Meğer, 'abiler, ablalar ülkesi' olmuşuz!..
İnsan derdini anlatırken en çok yanlış anlaşılmaktan korkar. Anlatırsınız-anlatırsınız konu sizin açınızdan bitmiştir. Dinleyenlerin ne anladığından çok, neyi anlamadıklarını merak eder, soru beklersiniz.
İnsan derdini anlatırken en çok yanlış anlaşılmaktan korkar. Anlatırsınız-anlatırsınız konu sizin açınızdan bitmiştir. Dinleyenlerin ne anladığından çok, neyi anlamadıklarını merak eder, soru beklersiniz.
Öyle ya; dinleyenleri amaçladığınız hedefe yöneltebilmiş misiniz, merak edersiniz. Ama öyle olur ki, yöneltilen sorulardan meramınızı/konuyu yanlış anlayanların bulunduğu kanısı sizde uyanır.
Kim istemez, kendisini dinleyenlerin 'leb' demeden; 'leblebi' demek istediğini anlamasını...
Böylesi durumlarda en çok genel kültürsüzlüğün varlığı yaşanır.
Meramını anlatmak ve yanlış anlaşılmak...
Yazarların ak sayfalara satır- satır yazıp döktükleri amaçlarının/meramlarının yanlış anlaşılması...
xxx
Geçen hafta bu köşede çıkan "Oynanan oyunun hala farkında değilmişiz" başlıklı yazım nedeniyle övgü yanında, birkaç da eleştiri aldım.
Övgü kadar eleştiriyi de önemserim her zaman.
Eleştiri şu: "Diyanetin cemaat cephesi" diye yazıp Cumhuriyet rejimine yönelik kimi sinsi niyet ve saldırılardan söz etmiştim.
Meramım belli, ama dedim ya; yanlış anlaşılma var.
Sitemde bulunan okurlarım ülkemizin içinden geçtiği sürecin zorluğundan/tehlikesinden sanırım bihaberler... Yirmibirinci yüzyılın başında, yani günümüzde ülkemizin bir kaos ortamına itilmek ya da çekilme istendiğine sanırım itiraz eden olmaz.
Osmanlı'nın son, Cumhuriyetin ilk döneminde yaşanan sorunların temelinde "din olgusu"nun yaşandığını tarih yazıyor. Kısacası, din olgusu toplumumuzun inanç açısından en sağlam; ama sabote etmek açısından ise en "yumuşak karnı..."
Bu durumu bilen iç hainler ve dış güçler; hep bu zayıf noktadan toplumumuzu/ülkemizi vurmayı denediler.
15 Temmuz'da bunu yaptılar/denediler.
xxx
İkibinli yılların başındaydı. Otobüsle eve dönerken; aydın görünüşlü bir gençle ayaküstü konuşmamda bir ilçeye ders vermeye gittiğini öğrendim. Ders saati geçmişti. Sordum, "Bu saatten sonra ne dersi?" diye... Genç, dersini gece "abla"nın nezaretindeki kız çocuklarına vereceğini söylemişti. Bu görevi de bir "Abi" sorumluluğuyla üstlendiğini belirtmişti. Sorum üzerine de; maaş aldığını söylemiş, ama kimden olduğunu söylememişti. Anlamıştım bir cemaatin yurdunda ders verdiğini...
Ama şaşırmıştım, bu çalışmayı nasıl yapıyorlar diye...
Önceki gün, bu konuda geçmişte yaşanmış çok ilginç bir olay dinledim.
Fethullah'ın "Ablalar" aracılığı ile düzenlediği eğitim seminerlerine katılan kadınlara bir gün kendilerine sürpriz yapılacağı haberi verilmiş... Kadınlar günlerce merak içinde sürprizi konuşmuş, ne olacağını yorumlamış, beklemişler. Sonunda Fethullah'ın giydiği atlet gelmiş... Kadınların kimileri bu atleti öpmüşler, öpmüşler... Ağlamışlar.
İğrençliğe bakar mısınız? Bir insanın giydiği iç çamaşırı öpmek.
xxx
Fethullah'ın TV ekranlarından salya-sümük ağlayışını anımsadım.
Toplumumuzun zayıf noktası, "yumuşak karnı" işte burası. Hele de dini konular olunca...
Diyanet Başkanlığı bu gerçeği, Cumhuriyet rejiminin altını oyup onu gömmek isteyen bu alçaklığı merak ediyorum hiç mi duymadı acaba?
Yıkıcı/darbeci iç ve dış güçler menfur amaçları için sinsi sinsi çalışırken uyumuşuz meğer.
Anladığım kadarıyla Diyanet Başkanlığı kendi görev alanında rejime yönelik olumsuz gelişmelere karşı uyanık olmak durumunda/zorunda...
Dahası Cumhuriyeti daha çok sahiplenip yurttaşın dini duygularını sömürmeye kalkan art niyetli grupları önlemeyi de bir görev bilmeli artık.
Din alanı tümüyle Diyanet Başkanlığı'na verilmiş değil mi?
Diyanet Başkanlığı, görev alanında, Cumhuriyet rejimine yönelik sinsi çalışmaları ve yapılabilecek saldırıları önceden izlemek, bilmek ve ilgililere bildirmek görevini unutamaz.
Ülkemizde, Fethulahçı "abiler-ablalar" din alanında cirit atarken Diyanet görevlileri ne yapıyorlardı acaba?