Mavi Şehrin Kalemleri
Mavi Şehrin Kalemleri
UNUTTUM
AYDIN ALTAY
unuttum içimde kaç kıyı olduğunu
kaç deniz öfkeyle ayaklanıp kabardığını
umuda açılan kaç gemi alabora olduğunu
unuttum kaç kez dibe vurduğumu
unuttum içimdeki boşluğun hacmini
her fırtına sonrası kırılan yanlarımı
toparlanmak üzereyken kayıplarımı
unuttum kendime ait neyin var olduğunu
unuttum yerden kalkarken neye tutunacağımı
kanayan yaralarımı neyle saracağımı
şifa niyetine kana kana zehir içtiğimi
unuttum daha kaç kez öleceğimi
ŞAİRİN ÖLÜMÜ
YILMAZ GÜNAY
Sokakta yürürken gördüm
Ellerinde tarçın kokusu olan kadınlar
Saat şairin ölümüydü
Yetim kalışıydı kelimelerin
Çığlıklar sığmaz uçları dantelli eteklere
Yeşil parklara sığmaz
Sığmaz haznemde taşıdığım
Yaşama sevincinin doğmaya and içmiş şiirleri
Aşk nasıl sığmıyorsa Versay Sarayına
Cinayet belki
Kaldırımlarda bir çok kelime gördüm
Can çekişen
Karınları lokma tatlısına hasret kalmış egenin çocukları
Her şafak balıkçılar başına bakır kovalarıyla sarı kaymaklı yoğurt götüren
Diyarbakır'ın al yazmalı kadınları
Can çekişen kelimeler söyler
Bir andır ölüm
Paris'te de olsan cinayet soğukkanlı işlenir
Bundandır hiçbir katil kanın rengini bilmez
Oysa kırmızı kandır ayaklarıma bulaşan
Bulaşan bulaşan kandır kelimelere
Yolda can çekişen tarihe rastladım
Boynunda mittrand döneminden kalma mahcubiyet
Sözlerinde Babil bilgeliği
Konuştu
Önce kendinden koparsın dedi
Sonra herşey kopar senden
Kopar sözcüklerin asılı durduğu gerdanlık
Tarihle yolculuğa çıkmş kitaplar yırtılır
Kan dahi akmaz
Ve ölür kelimelerin boynundaki bilgelik yükü
Şair ölür
KADİM MEMLEKET TUŞBA
ZEYNEP VANÇİN
Bir garip yolcuyum bu memlekette,
Gezer,görür ; keşfeder ,seyredalarım
Tüm renkler mavidir ,bu semtte
Hele ki dolaşıyorsan Edremit'te
Vakit geçti mi duyarsın açlığı
Pekte misafirperverdir insanı
Hemen hazırlarlar yere,sofrayı
Ardından içerler semaver çayı
Ne hoş lezzettir, Van'ın aşı
Meşhurdur keşkek,keledoş,ayranaşı
İster mangal ister tandırda balığı
Hiç dayanır mı insanın damağı
Her sabah murtuğa sevdası
Yanında kavut ve çok dahası
Binbir çeşit nimet kahvaltısı
Süsüdür kavurmalı yumurtası
Dağlarından toplarlar birçok otu
Mendo, çıreş, siyaboyu
Şifadır uçkunu,semiz otu
Yedin mi bunları açar ufkunu
Sokaklarında görürsün renkli göz
Biri sarı biri mavi tek göz
Tüyleri pamuk, rengi beyaz
Van'a hastır türü pek az
Suyun memleketidir yok böylesi
Muhteşemdir Muradiye şelalesi
Yakınındadır Erciş Bendi Mahi
Uzak değil Erçek Gölü, Kuş Cenneti
Van Gölü'nde dört ada
Çarpanak,Adır,Kuş,Ahtamara
Dalmak istediğinde sulara
Denk gelme sakın ha canavara
Şehrin ortasındadır kalesi
Tarih kokar Hüsrev Paşa camisi
Zamanında tam bir ilim merkezi
Yetişmiştir Feqie Teyran ve nicesi
Gittim Şahmaran kanal boyu
Öğrendim çokşey hayat boyu
Necip Hoca ne güzel ruhlu
Duasını aldım ömür boyu
Garip olan ben değil,gittiğim yolmuş
Ben ,sen, o ;biz ,siz davası yokmuş
Kin ,öfke ,nefret hep yok olmuş
Bu şehrin adı kadim Tuşba olmuş
DÜNYADIR KADIN
FATMA ŞAHİN
Yaşam, mutluluk, sevinç, hüzün, gözyaşı... Nice bilinmez duygulara ve dünyalara gebedir kadın… Bazen çocuksu bakışlarında yakalarsın hüznü, bazen fırtınalı denizlerin mağrur bakışını, bazen de tutunmak için hayata tüm yaşam ışıltısını...
Dağ gibi büyük olur şefkati, sarıp sarmalayan sevgisiyle barındırır gönül ininde... Anadır kadın, doğurandır, doğurgandır... Yüreğinde nice sevdalara kucak açan, yaşama dört elle sıkı sıkı sarılandır. Dününü, bugününü, yarınını ilmek ilmek dokuyan, gözünün nurunu akıtandır kadın.
Tüm zorlukları taşır omuzlarında. Zorlukları yük değil yaşamın rengi olarak benimser, boyar dokunduğu her deseni renk renk. Halide Edip olur cephede kalemi ile savaşır, kartal olur Sabiha Gökçen gibi kanatlanır semalarda, Nene Hatun'dur kağnısı ile koşar cephelere gücü yettiğince, cahiliye döneminde diri diri gömülen bir çocuk olur kadın…
‘' Ey kahraman Türk kadını, sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın.'' diyerek kadını nasıl da yüceltmiştir Atatürk. Gelişmiş toplumların ölçüsüdür kadına toplumun verdiği değer.
Günümüzde kadın olmak, hak ettiği degeri görmek hangi ülkede olursan ol zordur... Doğuda ayrı, batıda ayrı bir kimliktir kadın. Toplumun direttiği namus, edep, haya tabuları içinde, baskı altında ezilendir. Karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyen zihniyete inat toplumda her daim yer edinmeye çalışandır.
Her şeyin yansımasıdır kadın. Bir aynadır görmek isteyene, bilmek isteyene bir akıl, sevmek isteyene bir yürek...
NİSAN GELDİ VE BİZ SADECE YORGUNUZ...
HİKMET KIZIL
Nisan, yorgun bir savaşcının mağrur bakışlarını kuşanarak sessizce geldi.
Bense ölümünü cebinde taşıyan bir seyyah gibi yaşıyorum günleri...
Yorgun ve örselenmiş kelimeler taşıyorum ceplerimde.
Saklı şiirlerin mahçup kelimeleriyle giriyorum şehre...
Kalbimde Ferhat'ın terekesinden kalan mecruh bir aşkla yürüyorum bulvarların kenarlarından...
Nisan, boynu bükük bir çocuk gibi geldi ağlamaklı...
Bir buse kondurup saçlarımıza, tarihin duvarlarını sarmaladı Nisan.
Yağmur çiselerken içimizin buğusuna; yenik, yıkık ve mağdur bir halde yürüyoruz en yorgun halimizle kentin burçlarına.
Hışırtıyla yaprakların arasında dolaşan bir rüzgâr, yenilgimizin rayihâsını ölü toprağı serper gibi serpiyor kadim şehrimizin aşinâ varoşlarına.
Aşka vurgun gövdemizi seğirte seğirte güneşi yakıp suyu eriterek sürüyoruz yenilginin kutsal mabedine.
Nisan geldi ve biz ölmedik...
Büyük günahların kayasından cennet çiçekleri devşirdik karanfil kokan ellerimizle.
En şedit fırtınalardan kalplere umut eken rüyalar getirdik.
Şimdi kim tabir edecek umudun rüyasını?
Yusuf'un gömlek kokusu nereden geliyor?
Ve Musa ve yed- i beyza
İkindi vaktine ve asra yemin olsun ki; ne diz çöktük ne eğildik.
Nisan çağıldayan bir sel gibi geldi yanıbaşımıza.
Çürüdü sular, yorgun ve yılgın gövdemizle kalbimizi gömdük ilkin toprağa...
Geceyi kanırtıp dağların sırtını ağartırken gözlerimiz, ellerimizle geçiriyoruz zincirleri boynumuza.
Bir dağ suskunluğu ile yürüyoruz kente.
Kiraz çiçeklerinin açtığı demde bembeyaz papatyaların umuduna tutunuyoruz...
Ve şehrin en yüksek burcundan içimin en hiddetli yanıyla bir tirad geçiyorum şehirlilere:
"Suret değil yürektir aslolan ey şehirliler!
Bunu bilir bunu söyleriz,
kara ve muhalifiz ve sonsuzluk kadar yiğit.
Andolsun ki biliyoruz, biz kaybettik; fakat onlar da kazanmadı"
Nisan bir serçe gibi geldi pervasız bir avcı olan avuçlarımıza...
Şimdi sadece yorgunuz...
MÜPTELA OLMUŞ RUHUM
HATİCE ERDOĞAN
Düşmüşse içime kor ayaz keser bulutlar
Yağmalanan gönlüme yoktan kırağı kalır
Müptela olmuş ruhum damarıma akarlar
Ilık bir meltem esse bende sızısı kalır
Yenilgim kaç sen eder kaç kere bozulur and
Binbir tövbeden yine kefaretim sayılır
İçimde deli taylar yer bulamaz koşacak
Dinginliğin sesinde avazım yankılanır
Hengamede kalbimin sayısız durakları
Kaç molada bilmem ki sensizliğim dağılır
Tökezleyip dururken sözlerin dağarcığı
Kaç imlada kaç kere beynime ufalanır