MUSİBETLERE KARŞI SABIRLI OLMAK
Fatih Perihan'dan Kıssadan Hisseler...
Sabır
Sabır lügatta hapis manasına gelir.
Şer'î ıstılah olarak, dinin övdüğü, teşvik ettiği ahlakî bir sıfatı, ruhi bir kemali ifade eder.
Sabr'ın mânası: Nefsi emredilen şeylerde tutmak, hapsetmektir, bu da ibâdetlerin meşakkatlerine tahammül, belalara tahammül ve günah dışındaki zararlara tahammülle gerçekleşir.
Sabırla ilgili âyet çoktur. Kur'an-ı Kerim, insanların âhireti kazanabilmeleri için, hayat boyu imtihan edileceği şeylerden birinin sabır olduğunu ifade eder. Bir ayette şöyle buyurulur:
"Çaresiz biz sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele ." (Bakara 155);
"Her kim sabreder ve suç bağışlarsa, bu hareket arzu edilen en iyi işlerdendir" (Şurâ 43);
"İçinizden mücâhede edenler, sabır gösterenler belli oluncaya kadar elbette sizi imtihan ederiz." (Muhammed 31).
Şer'an makbul olan sabrı alimler, -hadislerden hareketle- üçe ayırırlar:
* Allah'a taatte sabırdır: Ömür boyu taatte hiç fütur göstermeden, usanmadan, emredilenleri yapmak.
* Masiyete karşı sabırdır: Bu, Allah'ın yasakladığı şeyleri işlememekte sabretmek, direnmektir.
* Musibetlere sabırdır: "Bize düşen, aklın gösterdiği tedbirleri aldıktan sonra sabretmek, başımıza gelen musibetleri kaderden bilmek, insanları acındırmak gibi bir düşünceyle bağırıp çağırmamak, şikayet etmemek. İlla da şikayet edeceksek nefsimizi Allah'a şikayet etmek, halimizi Allah'a açmak, O'na arzetmektir. Mü'minin en bariz vasıflarından biri sabırlı ve mütevekkil olmasıdır. Bazı alimler sabrı "Kur'an ve sünnet üzerine sebat etmektir" diye açıklamıştır.
Mü'min meşru hudutlar içerisinde sabır gösterdiği takdirde, doğru olana, isabetli olana yol bulacaktır.
Efendimiz (a.s) şöyle buyurur:
"Sabır üçtür: Musibetlere karşı sabır, taatte (kullukta) sabır, günah işlememekte sabır. Kim, kaldırılıncaya kadar musibete güzelce sabrederse Allah ona üçyüz derece yazar. Her iki derece arasında sema ile arz arasındaki mesafe kadar yücelik vardır. Kim de taatte sabrederse Allah ona altı yüz derece yazar. Her iki derece arasında arzların başladığı hudutla, arzların bittiği son nokta arasındaki mesafe kadar yücelik vardır. Kim de masiyete (günaha) karşı sabrederse Allah ona dokuz yüz derece yazar. İki derece arasında arzların hududu ile Arş'a kadar olan mesafe arasındaki yücelik vardır."
"Sabır imanın yarısıdır, yakîn, imânın ta kendisidir:
Sabırla iman arasındaki ilgi, bedenle baş arasındaki ilgi gibidir."
"...Namaz nurdur, sadaka bürhandır, sabır ziyâdır, Kur'an hüccettir..."
"...Bir kimse sabretmek isterse Allah ona sabır verir. Hiçbir kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir nimet verilmemiştir"
"Mü'minin hali hayrete değer doğrusu. Zira her bir işi onun için hayırlıdır. Bu meziyet sadece mü'mine hastır. Çünkü o nimete kavuşsa şükreder, bu ise onun için hayırlıdır. Musibete uğrasa sabreder, bu da onun için hayırlıdır. Bu meziyet sadece mü'mine hastır. Çünkü o nimete kavuşsa, şükreder. Bu ise onun için hayırlıdır. Musibete uğrasa sabreder, bu da onun için hayırlıdır"
"Pehlivan, insanları güreşte yenen değildir, bilakis, hiddet anında kendisini zapteden ve iradesine sahip olandır"
"Bir kimse öfkesinin icâbını yapmaya kâdir olduğu halde öfkesini yenerse, Allah Teâlâ Kıyamet gününde halkın gözü önünde onu çağırır, huriler içinden istediğini seçmekte muhtar kılar."
Hz. Enes (r.a) anlatıyor: "Resûlullah (a.s), (ölen) çocuğu için ağlamakta olan bir kadına rastlamıştı:
"Allah'tan kork ve sabret!" buyurdu. Kadın (ızdırabından kendisine hitab edenin kim olduğuna bile bakmadan):
"Benim başıma gelenden sana ne?" dedi. Resûlullah (a.s) uzaklaşınca, kadına:
"Bu Resûlullah idi!" dendi. Bunun üzerine, kadın çocuğun ölümü kadar da söylediği sözden dolayı (utanıp) üzüldü. (Özür dilemek için) doğru aleyhissalâtu vesselâm'ın kapısına koştu. Ama kapıda bekleyen kapıcılar görmedi, doğrudan huzuruna çıktı ve:.
"Ey Allah'ın Resulü, (o yakışıksız sözü) sizi tanımadan sarf ettim (bağışlayın!)" dedi. Efendimiz (a.s):
"Makbul sabır, musibetle karşılaştığın ilk andakidir" buyurdu." [Buharî, Cenâiz 43, 7, 32, Ahkâm 11; Müslim, Cenâiz 14, (626); Ebu Dâvud, Cenâiz 27, (3124); Tirmizî, Cenâiz 13, (987); Nesâî, Cenâiz 22, (4, 22).]
Ümmü Seleme (r. anhâ) anlatıyor: "Rasûlullah (a.s)'ı şunları söylerken işittim:
"Kendisine bir musibet gelen müslüman Allah'ın emrettiği: "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci'ûn, Allahümme ecirnî fi musîbetî vahluf lî hayran minhâ: "Biz Allah'ınız ve ancak O'na döneceğiz. Bana bu musibetim için ücret ver. Ve bana bunun arkasından daha hayırlısını ver" derse Allah o musibeti alır ve mutlaka daha hayırlısını verir."
Ümm-ü Seleme der ki: "Ebu Seleme (r.a) vefat ettiği zaman ben: "Ebu Seleme'den daha hayırlı olan hangi müslüman var? Resûlullah (a.s)'a ilk hicret eden hâne, onun hânesiydi" dedim. Ben bunu söyledikten sonra Allah, onun yerine bana Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı verdi. Şöyle ki: Resûlullah (a.s), bana Hâtîb İbnu Ebî Belte'a'yı göndererek kendisi için beni istetti. Ben: "Benim (küçük) bir kız çocuğum var, ayrıca ben kıskanç bir kadınım. (Resûlullah'ın ise birçok hanımı var, imtizacsızlıktan korkarım)" diye cevap verdim. Resûlullah (a.s):
"Kız çocuğuna gelince, Allah'a dua ederiz, onu kendisinden müstağni kılar, kıskançlığı için de Allah'a gidermesini dua ederim" buyurdular." [Müslim, Cenâiz 3, (918); Muvatta, Cenâiz 42, (l, 236); Ebu Dâvud, Cenâiz 22, (3119); Tirmizî, Da'avât 88, (3506).] Musibet, hadislerde mü'mine eziyet veren her şey diye tarif edilmiştir.
Musibet sırasında denmesi, Kur'an-ı Kerîm'in emridir (Bakara 156). Bunu söylemeye istirca denir. Bunu söylemek kaza ve kadere teslimiyet ve rızanın ifadesidir. Zira "Biz Allah'a aidiz ve Allah'a döneceğiz" mânasının içinde, mal ve can her şeyimizin Allah'a ait olduğunu, mülk sahibinin mülkünde dilediği gibi tasarruf yetkisine sahip olduğunu itiraf etmemiz, kabul etmemiz mevzubahistir.
Resûlullah küçük bile olsa her musibet karşısında istirca okumamızı tavsiye etmektedir. Rivayete göre Aleyhissalâtu vesselâm'ın kandili sönünce bile istirca ettiği belirtilmiştir. Hz. Aişe: "Bu bir kandildir" diyerek istirca gerektiren ciddi bir şey yok demek istemiş, ancak Efendimiz;
"Mü'mini rahatsız eden her şey musibettir" demiştir.
Ebu Sinân anlatıyor: "Oğlum Sinan'ı defnettiğimde kabrin kenarında Ebu Talha el-Havlânî oturuyordu. Defin işinden çıkınca bana:
"Sana müjde vermeyeyim mi?" dedi. Ben:
"Tabiî, söyle!" dedim.
"Ebu Musa el-Eş'arî (r.a) bana anlattı" diye söze başlayıp Resûlullah'ın şu sözlerini nakletti:
"Bir kulun çocuğu ölürse, Allah meleklere şöyle söyler:
"Sana müjde vermeyeyim mi?" dedi. Ben:
"Kulumun çocuğunu kabz ettiniz mi?"
"Evet" derler.
"Yani kalbinin meyvesini elinden mi aldınız?" Melekler yine:
"Evet" derler. Allah tekrar sorar:
"Kulum (bu esnâda) ne dedi?"
"Sana hamd etti ve istircâda bulundu" derler. Bunun üzerine Allah Teâla hazretleri şöyle emreder:
"Öyleyse, kulum için cennette bir köşk inşa edin ve bunu Beytu'l-hamd (hamd evi) diye isimlendirin." [Tirmizî, Cenâiz, 36, (1021)].
Ebu Hüreyre (r.a) anlatıyor: "Resûlullah (a.s) buyurdular ki: "Allah Teâla hazretleri şöyle demiştir: "Ben kimin iki sevdiğini (yani iki gözünü) almışsam ve o da sevabını umarak sabretmişse, ona cennet dışında bir mükâfat vermeye razı olmam." [Tirmizî, Zühd 58, (2403).]
Abdullah İbnu Amr İbni'l-Âs (r. anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (a.s) buyurdular ki: "Mü'min kul, dünya halkı içindeki has sevdiği (evladı) elinden alındığı zaman sabreder ve mükâfat umarsa Allah o kulu için cennetten aşağı bir mükâfata razı olmaz." [Nesâî, Cenâiz 23, (4, 23).]
Ebu Musa (r.a) anlatıyor: "Resûlullah (a.s) buyurdular ki: "İşittiği şeyin verdiği ezaya azîz ve celil olan Allah'tan daha sabırlı kimse yoktur. Çünkü O'na şirk koşulur, evlatlar nisbet edilir. O, yine de onlara âfiyet ve rızık vermeye devam eder." [Buharî, Edeb 71, Tevhîd 3; Müslim, Sıfâtu'l-Münâfıkîn 49, (2803).]
İbnu Mes'ud (r.a) anlatıyor: "Ben, peygamberlerden (aleyhimüsselam) birinin acıklı bir hikâyesini anlatmış olan Resûlullah (a.s)'ı şu anda sanki tekrar seyrediyor gibiyim. Demişti ki: "Kavmi ona şiddetle vurup yaralamıştı. O hem akan kanlarını siliyor, hem de: "Allah'ım, kavmimi mağfiret et, çünkü onlar bilmiyorlar" demişti." [Buharî, İstitâbe 4, Enbiya 50; Müslim, Cihâd 105, (1792).]
Ebu Malik el-Eş'arî (r.a) anlatıyor: "Resûlullah (a.s) buyurdular ki:
"Abdest imanın yarısıdır. Elhamdülillah mizanı doldurur; sübhanallah velhamdülillah arz ve sema arasını doldurur; namaz nurdur; sadaka bürhandır; sabır ziyadır; Kur'an ise lehine veya aleyhine bir hüccettir. Herkes sabahleyin kalkar, nefsini satar; kimisi kurtarır kimisi de helak eder." [Müslim, Taharet 1, (223); Tirmizî, Da'avat 91, (3512); Nesaî, Zekat 1, (5, 5-6).]