MAVİ ŞEHRİN KALEMLERİ

Vansesi Gazetesi ile Van Yazarlar ve Şairler Derneği işbirliğiyle mavi şehrin kalemleri yazıyor.


Bir Başka Açıdan Ömer Hayyam

Leyla Mihrinaz Engin

Ömer Hayyam Kitabı, GıyaseddinEb'ulFeth Ömer İbniİbrahimêlHayyam veya Ömer Hayyam olarak bildiğimiz ünlü astronom, filozof, matematikçi ve şairin yaşadığı tarihi dönemi, coğrafyayı, siyaseti, insan ilişkilerini ve inancının birçok kaynaklardan yararlanılarak araştırıldığı ve okuyucuya sunulduğu bir kitaptır.

Hayyam'ın edebi ve bilge yanlarını delillerle, kıyaslamalarla, tarihi belgelerle ortaya koymaya çalışan Elçibey, bu uğurda Hayyam hakkında toplumda bilinen yalan-yanlış bilgilerin de ortadan kalkmasına vesile olmak için geniş bir araştırmaya yer vermiştir. Bunlardan en sağlıklı veri olarak okuyucuya sunulan Dr. H. Chistenson'un 1905 yılında yayınladığı eseridir. Elçibey, ilgili eserden yararlanarak Hayyam'ın biyografisini okuyucularla paylaşır. Kaynağa göre; Hayyam 1025-1050 Nişaburg'da doğar. İyi eğitim aldığı, ilk tahsilinde kuran, hadis, arap ve acem şiiri, felsefe, matematik dersi aldığı, zeki olduğu, parasız ve son derece yoksul bir yaşam sürdürdüğü, bilgin olduktan sonra tabiat bilgilerine dair eserler yazdığı, üstün bilgiye sahip olduğu vurgulanmıştır.

Takvimî Celâlî'yi hazırlayan Hayyam'ın hesapları Gregorius takviminden daha doğru olduğundan Avrupa'dan takdir alır. Döneminde kendisine rasathane tahsis edilen Hayyam, astroloji bilimcisi olduğundan Haccet-ülHakk (Mutlak gerçek) olarak anılır.

Ömer Hayyam Kitabı aracılığı ile Hayyam'ın dönem arkadaşlarını da öğrenmiş oluyoruz. Sultan Sencer'in veziri Abdurrezak, Hâkim Abdulhamit Gazali, Şair Nizam-î Aruzi ve daha birçok bilimci, âlim, şair saymak mümkündür.

Toplumda inançsız, sarhoş olarak bilinen Hayyam'ın, yazar tarafından bu izlenimi silmeye çalıştığını görürüz. Tam da burada tarihi araştırmaların dışına çıkıp şahsi kanaatini katmış olması okuyucuya ters gelebilir. Çünkü toplumca çok sevilen, çok anılan Hayyam'ın sarhoş, berduş, inançsız olması onun toplumdaki yerini zedelememekle birlikte onu Hayyam olmaktan da çıkarmamaktadır.

Ömer Hayyam Kitabı'nda üzerinde genişçe durulan "Ömer Hayyam'ınCebiri" bölümünde okuyucuya sunulan bilgiler oldukça ilgi çekicidir. Hayyam'ın matematik üzerine yazmış olduğu Risâle fi el-berâhînalâmesâ'ilcebrve'l mukabele (cebir ve mukâbele problemlerinin ispatları üzerine eser)'i esas olarak kübik denklemlerin çözümü üzerinedir. 3. Derece denklemlerin sınıflandırılmasını vermiştir. Kitabın bu bölümünde Hayyam'ın denklemleri çözme yöntem ve formüllerine genişçe yer verilmiştir.

Ömer Hayyam'ı her yönüyle anlayıp, tanıtmaya çalışan yazar, oldukça kapsamlı araştırmalarda bulunmuştur. Farabi'nin, Gazalli'nin, İsmail Hakkı İzmirli'nin, Cahit Sunar'ın ve daha birçok yazar, şair ve araştırmacıların düşünce ve söylemlerine yer vermiştir.Elçibey, Ömer Hayyam Kitabı'nda, Hayyam'a göre "Allah akıldır," tezini detaylıca inceler. Bu tezi kanıtlamak adına Hayyam'ın astrolojiye hiç inanmadığını ve astrolojiyi sevmediğini kaleme alır. Diğer taraftan "Hayyam'ın Anlamı" bölümünde Hayyam'ın akılcı yapısının (özgür düşünümün) altını çizer. Tam da bu bölümde okuyucuyla paylaşmış olduğu Hayyam'ın aşağıda sunulan rubaisi okunmaya değerdir.

"Güneşi balçıkla gel de sıva.

Gizli türküleri gel de söyle.

Bir güzel inci çıkardı akıl,

Düşüncenin denizinden

Sıkıysa gel de del."

Ömer Hayyam Kitabı'nın "Alan Temizliği" bölümünde Yazar İsmail Hakkı İzmirli'ninHayyam için söylediği yakıştırmaları yine İslami düşünür olan Epikurus, verilerle yok etmeye çalışır. Yazar, zevkperest olarak anılan Hayyam'ı akılcı olan Hayyam'ı yine Hayyam'ın rubailerinden yola çıkarak çürütmeye çalışır.

Elçibey, döneminde inançsız olarak atfedilen Hayyam'ın aslında inanç sahibi olduğunu, bu düşünceyi yok etmek için hacca gittiğini kaleme alır. Elçibey, Hayyam'ın inançlı olduğunu ama inancına inanmayanlarla alay ettiğini şu rubaide okuyucuya aksettirmeye çalışır;

"Namaz niyaz hepsi yalan

Böyle bir bahane gerekti

Neden mi geldik camiye

Buradan yürüttüğümüz halı eskidir

Belki bir yenisi vardır, bakalım dedik."

Okuyucuya bu rubai ters gelebilir. Çünkü bu rubaide Hayyam, alaydan ziyade "inanıyorum" diyenlere eleştiride bulunmuştur. İnanç yerinin cami değil de kalp ve akıl olması gerektiği vurgusu vardır.

Ömer Hayyam Kitabının "Sorun" bölümünde Hayyam'ın sorununun "insanca yaşayamamak", olduğunun altı çizilmiştir. İnsan ilişkilerinden ve yoksulluktan oldukça eziyet çeken Hayyam'ın yaşantı şekline rubailerde de rastlamak mümkündür. Ömer Hayyam Kitabı'nda Hayyam ile Rubaî'nin kelime anlamı ve tarihi oluşumu üzerinde detaylıca durulmuştur. Rubailerin sanat gücünün "yalınlıktan" geldiğini ve rubai ile Hayyam ilişkisi üzerine birçok örnekler verilmiştir. Bu anlamda Danimarkalı Doktor A. Christenson, İranlı yazar Hüseyin Azad, James Darmsterer'in araştırma ve görüşlerine genişçe yer verilmiştir.

Ömer Hayyam Kitabı sayesinde, Hayyam'a ait rubailerinin İran da, Hindistan da, taşbasımları ile basılan rubai sayısının 500 addet olduğunu öğrenmekteyiz. 80 âdeti Hayyama ait değildir. 1460-1461 yıllarında Hayyam'ın ölümünden 300 yıl sonra yazılan Oxsford'dakiBadelein kütüphanesinde, 825 numaraya kayıtlı yazımdır. Buradaki rubailerin sayısı 158 adettir. Günümüzde Hayyam'a 600 ile 1200 arası rubai mal edilmiştir. Birçoğunun kendisine ait olmadığının, tam anlamıyla hangilerinin kendisine ait olduğunun seçilmediği ifade edilmiştir.

Ömer Hayyam Kitabı sayesinde Hayyam'ın, Amerika, İngiltere, Fransa Danimarka gibi ülkelerde kitaplara konu edildiği bilgisine ulaşmaktayız. Avrupa'da 19. y.y.'larda, Hayyam'ın neden çok tutulduğu detaylıca vurgulanmıştır. İçeriğinin titizlikle kaleme alındığı bu bölüm, okuyucunun zihninde resmen kırılmalar yaşatacaktır. Avrupa'daki Hayyam Kulüpleri günümüze kadar hizmet sunmaktadır. Hayyam Hakkında Belgeler kısmında 8 ayrı belge büyük bir hassasiyetle incelenmiş ve Hayyam'ın tarihi, dini, felsefi, bilim alanındaki yerlerine, duruşuna, etkisine geniş yer verilmiştir. Tüm bu araştırma ve incelemeler sonucunda yazarın, Hayyam'ı "dindar" olarak okuyucuya kabul ettirme çabasını görürüz. Yazar bu çabasını Hayyam'ın rubailerinden, yaşam kesitlerinden, yaşadığı olaylar, vecizeler ve ilişki şekilleriyle detaylandırmaya çalışır.

Hayyam'da İnanç bölümünde, yazarın şu düşüncelerini yazmadan geçmemek gerekir. "Her girdiği kabın (su gibi) rengini, şeklini almış, neticede tasavvufu her yolun (görüşün-inanışın) üstünde algılamış, huzuru, teslim olmakta bulmuştur. Bu bakımdan birçok rubailerini şatıh olarak, birçok rubaileirini de melâmet neş'esinin dile gelişi türünden sayarak yorumlamamız ve hattâ dilinden düşürmediği şarabı bile bir sembol olarak anlamamız icâb eder." Okuyucu olarak, yazarın bu söyleminden Hayyam'ın inancındaki esnekliği dikkati çeker. Bir astrolog, matematikçi, fizikçi, bilimci olan Hayyam'ın ince bir inanç çizgisinde olduğunu gözlemlemek mümkündür. Ancak o kadar ince bir inanç çizgisidir ki, bu çizgi ancak kendisiyle Allah arasında, kendisinin kalp gözüyle gördüğü, akıl inceliği ile estetize ettiği, Allah'la arasında hiçbir aracı kabul etmediği, hatta günün melasını, rindini, sofisini, camisini, hocasını reddettiği, Allah'ın bir inanç olduğu, akıl olduğu, aklın her insanda var olduğunu görmek mümkündür.

Hayyam'ın İran Edebiyatı'nı çok iyi bildiği, İran milliyetini yaratan Firdevsi'nin sesini aksettirdiğini kaleme alan yazar, aynı zamanda Hayyamın felsefe şiiri yazan şairler üzerinde de etkisinin olduğunu okuyucuya sunar. Elçibey, Sa'dî-i Şirâzî'nin(1299), Hafız'ın (1389), Hace İsmet-î Bûharî'nin şiirlerinde (1436), Hayyam'a ait şiirleri inceleyerek, Hayyam'a atfedilen şiirleri okuyucuyla paylaşmıştır.

Hayyam'ın Klasik Türk Edebiyatı üzerindeki etkilerini de inceleyen Elçibey, Hayyam'ın bir İranlı şairken nasıl dünya şairi hailine geldiğini, dünya şairleri üzerindeki etkisini çarpıcı bir dille okuyucuya sunar.

Yazar, Ömer Hayyam ve Bitmeyen Sorular bölümünü, edebi bir tarzla kendi düşüncelerini katarak oldukça keyifli bir hale dönüştürmüştür.

Ömer Hayyam'da Din ve Ahlak bölümünde, Ömer Hayyam'ın imamlık yaptığı kaleme alınmıştır. Ve o dönemlerde imamlık yapan kişi namaz kıldırandan ziyade toplum, iktisadi, bilim dallarında topluma öncülük eden kişiydi. Ömer Hayyam'in ikinci bölümünde Elçibey, açıklamalarıyla rubaileri inceler. Hayyam'ınbir çok rubaisinin yer aldığı bu bölümde yazar rubailere genişçe açıklamalarda bulunmuştur. Kendi yorum ve kendine has bir üslupla dizeleri açıklayan yazarın işlediği bu bölümler okuyucuya oldukça feyz olacaktır. Bu vesile ile Hayyam'ın yaşamına, iç dünyasına nasihat ve önerisine, yaşam felsefesine inanç ve inançsızlığına ışık olacaktır.

"Bir testiyi vurdum, dün akşamüstü taşa,

Serhoştum oğul, serlik gelmişti başa

Çömlek dedi: "Dün ben de sen gibiydim,

Yarın gelir elbet bu hâl başa"

"Can verirsin çamura sen, bana ne!

Dokuyan sen ve giydiren, bana ne!

Yaptığım hoş, kötümsü davranışı

Alnıma sensin ilk çizen(yazan), bana ne!"

Ömer Hayyam Kitabının son bölümü olan, Bâzı kelime ve kavramların açıklaması bölümünde, Elçibey bazı kavramların ve rubailerde geçen birçok kelimenin anlamını genişçe irdeleyerek okuyucuya sunmuştur. Bu anlamda Bazı kelime ve kavramların açıklaması bölümü, Ömer Hayyam Kitabı'nı okuyucuya bilinmeyen kelime ve kavramlar açısından ışık tutacaktır. Bu bölüm denilebilinir ki, okuyucuya soluk aldırmaktadır.

Kitabın son bölümünde Ömer Hayyam eserlerinin yer alması, Hayyam hakkında tüm bilgilerin, kavramların bütünleyicisi olmuştur.

Ömer Hayyam Kitabı oldukça fazla kaynaklardan ve çok yönlü bir araştırma sonucu kaleme alınmış okunması gereken bir Ömer Hayyam kaynağıdır.

Ömer Hayam, Elçibey, Cross Yayıncılık, İstanbul 2014, 342 s.

Dünyadaki Cennetim: Şamranaltı -2

Muhammed Gürcan

Şamranaltı'nda hayat çok erken başlardı. Sabah namazından sonra kadınlar gün aydınlanmadan çayı demleyip kahvaltı hazırlıklarına başlar, kavut ve murtuğanın eksik olmadığı ailece yapılan kahvaltının ardından babalar işe giderken anneler evin sığırlarını ahırdan çıkarıp mahallenin nahırcısına (çobanına) teslim ederlerdi. Genç kızlar metal kovalarla yolu suladıktan sonra hepsi yan komşunun kızıyla eş zamanlı kendi kapısının önünü elde bağlanmış uzun süpürge veya sekevil dediğimiz ağaç çubuklarından yapılmış sert süpürgelerle süpürürdü. Tozu giderilmiş sokaklarımızı mis gibi temiz toprağın kokusu sarar, çalışmayı eğlenceli hale getiren kadim kültürümüzün bekli de en güzel yanlarından birini bu birliktelik ruhu oluştururdu.

Anadolu insanının genelinde olduğu gibi aile içindeki hiyerarşik yapıda en önemli işlev annenindi. Sert, otoriter ve kendine has disiplini içerisinde çalışan babanın beklentilerine uygun koordinasyonunu sağlamak ve evdekilerin sorunlarını usulünce hallederek, kendisine biçilen sabırlı, yapıcı ve uyumlu rolü en güzel şekilde yerine getirip, ailenin sükûnet içinde yaşaması için çırpınan anneler, ortaya çıkan her problemin biricik kaynağıymış gibi, kocasının bağırıp çağırmasına muhatap olarak, yıldırımları üstüne çeken bir paratoner misali, o öfkenin yerini merhamete bırakması işini üstlenirdi.

Babalar bir zayıflık gibi kabul edilen şefkatini gizler, büyüğünün yanında ve toplum içinde çocuğunu kucağına alıp öpmez, ancak yaşanan bir ayrılığın (evlilik ya da askere gitme gibi), hastalığın veya kötü bir hadisenin giderilmesi sırasındaki çabasıyla sevgisini çok nadir ele verirdi. Yüreği Güneş kadar uzak ve sıcaktı. Kaf dağının arkasından süzülen bakışlarını ailesinin üstünden bir an dahi eksik etmez, ıraklardaki cevherden kıymetli mevcudiyeti ancak yokluğundan sonra anlaşılırdı.

Misafir ve komşuluk hukuku tüm necip milletimizde olduğu gibi Şamranlaltı ahalisinde de ayrı bir öneme sahipti. Misafire ikram tarifsiz bir cömertlik örneğiydi; neredeyse evde yiyecek içecek ne varsa ortaya çıkarılıp zevkle konuğun önüne bırakılır, hatta ısrarla yedirilip içirilirdi. Komşu öyle mühimdi ki, pişirilen bir yemeğin kokusu gitmiş olabilir veya o bu yemeği seviyor diye komşuya da bir tabak yemek gönderilir, komşu ise tabağı geri getirirken incelik gösterip başka bir yemek doldurarak iade ederdi. Aşure günü ve Mevlid Kandili gibi mukaddes günlerde, sıkıntıdan kurtulunca veya güzel bir olay yaşandığında komşulara sıcak ekmek, aşure aşı veya kesilen hayvanın etinden dağıtılırdı.

Mahallede biri vefat etse üç gün televizyon açılmaz, komşunun acısına hürmeten alenen gülünmez, açık eğlenceden sakınılır, hatta o yıl bir düğün yapılacak olsa cenaze sahibinin müsaadesi ve rızası alınarak gönlünün incinmemesine yönelik naziklik gösterilirdi. Uzak bile olsa bir kimsenin hastalandığı işitilse, "gahıngidah falancaya deyah (ziyaret etme), ayıptır, dede-baba gomşumuzdur" şeklinde bir yakınlık ve hatır - gönül borcu olduğu vurgulanır ve ailenin erkekleri bir araya gelerek hastaya giderlerdi. Kadınlarsa kendi aralarında ziyaretlere gider, akraba ve komşular arasındaki sosyal bağı, iletişimi güçlü tutan asıl unsurlar olarak kendi aralarında farklı bir dayanışma içinde bulunurlardı. Evlerinin rutin işlerini bitirdikten sonra birbirlerine haber gönderip yemek için belirlenen bir bahçeye toplanırlardı. Yemek yaz aylarında çoğunlukla Ayran aşı ve tuzlu balıkla birlikte mercimek veya bulgur pilavı, turşu ve yeşillik olurdu.

Ayran aşı dışarıda kurulu bir ocağa konulmuş dev kazanın içine doldurulan ekşimiş sütle dene (sütlü buğday) ilave edilen evelik, kızırik, kazayağı, kabak ve pancar gibi bahçeden toplanan nebatla zenginleştirilirdi. Aşı pişiren kendi yöntem ve kabiliyetiyle geliştirip keşfettiği püf noktası ile maharetini göstererek lezzeti arttırabilirdi. Yeşillik soğan, turp, maydanoz, kişniş, reyhan, roka ve dereotu gibi bostan mahsulü olduğu gibi, çatlanguş, inek alnı ve kızmemesi gibi yöre halkının isimlendirdiği yabani bitkiler de olabiliyordu. Yemekler mevsimine göre şile, çılbır, keledoş ve erişte gibi mahalli yemekler olarak da hazırlanır, tıpkı peynirimiz gibi yemeklerimiz de kır kokardı.

Doğal kokuya öylesine aşina bir toplumuz ki aromalı oda spreyleri bilinmezken annelerimiz yüzyıllarca, güzün toplanan bazı kokulu bitkileri, ayva veya şamama dediğimiz küçük süs kavununu evin bir köşesine asar kokusunun her yere yayılıp sinmesini sağlarlardı. Kadınların her evden ayrı katkıyla oluşturduğu sofrada, başköşeye yaşça en büyük olan oturtulur, diğerleri kendi aralarında yer ve minder göstererek birbirlerini de ağırlardı. Aralarında utangaç yeni gelin veya yabancı varsa hızla ortama kazandırılır, muhabbet ve sohbete tuzlu balığın susattığı dudaklar, içine limon ve ayva dilimlenmiş kan kırmızısı semaver çayıyla serinletilerek devam edilirdi. Bu toplantılar sık sık tekrarlanır, bazen birlikte kaleye veya denize pikniğe gidilerek daha büyük eğlencelere dönüştürür ve komşular arası ilişkiler güçlenerek devam ederdi. Büyüklerimizden bize sirayet eden bu sıcaklığın etkisiyle biz de birbirimizi aynı evin çocukları gibi görür, tek bir yürek hissiyatıyla kendi evimize girer gibi komşularımızın evine girip çıkardık.

Cahille

Ayşegül Ayaz

Cahille tartışmak bir hayli zormuş

İlimden irfandan bilgisi yokmuş

Ne desem karşılık lafıda çokmuş

Cahille yoldaş eyledin beni

Koskoca ömrünü boşa geçirmiş

Yüzüne bir tebessüm bile konmamış

Bir çocuğun yüreğine dokunmamış

Cahille yoldaş eyleme beni

Kalemi versem sopa sanıyor

Kitabı bilmez durmaz sövüyor

Bilmez ki çok konuşan çok yanılıyor

Cahille yoldaş eyledin beni

Gördüğü bir kendi bir lüks hayatı

Keyfini bozmadan sefa sürüyor

Hayatı sadece para sanıyor

Cahille yoldaş eyledin beni

Bir daha konuşsam lal olsun dilim

Ömrümden ömür götürdün benim

Bu derdi dağlara mı deyim

Cahille yoldaş eyledin beni.

Bir sen gelmedin

Mehmet Muhlis Şepik

Akıp gitti yıllar gönül uslandı

Acılar hiçti de bir sen gelmedin

Ağardı göz ferim nemle puslandı

Mevsimler geçti de bir sen gelmedin

Kanadı yüreğim andıkça dünü

Beni benden alır ayrılık günü

Korkuttu alemi hasretin ünü

Kuşlar göçtü de bir sen gelmedin

Ömrüme bahardın estin yüzüme

Kederle hüzünle kaldın güzüme

Dua olup aktın otuz cüzüme

Çiçekler açtı da bir sen gelmedin

Sarıldı yosunlar kader taşına

Yanıp da kavruldum her bir yaşına

Böylesi yalnızlık düşman başına

Beklemek güçtü de bir sen gelmedin

Bakmadan Geçme