Peygamber Efendimiz'e (s.a.s) Karşı Davranış Adabı
Fatih Perihan'dan Kıssadan Hisseler...
"Size kendi aranızdan öyle bir Peygamber geldi ki zahmete uğramanız ona ağır gelir. Kalbi üstünüze titrer, müminlere karşı pek şefkatli ve merhametlidir." (Tevbe, 9/128)
Ümmetinin sıkıntıya düşmesi kendisine çok ağır gelen, onlara son derece şefkatli ve merhametli olan -bu hususu Allah, kendisine ait Raûf ve Rahîm isimleriyle Efendimiz'i tavsif ederek belirtmektedir- Zât'a (s.a.s.) karşı ümmetinin tavrı nasıl olmalıdır? Elbette ki, en büyük ihtiram ve muhabbete O (s.a.s.) lâyıktır. Zira, kâinat ve beşer, O'nu (s.a.s.) meyve verecek şekilde yaratılmış, Allah'ın rızasını kazanma, O'na (s.a.s.) tâbi olmaya veya O'nu (s.a.s.) sevmeye bağlanmıştır.
Allah Teâlâ, insanlığın hidâyet rehberi olan Kur'ân'ın birçok âyetinde Resûlü'ne ittiba ve ihtiramı emretmiş, O'na (s.a.s.) nasıl davranmamız gerektiğini bildirmiştir. İşte onlardan birkaçı:
"Ey iman edenler: Söz ve hareketlerinizde ileri gidip de Allah'ın ve Resûlü'nün önüne geçmeyin, Allah'a karşı gelmekten sakının. Allah her şeyi hakkıyla işitir ve görür. Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamberin sesinden fazla yükseltmeyin. Birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi O'nunla da öylece konuşmayın. Yoksa siz farkında olmadan bütün emekleriniz hiçe iniverir."(Hucurât, 49/1-2)
"Peygamberin mü'minler üzerinde haiz olduğu hak, onların bizzat kendileri hakkında haiz oldukları haktan daha fazladır..." (Ahzab, 33/6)
"Resûlüllah'ın sizi çağırmasını, sizin birbirinizi davet etmenizle bir tutmayın..." (Nur, 24/63)
"Muhakkak ki, Allah ve melekleri Peygamber'e hep salât ederler. Ey iman edenler! Siz de O'na salât edin ve tam bir içtenlikle selâm verin." (Ahzab, 33/56)
"... Çünkü bu hareketiniz Peygamber'i rahatsız ediyor. Lâkin utandığından ötürü size karşı bir şey söylemiyordu..." (Ahzab, 33/53)
Bunlar ve benzeri âyetler, mü'minlere Resûlüllah'a (s.a.s.) karşı nasıl bir edep tavrı takınması gerektiğini öğretmektedir. Rahmet Peygamberi'ne karşı, davranışların nasıl olması gerektiğini bildiren bir çok âyet-i kerimenin olması, Resûlüllah'a (s.a.s.) karşı âdâbın ehemmiyetini gösterir.
Ashab-ı Kiram'ın Resûlüllah (s.a.s.) Karşısındaki Edebi
Bu mevzuda, önce Allah Resûlü'nün asırların en hayırlısı olarak tavsif ettiği Sahâbe-i Kiram'ın nasıl hareket ettiğine bakmalıyız. Çünkü biz, Resûlüllah'a (s.a.s.) karşı edebi önce onlardan öğrenebiliriz. Zira onlar, yüce Nebî'nin (s.a.s.) rahle-i tedrisinde yetişmişlerdir.
"Peygamberi, kendi aranızda birbirinizi çağırdığınız gibi çağırmayınız..."(Nur, 24/63) âyetinden dolayı Sahâbe-i Kiram'ın Peygamber Efendimize, ismiyle çağrılmasına müsaade etmiş olmasına rağmen ismiyle hitap etmediklerini, aksine O'na (s.a.s.) seslenir, hitap eder veya O'ndan (s.a.s.) bahsederken "Ya Resûlâllah, Ya Nebiyyallah" diye hitap ettiklerini görmekteyiz. Kays b. Haris ve Akra b. Hâbis, bir öğle vakti Resûlüllah (s.a.s.) odasında uyurken Benî Temim'den bir heyetle gelmişler, "Ya Muhammed! Dışarı çık, yanımıza gel!" diye seslenmişlerdir. Bunun üzerine,
"Ama seni evinin dışından ünleyenlerin ise ekserisi düşüncesiz, makûl davranmayan kimselerdir." (Hucurât, 49/4) meâlindeki âyet nazil olmuştur.1 Allah (c.c.) bu durumu, Resûlüllah'ın (s.a.s.) kadrinin bilinmemesi ve O'na (s.a.s.) karşı bir hürmetsizlik olarak bildirmiştir. Çünkü bunlar, henüz dini öğrenmemiş, edep-erkân bilmeyen bedevilerdi.
Yine Sahâbe,
"Ey iman edenler: Söz ve hareketlerinizde ileri gidip de Allah'ın ve Resûlü'nün önüne geçmeyin, Allah'a karşı gelmekten sakının. Allah her şeyi hakkıyla işitir ve görür." (Hucurât, 49/1) âyetine ittibâen, Resûlüllah (s.a.s.) onlara bir şey sorunca, sorunun cevabını biliyor olsalar da, "Allahü ve Rasûlühû a'lemu = Allah ve Resûlü en doğrusunu bilir." ifadesiyle karşılık verirlerdi.
İnsanlık, gerçek medeniyeti Hz. Muhammed (s.a.s.) sayesinde tanıdı ve benimsedi. O'ndan sonra bu istikamette gösterilen her gayret, O'nun getirdiği esasları taklid ve ta'dilden öteye gitmemiştir. Bu itibarla da, O'na "hakikî medeniyetin kurucusu" demek daha uygun olacaktır.
***
Tembele ve tembelliğe yüz vermeyen, çalışmayı ibadet sayıp çalışkanı alkışlayan, arkasındakilere yaşadıkları çağın ötesini ve topyekün insanlığa muvazene unsuru olma noktalarını gösteren Hz. Muhammed (s.a.s.)'dir.
Bütün Sahâbe, Resûlüllah'a (s.a.s.) karşı edepte kusur etmezdi. İşte Ebû Bekir'in (r.a.) O'na (s.a.s.) karşı edebine bir misal:
Resûlüllah (s.a.s.) aralarındaki bir anlaşmazlığı gidermek için Beni Amr b. Avf'a gitmişti. Resûlüllah (s.a.s.) dönmeden namaz vakti girdi. Müezzin, Ebû Bekir'e (r.a.) gelerek, "Namazı kıldırır mısın, kâmette bulunayım mı?"dedi. Ebû Bekir (r.a.) "Olur." dedi ve namaz kıldırmak için ileri geçip, namaza başladı. Bu esnada Resûlüllah (s.a.s.) geldi ve birinci safa kadar yürüdü. Resûlüllah'ın (s.a.s.) gelişini görünce Ashab, Ebû Bekir'in (r.a.) geri çekilmesi için el çırpmaya başladı. Ebû Bekir (r.a.) dikkat edince Resûlüllah'ı (s.a.s.) gördü. Efendimiz, Ebû Bekir'e namaza devam etmesini işaret ettiyse de o geri çekildi ve Resûlüllah (s.a.s.) öne geçerek namazı kıldırdı. Namazdan sonra Nebî (s.a.s.): "Ey Ebû Bekir, işaret etmeme rağmen niçin namazı kıldırmadın?" buyurunca; edep insanı Ebû Bekir (r.a.) şöyle cevap verdi: "Ebû Kuhafe'nin oğluna, Resûlüllah'ın (s.a.s.) önüne geçerek namaz kıldırmak uygun düşmez."2
Hz. Ebû Bekir'in bu cevabı bir açıdan daha çok mânidardır. Kendisi için Ebû Bekir veya bir başka unvanını değil de, "Ebû Kuhafe'nin oğlu" tabirini kullanması, onun engin tevazuunu ve kendisini nasıl hiç gördüğünü gösterir. Çünkü Araplarda bir insanı, meselâ, "falanın babası" gibi bir unvanla anmak şeref ifade ederken, babasının ismiyle, "falanın oğlu" diye anmak, daha ziyade tahkir ifade eder.
Ashab-ı Kiram'ın Resûllüllah (s.a.s.) karşısındaki edebini anlatırken, Allah Resûlü'nü, Medine'ye hicreti esnasında altı aya yakın misafir eden Ebû Eyyûb el-Ensâri'yi (r.a.) unutamayız.
Resûlüllah (s.a.s.) Mekke'den Medine'ye hicret buyurduklarında Ebû Eyyûb'un (r.a.) evinde konakladılar. Peygamber Efendimiz alt kata yerleşmişti. Ebû Eyyûb (r.a.) ise üst katta oturuyordu. Gece olup herkes yatınca Ebû Eyyûb (r.a.) Resûlüllah'ın (s.a.s.) alt katta olduğunu, O'na vahiy gelebileceğini, kendisinin vahiyle Resûlüllah'ın (s.a.s.) arasına girdiğini ve uyuduğunda sağa-sola dönünce toz kaldırmaktan, Peygamber Efendimiz'in bunlardan rahatsız olmasından korkarak sabaha kadar hiç gözünü yummadı. Sabah olur olmaz hemen Resûlüllah'ın huzuruna varıp,"Ya Resûlâllah, bu gece ne ben, ne de hanımım gözümüzü yumduk." dedi. Resûlüllah (s.a.s.): "Niçin ya Ebâ Eyyûb?" diye sorunca; "Benim üst katta, sizin ise alt katta kaldığınızı düşündüm. Eğer uyursam, uykuda hareket edip üzerinize toz düşürürüm ve siz de bundan rahatsız olursunuz. Ayrıca ben, vahiyle aranıza girdim diye korktum. Onun için uyuyamadım." dedi.
Ashabtan hiç kimse, Resûlüllah'a (s.a.s.) karşı edep ve hürmette kusur etmiyordu. O kadar ki, Resûlüllah konuşurken öylesine sessiz ve dikkatli dinlerlerdi ki, sanki başlarında kuş var da, en ufak bir harekette uçacağı zannedilirdi. Resûlüllah'a (s.a.s.) soru sormaktan bile çekinirler, yeni şeyler öğrenmek için dışarıdan yeni Müslüman olmuş birinin gelip, soru sormasını temenni ederlerdi.