saatler geçiyor
Mevsimler geçiyor
Sen geçiyorsun benden
Ben ise kendimden geçiyorum.
Kalbimin Düştüğü Yer
İhsan Saka
Ne acılar anlatabilir seni
Ne de sen acıları
Kalbimin düştüğü yerde
Sen bulabilirsin yankısını
Bir bakışın rüya kadar olsa bile
Gerçek sayıyorum aşkımızı
Sahi aşk neydi?
Sonunu bile bile ateşe atılmak mı?
Yoksa o sona ateş olmak mı?
Hayalini kurduğum güzelliğine,
Aşkı yerleştirip sevdiğimi mi sanıyorum?
Yoksa seni sevdiğimi mi?
Bilemiyorum?
Karanfil kokulu, ömür bakışlı
Hasret dolu isminle bak bana
Seni hep uzaklarda sevdim
Ne yıldızlara sordum seni
Ne de aya...
Zaten soramazdım da
Seni hep kalbimde aradım
Gökteki yıldızlar aşkımızdan
Anlayamazdılar
Zaten anlamadılar da sevgilim
Anlamadılar...
Öğretmenim
İshak Polat
İlmin önderi, güneşin ışığı
Biçarelerin dert ortağı
Öğrencilerin ümidi
Hep sensin öğretmenim
Tebeşir tozunu ciğerlerine çeker
Kara tahtayı kendisine bahçe seçer
Sınıfta köşe köşe çiçek eker
Hep sensin öğretmenim
Yolun uzun çilen büyük
Hep çekiyorsun kocaman yük
Sen eğitiyorsun, büyük küçük
Hep sensin öğretmenim
Merhametinle sönmez güneşsin
Mum gibi erir, hep aydınlatırsın
Toplumu yönlendirip yönetirsin
Hep sensin öğretmenim.