Mavi Şehrin Kalemleri
Mavi Şehrin Kalemleri
BİR SAKSAĞANLA HİKÂYELER- 1
BERNA ÖNER
Bir keresinde yolum uzaklarla uzlaşmıştı.
Bir Saksağan ile uzun uzadıya sohbete.
Renklerin göğsündeki daralmayı anlattı.
İnsan zihninin bulutundaki hüzne.
Saksağanla uzun yolda; kısa ömürle yürüdük.
Hibiskus çiçeğinin dramatik hikayesini yad ettik.
Kafa kafaya verip, dervişçe sohbet ettik.
Saksağan kitap sayfalarında uçmayı özlediğini söyledi.
Yeni kararlar aldık, başladık yol örmeye.
Küçük bir kız çocuğunun kâküllünde mola verdik.
Saksağan duygularıyla dile geldi.
İnsanlardan ödünç aldığı duygularla...
Yola çıkmadan, yolsuz kalıyormuş insan.
Elindekileri, yüreğindekileri ortaya koyuyormuş ta
yetmiyormuş çoğu zaman.
Göğsündeki daralma inmiyormuş yeryüzüne.
İnsana, kendine ve yaşamaya küsüyormuş.
Yorulmuş kırılmış ve kanatları incinmiş.
Acısı ve tecrübesi de çok olmuş, Saksağanın.
Çok olmuşlardan da bıkmış, derin iç çekişlerle.
Bir iç çekişin tonuyla heybesine baktı o sıra.
Bende onunla beraber baktım, heybeme.
Bu gün ilahi makamdan azığımız ne diye.
Pek bir şey bulduğumu söyleyemem.
Ama şükrü de yoklukta bulmuştuk, Saksağanla.
Şükür de yoklukta bulmuştuk, Saksağanla...
DEMEK GİDİYORSUN ARTIK
EMİR IŞIK
Demek gidiyorsun artık...
Sana yazdığım satırlar yarım kalacak.
Demek şimdi gidiyorsun;
Adına yazdığım türküler anlamsız kalacak artık.
Ağaçlarımız susuz kalacak
Çiçeklerimiz açmayacak
Demek öykümüz bir kağıdın yanması gibi yok olacak, kül olacak...
Beni toz gibi dağıtıp atacaksın bir köşeye...
Demek gidiyorsun artık...
Yüreğimi kor gibi yakıp yok edeceksin..
Oy benim yaralı ceylanım...
Kalbimi bir çöp gibi savurup atacaksın bir köşeye.
Demek gidiyorsun artık
Git! Dağıt, yok et, yak gitsin!
KOCA HİCRAN YARALAR
İKRAM POLAT
Bak yine gökyüzünde bir çocuk armağanı umut,
Gözden ırak sevda rüyaları, hayalleri, özlemleri,
Kaçıncı yüzyıla ait bu acılar bunca keder, hasret,
Rıhtım pencerelerine yansıyan, tebessüm kuşları,
Ah gün batımına aldanan koca hicran yaraları,
Bu gece anlatmalı her zerreni, insanlığa
Bak yine gençlerin çaldı kapısını Eylül ayları,
Bir şarkı, bir şiir çalmalı artık kapılarımızı
Yahut raftan bir kitap, bir kırık radyoya inanmalı
Ah gün batımına aldanan hicran yaraları
Baktı gökyüzüne küsen çocuk umutları,
Saydı varlık ve yokluk yıldızlarını birer birer,
Takma kalp ritimleri eşliğinde tutuldular hayata,
Bir garip keşke var şu tarih beşiğinin dilinde,
Beklemek neden bu kadar zor ölüm döşeğinde,
Ah gün batımına aldanan koca hicran yaraları.
GİTMEK GEREK
ORHAN YAVRUÖZTÜRK
Henüz yeni düşünceler sararıp dökülmeden anne saçlarından, Çiçeği burnunda tasalı bir elveda yolcusu gibi gitmek gerek.
Hayalleri avucuna sıkıştırılmış, koşar adım buradan da uzaklaşan bir çocuk gibi. güneşin doğuş serüveni annelerde sorulmuyor artık, yavrusu sapanla vurulmuş bir güvercin misali herkese kırgın yol alınmalı. Çünkü,
Anne kokusuna taş atılmış bu coğrafyada. Sigara dumanının Uzak Çığlıklara sürüklediği kalabalıkların ertesindeki yalnızlığı askıdan alıp çıkmak gerek bu yıkılmaz tabuların kapısından. Bereketli topraklarda kaktüs yetiştiren kurak zihinlerin yorgunu olmak yerine, göğsünün sol cebinde onca beşeri enzim ev sahipliği yapılmadan gidilmeli buralardan. El sallamadan geride kalanlara. kar tanelerinin yalnızlığını unutarak
Ellerini cebine koyup ardına hiç bakmadan gitmek, yollarca yürüyüp geçmiş yıllara direne direne gitmek çeşme başındaki güzelin gülüşünü son bir kez öpmeden gitmek, top oynanılan tozlu tarlanın kokusunu göğsüne çekip, gitmek. İlkokulda ki tek ayak cezasını düşünde silip gitmek gerek. Dedim ya gitmek gerek buralardan diye gitmek gerek.
SOLUMDA BİR SIZI İLE UYANDIM SEVGİLİ!
VEDAT ERBAY
Solumda bir sızı ile uyandım sevgili!
Yokluğunun tel örgülerine takılırken hayallerim.
Sensizlik Keskin bir bıçak gibi ciğerimi deşerken uyandım
Saat daha gece yarısı sabah olmaya bilmem kaç bin saat kaldı
Geçmek bilmeyen bir saatte uyandım sevgili
Yokluğunun karabasan gibi çöktüğü saatler.
Her dakikası bin yıl gibi her saniyesi zifiriye çalan bir saate
Dışarda ürkütücü şimşek sesleri
Pencereme vurup kaçan yağmur taneleri
İki metre ötede buğulu camda hayalin
Uzanmıyor sana yokluğunun karabasan gibi çöktüğü bedenim
Sensizliği iliklerime kadar hissettiğim bir saate uyandım sevgili
Kan ter içinde kalmış hayallerim.
Yatağında karanlıktan korkan bir çocuk gibi bedenim
Korkudan açamıyorum gözlerimi.
Açsam biliyorum kaybolacak hayalin
Açsam biliyorum nefes alacak bedenim
Sensizliğin beni bana öldürdüğü saate uyandım sevgili
Sabaha olmaya daha bilmem kaç bin saat kaldı
Yırtmak istiyorum gecenin kara örtüsünü
Küllerimden doğmak istiyorum yeniden
Bir şiir yazmak istiyorum bilmediğim bir dilden.
Biraz senden biraz benden en çok da bizden
Ölüme ışık tutuyor ismine yazılan her hece.
Kalemimi kanıma buladım sevgili
Ölümüme ferman yazıyorum bu gece.
Sabah olmaya bilmem kaç bin saat kaldı.
DÜŞÜNDÜKÇE - II
FURKAN TOPRAK
Kendimi anlamaya çalışırken,
Kendimin kim olduğunu çözemiyordum.
Ben aslında zaman öldürmeye çalışan, yaratıcının kuluyum..
Sadece hayal edip, o hayalin dışında yaşıyordum.
Ben aslında yaşamıyordum.
Zamanın nasıl geçip, beni bu yaşıma getirdiğine anlam veremiyordum.
Çünkü yaşayanlar belli bir yaşa geliyordu,
Yaşamak; bana göre nefes alıp, zamanın içinde olmak değildi. Bu yüzden nefes aldığımın dışında, bu yaşa gelinceye dek yaşadığımı düşünmüyorum.
Ben kendimin yaşını nasıl yaşayamadım? Anlamıyorum..
Artık farklı şeyler olsun mu,
Beni başka bir yaşa götüren zamanın içinde, sadece nefes almanın dışında başka şeylerinde olması mümkün olsun mu ? Olsun.
Ben artık zamanı öldüren bir kul değil,
Zamanla birlikte ölmek isteyen bir kul olmayı yeğliyorum. Olsun mu?
Olsun...