Mavi Şehrin Kalemleri
Mavi Şehrin Kalemleri
NASIL UNUTURUM
AYGÜL YÜRÜR
Seninle hayalimizi kurdum dün gece
Hatırlar mısın?
Masamıza değiyordu, martıların kanatları.
Gözlerindi mühür
Ah o gözlerin öyle bir deydi ki sineme...
Sanki zırhı konuştu ruhumun o an,
Daha sormadan...
Dedim: "Parmağıma takılı kader hançerim"
Çizdi de çehreni sesim, çekmedin gözlerini.
Hıçkıran dudakların, dedi: "Olsun"
Hayalim, dedin ya
"Aynadaki ahengindi beni alan"
Nasıl unuturum?
Hayalini kurdum dün gece.
Farzet beyaz gelinindim yıllar önce.
Senindim bembeyaz öylece.
Dokunmadan doyamadan,
Ahım kalırsa ahire.
Aklar örtsünler üstüme, AKLAR!
KUŞLAR YAĞMURDA DA UÇAR
BAHAR BÜKE
Yağmurlu bir kuşluk vakti
Bir kuş pencereme indi, tiril tirildi
İçimi kaplayan bir heyecan, bir sevinçti
Böyle bir güne başlamak ne güzeldi.
Bazen merhamet ıslatılmış bir parça ekmekti
Bazen de sadece hissedebilmekti
Penceremde ürkekti, kanatları titrekti
Anladım, aldım dersimi
'Kuşlar yağmurda da uçar"
Kafeslere sığmayan o hür kuşlar
Aldığı bir parça ekmek nasibiydi
Rızkını arayıp bulduğu süzülerek gelişi
Ürkekti, titrekti gözü gözüme değdi
Özgürlük haykıran kuşun, gözlerinde gördüm ben
Direnişi,
Umut etmeyi
Kafeslere sığmadım, sığamazdım
Nasıl da benden biri gibiydi
Yağmur muş, boranmış
Boş ver, kuşlara bak sen
Hür yaşayıp, hür ölürlerken
Gökten umut yağdı
Şehir rahmet banyosuna kanarken
Ağaçlar nasibince ıslandı.
Sonra bir bakmışsın güneş parlıyor tepeden
Aldım mesajı ben
"Kuşlar yağmurda da uçar"
Umut kanatlarıydı
Kanatlar umutta saklı
Sıyrıl bütün kafeslerden
El alem denilen hapishanelerden
Engel gördüğün her şeyden ve herkesten
Engel değil yağmurlar
Özgürlük haykıran bir kuşun gözlerinde gördüm ben
Unutma, yağmur yağarken de bak gökyüzüne
Islansın, damlalar değsin yüzüne
Ruhun açılır, ufkun belki de
Çek içine
Yağmurlu bir kuşluk vaktinde
Güne başlarken derin bir nefesle
Anladım
"Kuşlar yağmurda da uçar"
"Mücadeleden vazgeçme ibret al, anla. Kuşlar yağmurda da uçar.
Yazıp as duvarına"
SÜKÛTUN SAÇLARI
EMİNE SAVAŞ
Sükûtun saçlarına, taktım da yüreğimi
Savruldukça rüzgârdan, mâzi süzüldü geldi
Kalbime sığdırmazken, kırk yıllık emeğimi
Kıymet bilmez elinde, kırk kez ezildi geldi
Hilkâtini bilmeye gerek iken gayretin
Niye yanlış diyarda, o şevk veren hayretin
Kır idrakin belini, bitmeli esaretin
Korkak zatın savaştan, tümden bozuldu geldi
Soy köküne yabancı, ruhundan fersah uzak
Gönüllü avlanmaya, desen de "maral tuzak"
Ders olmuyor hakikât, hayaller akla erzâk
Kırk kez geçtiği yoldan, tekrar üzüldü geldi
Ah benim şu dünyaya, delice aşık nefsim
Geçen günün ardından, feryat figândı sesim
Gelen taze baharda, tazelendi hevesim
Tekrarından bıkmadan, sevdam yazıldı geldi
Deryanın ortasında, susuz kalmış yabancı
Gönül gönüle durak, gönül gönüle hancı
Neftî beraatini verdi mi ki zindancı
Işığı muhabbetin, zûlden çözüldü geldi
SON KALE "MUHTAR"
ESMA BOLAT
Bu hayattan dün geceye kadar geçmiş, geçerken derin izler bırakmış bir annenin öyküsü "Muhtar"
Anne babasını çok erken yaşta kaybeden, yedi kardeşine ablalık yapan "Muhtar"
Otuz iki yaşında eşi ölünce dört yetimle kalan bir anne "Muhtar"
Neden ismi böyle ? diye şaşırabilirsiniz aslında ismi Sultandır, adına münhasır olanından hemde. Sultan gibi bir kadındı çünkü. Azimli, dirayetli ve güçlü.
En son altı gün önce canlı konuştum kendisiyle. "Kızım hayatına bak, hayatını kur, sakın yalnız kalma, yalnız ölme, görüyorsun işte evlatlarımda olsa yalnızım hiç bir yere sığamadım paramla bakıyorlar" dediği dün gibi aklımda. Neden ve niye söylediğini ben biliyordum.
Haklıydı!
En azından yaşlılığında kendine baktıracak parasını kazanmış, emekli olmuş kimseye yük olmamıştı, Fakat nasıl kazanmıştı onu bir Muhtar bir Allah bilirdi. Hayatın sertliği tüm bedenine ve konuşma diline sinmişti. "Muhtar" gibi kadın dediler ismi "Muhtar" kaldı. Tüm şehir onu bu ismiyle tanıdı. O tam bir dadaş kızıydı. Korkusuz, cesur ve dimdik ayakta. Erkekler dahi saygı duyardı adını duyunca. Çok iyi bağımız vardı kendisi ile, çokta severdim.
Çocuklarını pazarlarda nasıl çökelek ve katık satarak büyüttüğünü anlatırdı ve hayatın zorluğunu. Kadın olmanın ve onuru ile kalabilmenin savaşını. Erkeklerin içinde kadınlığını unutan, sevilmeyi unutan, hayatını çocuklarına adayan ve zamanla erkekleşen bir genç kadının hayat öyküsü idi.
Ne çok benziyorduk birbirimize!
Kolay değildi küçük dört yetimi büyütüp evlendirmek insan içine çıkarmak elbet. Onlara hem anne hem baba olabilmek zordu. Hayat sertleştikçe oda sertleşmişti, insanlar acımasız oldukça dili sivrilmişti., Direk ve net konuştuğu için haklıda olsa yanlış anlaşılıyor ve anlamıyorlardı kendisini.
Eşlerinin maaşı ve gölgesi ile yaşayan kimse anlamazdı onu elbette. Çünkü savaşırken tek değillerdi "Muhtar" gibi. Kimse onu anlamadı ve anlamaya çalışmadı zaten!
Mezara anne, baba, yedi kardeş birde oğul vermişti çok genç yaşta. Evlattan kalan dört yetim torunuda büyütmüş insan içine katmıştı üstelik. Duyguları, hisleri, acıları sorulmadan suçlandı bol bol! O yüreğindeki mezarlığı kimse anlamaya, görmeye çalışmadı. Fakat ben onu anlıyordum, çünkü aynı savaşın içinde idik. Cephede tek olmanın ve ayakta kalmanın zorluğunu ben biliyordum. Bu yüzdendi verdiği nasihat.
Her konuştuğumuzda ağlardı!
"Bir ağacın gölgesinde dinlenmelisin yaralı yavrum, kimseye güvenme ele avuca düştüğünde bir çay, bir çorba verecek biri bulunsun yanında, kimsenin yanına sığmazsın" diyordu.
Haklıydı!
Ben onun bu anlaşılmayan tarafını seviyordum en çok. Çünkü aynı dili konuşuyorduk kendisi ile. Neler hissettiğini anlıyordum, neden böyle davrandığını, acılarını, yalnızlığını ve kahrını, sitemlerini. Yokluktan, yoksulluktan, sevgisiz bir yaşamdan geçmiş, tek yürümüştü seksen beş seneyi.
Kolay değildi elbet!
Bir anne yüreğine herkesi sığdırıyor fakat kendisi hiç kimseye, hiç bir yere sığmıyordu nedense. Anne olmak zor meslekti.
Çocukları için vazgeçer kadın kendinden..
Uykularından, ağzına dolan ama sustuğu kelimeler den, "önce çocuğum yesin" diye lokmasından, "önce evladım giyinsin mahçup olmasın" diye kıyafetinden.
"Ben yaşamadım, çocuklarım yaşasın" düşüncesi ile yaşamından vazgeçer kadın.
Bu bir annenin vazgeçişidir.
Sonra eksilir herkes bir bir emeğinden, sofrasından, yatağından, hayatından.
Tek kalır kadın.
Döner bakar arkasına hayıflanarak, canı yanarak.
Yıllarını heba ettiği, gerektiğin de uğruna canını verdiği kimsecikler yoktur artık.
Kadın ömür boyu taşır, insanlar bir defa..
Kadın o zaman kendini arar, kimliğini, yitirdiğini arar...
Sevgisizliğine, güçsüzlüğüne, emeklerine, geleceğine üzülür kadın.
Kadın olmak öyle kolay değildir, kadın olmak, anne olmak vazgeçmenin adıdır.
Kadın olmak hayallerinin paramparça olduğunu izlemektir.
Kadın olmak demek, VAZGEÇMEKTİR!
"Kadın olmak demek, bir vazgeçişin hikayesidir".
Yorulmuştu ve tek duası vardı. "Allahım kimsenin eline düşürmeden canımı alsın" Çok içten dua etmiş olsa gerek duası kabul oldu. Üç gün önce covid olduğunu, ağırlaştığını hastanaye kaldırıldığını öğrendim. Vefat haberini aldım.
Elbette her ölümün bir bahanesi olacaktı ve gelecekti, buna imanımız ve inancımız vardı.
Bu dünyadan vedası Covid ile gelmişti.
Yalnız yaşamış, yalnız mücadele etmiş, ve hastane odasında hayata yalnız veda etmişti "Muhtar".
Bu hayattan bir "Muhtar" geçti..
Yaralı, anlaşılamamış, kırgın ve ölesiye yorgun. "Muhtar" sekiz evlattan geriye tek kalan yadigar, gidişi ile ailenin son ferdi olarak soy defteri kapandı. Dadaşlardan son kalan evlattı.
Türkiyem de yaşamış binlerce Muhtarlardan biriydi. Evlatları için kendinden vazgeçmiş, yaşlanınca hiç bir eve ve yüreğe sığamayıp yalnız ölmüş.
"Muhtar benim muhterem Halam dı"
Selàsı verilir elbet bir gün her şeyin, nihayetle son bulur...
Verilir Selàsı,
Bazen bir Aşk'ın!
Bazen hislerinizin!
Bazen geçmişimizin!
Bazen sevdiklerimizin!
Bazen geleceğimizin!
Bazen can dediğimizin!
Son olarakta kendimizin!
Biri ölür, biri yaşar!
Bu hukukla var oldu, hep "Han" dedikleri dünya.
"İnna Lillahi ve inna ileyhi raciun"
“Biz Allah'tan geldik ve yine Allah'a dönüyoruz.”
Selâ veriliyor sessiz olun.!
Uğurlar olsun!
Melekler ve rahmet sana eşlik etsin bu gece.
"Son Kale: Muhtar"
Bu selâ yüreği kalabalık fakat, yalnız ölen tüm annelere okunsun bu defa.
Hatun kişi niyetine.
BEN KİMİM?
EVİNDAR SAYILGAN
Bazen durup düşünüyorum da
Ben neredeyim? Kimim?
Hatta en çok istediğim,
En Büyük hayalim ne?
İçimi en çok ne titretiyor?
Zaman zaman gözlerimin nemlenmesine neler sebep oluyor.
Ya da hayatın neresindeyim.
Hedefim, amacım
Peki, beklentim nedir.
Güçlü durmayı kimden
Ya da kendimi öyle kandırmayı nerden öğrendim?
Bilmiyorum...
Duymadım daha önce
Her hangi bir fikrimde yok.
Bildiğim bir şey varsa
Oda bu hayatın tekrarı yok.
Şimdi yeniden ayağa kalkma zamanı
Şimdi bana yeni bir ben lazım.
En başından yeni düşünceler
Yeni duygular.
Dinlemem gereken yeni şarkılar.
Şiire dökecek yeni yürek lâzım.
Dedim ya bana yeni bir ben lazım...
YİNE BU AKŞAM
FATMA HAZER TURAN
"Kıyılara vurmuş yüreğimin feryadı bu akşam"
"Dalgalar çırpınıyor vuruyor yüzüme yüzüme"
"Kaçıp kurtulmak isteyen bir balıkçı misali,
Birazdan batacak sandal gibiyim, bu akşam...
Savrulup duruyor gönlüm bu sandal da,
Sanki alıp götürür beni çok uzaklara,
Pusulam yok yönümü kaybetmişim denizin ortasında
Tersine döndü dünyam yine bu akşam...
"Yüklemişim hüznü kederi dert sandalına"
Deniz olmuş derya, bense arkadaşım, dalgalara,
Başım dönüyor sanki bir o yana bir bu yana,
Kayboldum enginler de ben yine bu akşam...
Hasretler! Ayrılıklar! Niye bırakmaz ki peşimi,
Hoşçakal! Hayallerim, hoşça kal bıraktım artık kendimi,
Kırık bir sandal, götürüyor bilmem nereye beni,
Fırtınalar kopuyor, yüreğimde yine bu akşam...
Dönüyor dünya kimin umurunda bilmiyorum ki
Kırık kalpler durağı olmuş şu yüreğim de sanki
Gelmişine geçmişine sayacağım her şeyin inan ki,
Bir de sen vurma kader dayanamıyorum bu akşam.
Ben Ayrılıkların şairi