Mavi Şehrin Kalemleri
Mavi Şehrin Kalemleri
EGOSAL İSTEKLER
YAŞAR ADIYAMAN
Aklı fakir bırakılmış aç insanların ruhunu dikizliyordu yüzü olmayan insanların aynaları
temiz bir maviye ihtiyaç duyduğumuz isterik hislerin acısını taşıdığım günlerin nümerik değrelerine kanıyor yüreğim
her gün bir sonraki günden eksik cüzzamlı rüzgarlar arasında çocuk kalmanın ve umudun en belirgin saflığını arıyorum çıkmaz sokaklara
eklektik yaklaşımlar ortaya koyan toplumların
entelektüel bir kavrayışı göremiyor gözlerim
egosal isteklerin kurbanıyız hepimiz
bunun için geçerli olan maddiyatlara satılmış bedenimiz
ruhsuz riyakr yüzlerin acımasız isteklerine cevap veremeyen derin kuyular içindeyiz
hayatın kırmızı kartını gösteriyor kusursuz duran aynaların bakire fahişeleri
çiçeklere su taşımaktan yorulmuş bulutlar yağmuru getiremez artık
bu yüzden gökyüzü kurşun yağıyor insanın yüreğine
doğadan şikayetim insanın insana yaptığı egosal isteklerin kurbanıyız hepimiz
insan ölümü kutsaldır çaresiz, belki de tek gerçek budur kabul ettiğimiz.
kefene tarazlanmış ölüm
son yolculuğu vaat edecek biz insanlara
ve son sual nasıl bilirdiniz
ve gerçek olmayan bir hile daha iyi bilirdik yalanına başvuracağız hepimiz...
İHTİMAL…
YALÇIN YÜCESOY
Kahve kokusu, çeker insanı
Büyüler ruhunu
Gözünü kör!
Dünyasını dar eder, yeşil çuha..
Damlarsın içeri!
Biri aldı
Biri vermedi,
Sağdaki şöyle dedi
Soldaki böyle dedi kavgasında..
Maalesef!
Bu rezil bataklıkta
Kurbanlar öfkeyle yutarken
Zehirli havayı masa başlarında
Zarlar değiştirilir, voltalar atılır
Aranır kaderler!
Dumanlı havanın, ihtimal şansında..
Bardaklar sık sık temizlenip
Umutlar yenilenirken
Heyecandan!
Sigaranın külü pantol da
Yanan filitresi, unutulmuştur dudaklarında..
Bazen tüm aylık maaşı
Bazen de yüzük taşı
Dans edip durur
Günahkar, kirli parmaklarında..
Zaman!
Kuyruklu yıldız gibi
Sinsice akıp, kaybolurken boşlukta
Alkol ve küfür
Faiz ve faizci
Artı!
Anam avradım yeminleri
İcra edilip
Dillenirken hüsran makamında
Tuvalet unutulmuş!
Ağıtlar, türküler söylenir prostatında..
Ve..
Sabahın ilk ışıkları
Düşsel evreni yıkıp
Kahvenin kederli camlarında
Misket mermisi gibi patlarken
Ve de
Fidan gibi nice hayatlar
Hep!
Sınırsız ihtimal hırsının
Cinnet ve cehaletiyle
Tuzağa düşüp!
Halay da oynar iken sirtaki
Bu karanlık
Bu ölümcül coğrafya da
Kimi aslan
Kimi sırtlan
Kimi tilki
Ve..
Kurtlar sofrasında
Ara sıcak olsan da
Ömür boyu sürekli
Hala!
Ve bitmeyen bir ihtimal, BELKİ...
ŞAİRLERLE SENİ ARAMAK
GÜLCAN GÜNGÖR
Ruhuna öfkeliyim şairlerin
çok fena hissediyorlar seni nasıl sevdiğimi
Edip Cansever biliyor işte 'içinden doğru' sevdim seni
kimseyi üzmeden kırmadan
Cahit zarifoğlu'nun dediği gibi 'Sultan' ettim gönlüme
öyle bir yer ettin ki kalbimde
Atilla İlhan bile anlattı seni
'kimi sevsem sensin' diye
sahi nasıl bir şeysin sen?
kimsenin anlayamadığı
Can yücel'in bile 'başka türlü birşey'
diye tarif edemediği nesin sen?
sen Cemal süreya'nın şiirleri ndeki aşksın
Necip fazıl'ın mısralarında ki 'Beklenen'
Nazım hikmet'in korkususun
'Senden önce ölmek isterim' dediği
Ve Sezai Karakoç'un kaleminden çıkan
'Ölüm' kadar gerçeksin
Orhan Veli kanık'ın 'Gün olur ' diye başladı umudusun
sen asırlık şairlerin tarif edemediği güzellikte bir sevdasın
ne kalemler tükendi anlatmak için
bilemezsin
öyle seviyorum işte
'Sevmek de yorulur' der Zarifoğlu
seni severken harap olduğumu bilir halde
'Seni saklayacağım' Özdemir asaf'ın
buram buram sevda kokan sahifelerinde.
BİR EBRU MASALI
AZİZ SAYDUT
Kimi alacalı renkte boyanıyorum
Bir damlada açılıyorum
Lale de boynu bükük
Gül de mağrur
Battal da her dem içinde
Kumluda kırılgan
Hatip de yürek
Gel git te savurgan
Gelincikte solgun
Kğıtta asılı kalan oluyordum
Bir ebru sevdasıdır
Beni tutsak kılan
Tekne başında diyar, diyar gezdiren
Lal ile hal olan
Kitre de boya, öd olan
Bir ebru masalı oluyordum
Bir yürek bende, bir yürek teknede
İki yüreğinin, bir çarptığı
Kimi alacalı, kimi hareli
Her dokusunda tek olan
Fırçada boya, tekne de acılan
Yeşil de yaprak
Kırmızı da taç olan
Bir ebru da dalıp giden
Bir masal oluyordum
Kolay sanan yanılır
Yirmi yılını veren, hayran kalır
Kimine kğıt boyama
Kimine sanat kalır
Baba Mahmut göç eyledi
Geriye bir güzellik bıraktı
Bu güzellikte tüten
Ondan kalan zanaat kaldı
Tekne dikdörtgen, içi sonsuz lem
Görmek için, bilmek gerek
Marifettir, onu göstermek
Bir ebru masalıdır yapanların bildiği
Uzaktan bakmakla bilinmez
Başında oturmadan yaşanmaz
Her göreni hayran bırakır
Yapan kendini, ona bırakır
Yapmayan anlamaz haleden
Bir ebru masalıdır bu
Sadece tekne ile yapan arasında olan
YASINI TUTMAYI ÖĞRENDİM
SEVDA ZENGİN
yasını tutmayı öğrendim
Sen yokken.
Nasıl ağlanır, nasıl susulur ,nasıl ölünür
Hepsini öğrendim.
Üç günlük taziye ritüellerini
Bir ömür boyu tekrarlayarak
hep seni hatırlatacağım kalbime.
Şiirlerin diliyle konuşmayı öğrendim.
Kelimelerin yerini değiştirince
Cümlelerin
Hep aynı anlama geldiğini
Beni hep korkutan şeylerin
iyileştirdiğini ,
Karanlıktan korkuyorken
Kendimi karanlıkta bulduğumu anladığımda .
Öğrendim ...
Büyüdüm...
Gördüm...
Sevdim...
Ben dünyanın en güzel çirkin adamına aşıktım.
Ve sanki her şiirin yolu
ona çıkıyordu
Kelimeler biriktirmeyi onun için
öğrendim.
Kum saatine sıkıştırdığım zamanı
Kırdığımda
Durduramadığımda
Öğrendim
Sensiz geçen günleri
Takvimden saymadığımda
Öğrendim.
Yolunu gözlerken
Nerde duracağımı ,
Hangi yola bakacağımı
Seni nerde bekleyeceğimi
Gelmemenden öğrendim...
Yokluğunu en çok
Var olduğun andan öğrendim.
Sesini duymayı
Sağırken öğrendim.
Aşk için yazılmış
Bir şiirin ayaklarına kapanmayı
Seni sevmeyi yine senden öğrendim.
MERYEM'E SESLENİŞ
ERCAN TÜRKER
I.
Çocukları düşün Meryem,
Yoksul şairleri
Sudan çıkan
güvercinleri.
Veya örümceği
mağaraları ağla ören
Korkuya bürünen nebileri
Dağılıp kuruyan göl çiçeklerini Meryem.
Durgun suları düşün Meryem,
Karanlığın sükûnetini…
Hüzünlü mevsimlerin sonunda
Sığındığımız uzun geceleri…
Yeniden sev isimleri Meryem,
Zeytin Dağı'nı, Sina'yı ve Ruhu'l Kudüs'ü
Davut'u, Yahya'yı, Zekeriya ve Mikaili
Cüzzamlıları ve felçlileri
Sağır, dilsiz ve körleri
Gecede salınan çarmıhı ve Mesih'i.
İnan isimlere ve teslimiyete
İnan Meryem, mavi kubbeli göğe, zamana
Zamana adanan sözlere
Naat-ı Şerife, Sinaya ve kelam-ı kadime
Meçhul kalabalıklara ve şefaate ve rahmete
Talan edilen ruhlara Meryem,
Mülhem cezbelerine dervişlerin
Bezm-i ezelden hatırla ve unut girdapları
Dua eden, şefaat bekleyen Meryem.
II.
Kulak kesilip nebevi seslere
Eski sokaklarında kadim zamanların
Eski inleyişleri eski kulaklarımızda
Geceden geçerken çocuklu bir kadın
Yahut keşişler öksürürken
Eski bir manastırın yüzünde.
Tacirleri düşün Meryem
Eski pazar yerlerinde eski kumaşları sararken.
Uyandır uzun yaşayanları ve uzun uyuyanları Meryem,
Bir aynaya eşlik edenler kelimeler arasında.
Konuşanları, susanları
Kaybedenleri ve kazananları
Surlarda gedik açanları Meryem.
Yahut Yusuf olmayıp kuyuda boğulanları,
Cezzarları, celepleri, haratları düşün Meryem,
Hamutçuları, zembilcileri, nalbantları
Pasbanları ve semercileri.
III.
Eski bir denizde vaz geçenleri
Yürüyenleri, duranları ve geride kalanları Meryem,
Öfkelenenleri, akıllıları ve meczupları,
Görenleri, ışığı ve aydınlığı.
Yakını düşün Meryem,
Uzakları ve terk edilenleri.
Sözü unutanları
Semaya uzanan elleri
Bağışlanmayı dileyen, Meryem.
Unut ve af dile.
ÜZERİNDEYİM KIZAĞIMIN…
YUNUS TÜRKOĞLU
Rüzgr kanatlı yaptırmıştı kızağımı babam!
Altında 'balıksırtı 'mı, bilmem' şiş' mi vardı?
Vali tepesi' mi acaba ilk kaydığım rampam?
Van'ın karlı sokaklarında hatıralarım kaldı…
Kızak sevdası, ne zemheri ne boran dinler!
Memi Tepesi'nden süratle aşağıya inerken,
Umurumda mı, buz kesmiş ayaklarla eller,
Kızağımın sırtında 'hamsin'ler bitti erken…
Çocukluğumun unutulmazıydı tahta kızağım
Erek Dağı'nın zirvesinden şimşek gibi inseydik
Karların üstüne'Van'ı seviyorum' yazacağım
Vangölü'ne mavilerden selam verip geçseydik...
Üzerindeyim kızağımın, yeller yıkasın tenimi,
Yağan kar, toprağa hem bereket, hem yardır!
Kızağımın tahtalarına nakşettim son bestemi,
Doyamadım o güzel günlere, filmi geriye sardır…